
Malatya Haberleri
Malatya İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Hematoloji ve İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. İlhami Berber, stresin kalp ve kanser hastalıkları için önemli bir etken olduğunu belirtti. Prof. Dr. Berber, deprem sonrası yıkım bölgelerindeki asbest ve silika maruziyetinin kanser riskini 10-20 yıl sonra artırabileceğini ifade ederken, Akdeniz anemisi gibi genetik hastalıklar konusunda evlilik öncesi taramanın hayati önem taşıdığını söyledi.
Gazeteci Hülya Kaya'nın ERTV'de sorularını yanıtlayan Malatya İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Hematoloji ve İç Hastalıkları Bölümü'nden Prof. Dr. İlhami Berber, stresin insan sağlığı üzerindeki etkileri, kan hastalıkları, kansızlık, depremin sağlık üzerindeki uzun vadeli etkileri ve Akdeniz anemisi gibi konulara ilişkin açıklamalarda bulundu.

Stres, Kalp ve Kanser Hastalıklarının Önemli Bir Etkeni
Prof. Dr. İlhami Berber, stresin sağlık üzerindeki etkilerine değinerek, "Etkiler diyelim tabii ki her şeyin başı stres aslında, çünkü stres tek bir faktör olarak değil birçok faktör olarak değerlendirilmeli. Niye? Çünkü stresi olan insan az yemek yiyor, düzensiz besleniyor, gece geç uyuyor, sigara kullanıyorsa bunu daha çok arttırıyor. Aslında stres tek başına değil ama stresin tetiklediği diğer faktörlerle, tabii ki stres çok büyük bir faktör. Hem koroner arter hastalığı için, ki bugün dünyada ve ülkemizde en sık ölüm sebebi, daha sonra gelen kanser için de önemli bir etken," dedi.
Deprem Sonrası Hasta Yoğunluğu Arttı
Depremin ardından hastane yoğunluğunda yaşanan değişimlere dikkat çeken Berber, "Tabii depremden sonra bir yaklaşık 2-3 aylık bir hasta sayısı bakımından da bizim çalışan personel bakımından da bir düşüşümüz oldu. Yani etkin çalışma sıklığı azaldı. İnsanların yakınları Malatya'dan gitti, yakınlarını kaybedenler oldu vesaire. Ama ondan sonra o deprem öncesi olan sayılara yeniden geldik. Ben özellikle hematoloji adına konuşabilirim. Hatta şu anda onu da geçtik. Yani artık daha önceleri arada serviste boş yerimiz oluyordu şimdi hiç boş yer yok. Taburcu olan hastanın yerini anında hasta alıyoruz. Bunun sebebi buranın büyük bir merkezi olması. Yani İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi ben hematoloji adına konuşabilirim. Gerçekten büyük bir merkezi, onkoloji merkezimiz var. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da zor hastaların çoğuna biz bakıyoruz. Örneğin Cuma günü Maraş'tan doktor arkadaşımız aradı. 'Hocam zorlandığım bir hasta var burada yönetemeyecek gibiyim' deyince alıyoruz. Urfa'dan arıyorlar, 'Hocam yönetemeyecek gibiyiz' diyorlar hemen alıyoruz. Biz de hepsini alıyoruz bölüm olarak öyle çalışıyoruz. Çünkü devletimiz bize bu imkanları sağlamış. Biz de mümkün olduğu kadar elimizden geldiği kadar elimizden geleni yapmamız gerekiyor," ifadelerini kullandı.
Deprem Yıkımlarının Uzun Vadeli Sağlık Etkileri: Kanser Riski 10-20 Yıl Sonra Artabilir
Deprem sonrası yıkım süreçlerinin sağlık üzerindeki etkilerine değinen Prof. Dr. Berber, özellikle asbest ve silika maruziyetine dikkat çekti: "Islak yıkım bir binayı yıkmadan önce o işte zeminin veya o binanın ıslatılarak yıkılması anlamına geliyor. Bir bu yapılabilir, iki de maske. Aslında bunun dışında başka yapılabilecek maalesef bir şey yok. Yani oradan uzaklaşmak gerekiyor. Bir de bugünkü işte asbest veya silika maruziyetinin sonuçları muhtemelen hemen ortaya çıkmayacaktır. Yani bunun yapılan çalışmalar göstermiş ki deprem sonrası yıkılan binalardan sonra kanser sıkılığı kısmen de olsa artıyor ama ne zaman? 10 ile 20 yıl sonra. Yani bugün binalarımız yıkıldı. Biz bunun işte 2 yıl sonra akciğer kanseri sıklığını artmasını beklemeli miyiz? Hayır. Bunun muhtemelen sıklığı en az 10 yıl sonra çıkacak. Yani bugünden bir şey söylemek çok zor. Ama mümkün olduğu kadar uzak kaçmak gerekiyor. Kaçamıyorsak da maskeyle dolaşmamız gerekiyor. Maske biraz daha etkili olabilir," uyarısında bulundu.
Kanın Vücut İçin Önemi ve Kan Hastalıkları
Kanın insan vücudu için hayati önem taşıdığını vurgulayan Berber, "Normal 70 kilogramlık bir insanın vücudunda 5 litre kan var. Aslında tabii bizim kanla olmazsa olmazımız. Çünkü aslında hipofizle yani beyindeki bir organ ile Tiroit Bezimiz kan aracılığıyla anlaşıyorlar. Nasıl oradan bir hormon gönderiyor buraya şunu şu kadar salgılamalısın diyor öyle düzenleniyor. Veya oradan böbreküstü bezine hormon gidiyor öyle düzenleniyor. Veya tüm kanın içinde aslında bizim oksijeni taşıyan Eflusitlerimiz var. Oksijen olmasa hiçbir şey olmuyor. Yani birazcık az oksijenlenin veya oksijen ihtiyacınız birazcık artsın hemen yorgunluğunuz başlıyor. Nefes darlığınız başlıyor vesaire. Aslında kan bizim olmazsa olmazımız. Çünkü vücudumuzdaki enerjiyi sağlayan vücudumuzun yaşamasını sağlayan her şey onun aracılığıyla dolaşıyor. Bu kadar hayati. Biz peki neye bakıyoruz? Biz aslında hem benim dediğimiz iyi huy hastalıklara bakıyoruz. Hem de daha çok hoşumuza gitmeyen yani insanlar açısından hoşumuza gitmeyen kanser hastalıklarına bakıyoruz. Bu iyi hastalıklar için kansızlık. Daha önce sizle konuştuk hatta beraber yaşadık. Yani kansızlık bazen pıhtılaşma bozuklukları. Kanserlerden de özellikle lenf bezi kanserleri ve kan kanserlerine. Bazen de bizim kronik kanserler dediğimiz işte daha uzun süreli hastalığın çok uzun süreli yaşadığı. Hele hele son 5-10 yılda çıkan ilaçlarla neredeyse normal yaşam ömrüne ne kadar geçen süre yaşadığı akıllı ilaçlarla hastalıklar grubuna bakıyoruz," şeklinde konuştu.
Kansızlık ve Kanser İlişkisi: Altta Yatan Neden Önemli
Kansızlığın direkt olarak kansere yol açmadığını ancak altta yatan bir kanserin belirtisi olabileceğini belirten Prof. Dr. Berber, "Kansızlık tabii kansızlığın nedeninin ne olduğuna bağlı. Özellikle nutrisyonel sebeplerse böyle bir şeyle ilişkilendirmemiz çok doğru değil. Yani demir eksikliği bildiğimiz gibi, B12 eksikliği, folikasit eksikliği, bazen bakır bazen çinko eksikliği gibi. Ama kansızlığın alttaki nedeni tabii çok iyi irdelemek lazım. Kansızlık aslında kanser yapmaz ama kansızlığın bir nedeni bir mide kanseri olabilir. Bir bağırsak kanseri olabilir. Bir Serviks kanseri veya Endometrium kanseri olabilir daha doğrusu. O yüzden mutlaka biz hep öğrencilere şöyle anlatırız. Kansızlığı buldum ve tedavi ediyorum diye sevinme deriz. Önemli olan altındaki nedeni bulup onu tedavi ettikten sonra sevinmek," dedi.
40 Yaş Sonrası Rutin Kontroller ve Ailesel Riskler
40 yaşından sonra herkesin yılda bir kez rutin kan sayımı ve biyokimya tahlili yaptırması gerektiğini vurgulayan Berber, "Çünkü bu aynı zamanda onun sağlığı için önemli. Aynı zamanda da daha sonra ileride kendisinde gelişebilecek bir hastalıkta bizim için yol gösterici oluyor zaman zaman oradaki değerler. Yani hastanın diyoruz ki 2 yıl önceki kan değeri nasılmış bakıyoruz ki hasta 10 yıl hiç hastaneye gitmemiş ya hiçbir yerde bir kan tetkiki yok. Herkes yılda bir kere mutlaka bir doktora uğramalı. Ve burada basit check up gibi dediğimiz rutin kan sayımı belki rutin bir batın ultrasonu yapılabilir diye düşünüyorum. Ama rutin bir kan sayımının yaptırmasında fayda var," tavsiyesinde bulundu.
Özellikle meme ve kolon kanseri gibi solid organ tümörlerinde ailesel yatkınlıkların bulunduğunu belirten Berber, "Özellikle solid organ tümörlerinde solid organdan şunu kastediyorum, Akciğer, Meme, Prostat, kolon kanseri gibi onlardan özellikle meme kanseri ile kolon kanserinde ailesel birliktelikler bizim BRCA mutasyonu dediğimiz mutasyonlarla birlikte olabiliyor. O yüzden özellikle ailesinde veya kendisinde meme kanseri veya kolon kanseri olanların bu birinci derece ve ikinci derece yakınlarında olanların mutlaka bir ilgili hekime gidip taranmalarını öneriyoruz. 40 yaşından sonra ne kadar BRCA taranmalı derseniz, bazı yerler 5 bazı yerler 10 yılda bir kolonoskopi ve endoskopi öneriyorlar," bilgisini paylaştı.
Sağlıklı Yaşam ve Kanser Tedavisindeki Gelişmeler
Sağlıklı yaşamın önemine dikkat çeken Prof. Dr. Berber, "Mutlaka sağlıklı yaşam, düzenli egzersiz en az haftalık yürüyüş yapıyorsanız 150 dakika yürüyüş öneriliyor. Ortalama 2,5 saat her hafta yürüyüş yapmamız gerekiyor ki bu ortalama yaklaşık günlük 30 dakikaya falan denk geliyor. 30 dakika yürüyüş yapılabilir. Ve düzenli kontrol. Kontroller öncesinde eğer bir problem gerçekleşse daha erken başvuruyla bu iş hallolur diye düşünüyorum," dedi.
Kanser tedavisindeki gelişmelere de değinen Berber, "Son 20 yılda özellikle kanser alanında çok büyük gelişmeler oldu. En önemli gelişmeler bu akıllı ilaçlarla çıktı. Akıllı ilaçlar çıktıktan sonra gerçekten birçok hastalıkla beklediğimiz yaşam ömrü giderek uzadı. Çok şükür ki böyle oldu. Artık hastalarımıza daha umutlu konuşabiliyoruz. Örneğin bundan 15 yıl önce hastaya kemoterapi verirken verdiğimiz kemoterapi hastanın saçını dökerdi. Hastayı 10 gün yataktan kaldırmazdı. Hasta yani alsam mı almasam mı diye yani almasam daha iyi derdi. Ama son 5-10 yılda gerçekten çok güzel gelişmeler oldu. Artık hastanın ilacını veriyoruz. Kanserini tutuyoruz bazı hastalıklarda," şeklinde konuştu.
Aspirin ve Kanser İlişkisi, Lenf Kanseri Tekrarlama Riski
Aspirinin kolon kanseri sıklığını azalttığına dair yayınlar olduğunu belirten Berber, "Aspirinle ilgili en büyük çalışma kanserlerde kolon kanseriyle ilgili yapılmış. Ve aslında kolon kanserinde bazı yayınlara göre kısmi olarak azalttığını göstermiş sıklığını. Ama %100 kolon kanseri sıklığını azaltıyor diye her hastaya aspirin vermemiz doğru değil. Yani çünkü aspirin de tek başına aslında masum bir ilaç değil. Bazen kanamalara sebep oluyor," uyarısında bulundu.
Lenf kanserlerinin çok sayıda alt tipi olduğunu ve tekrarlama olasılığının alt tipe göre değiştiğini söyleyen Berber, "Genel kural şöyle: Eğer yani beş yıl içinde bir hastalık gelmiyorsa, çok genel bir kural söylüyorum. Gelme olasılığı giderek azalıyor," bilgisini verdi.
Akdeniz Anemisi (Talasemi) ve Evlilik Öncesi Tarama
Akdeniz anemisi (talasemi) taşıyıcılığı konusuna da değinen Prof. Dr. Berber, "Akdeniz anemisi aslında kendi içinde çok formu var bunun. Ama muhtemelen hastamız taşıyıcı. Taşıyıcı hastalarda sadece haftalık veya 15 günde bir kullanacağı folikasit desteği dışında herhangi bir önerimiz olmuyor. Tedavi ile ilişkili. Herhangi bir tedaviye de ihtiyacı yok. Folikasit desteği profilaksisi dışında. Sadece talasemi yani Akdeniz anemisi olan kişilerin şuna dikkat etmesi gerekiyor. Kendi çocukları kardeşlerinin mutlaka talasemi taşıyıcısı olma durumu var. Ve eğer kendisi bir gün talasemi taşıyıcısı birisiyle evlenirse evlendiği kişi de talasemi taşıyıcısıysa oradan iki taşıyıcının evlenmesinden dolayı bir talasemi hastası çocuk doğabilir," dedi.
Evlenecek çiftlere rutin talasemi taramasının yapıldığını belirten Berber, "Mutlaka bir talasemi taşıyıcısının evlendiği kişinin talasemi taşıyıcısı olmamasına dikkat etmesi lazım. Bana diyeceksiniz belki hocam sevenleri ayıralım mı? İkisi de talasemi taşıyıcısı ne yapalım? Orada da şöyle oluyor. İkisi evlenebilir ama çocuk olduğu zaman veya gebelik haberini aldıktan sonra bir kadın doğum uzmanı ve bir hematologla iletişim halinde olup gerekirse oradan amniyo, sentez, koryonik vilüs, biyopsi dediğimiz örneklemelerle doğacak çocuğun talasemi hastalığının olup olmadığına bakıyoruz," açıklamasında bulundu.
malatyayenises.com