SON DAKİKA
Sertif PARLAK

Makam sahiplerinin ateşle imtihanı ... (1)

Makam sahiplerinin ateşle imtihanı ... (1)
A- A+

Zaman içerisinde devleti oluşturan etnik yapı, dinî tercih, dil, bölge, kültür ve medeniyet gibi özellikler değiştiğinde devletin yapısal özellikleri de değişmiştir. Çok daha travmatik gelişmeler yaşandığında ise devlet yapısı sona erebilmiştir.

İNSAN, dünya hayatında tek başına yaşama imkânına sahip değildir. Bu nedenle benzer özellikleri olan insanlar, birlikte yaşamaya başlamış ve insan topluluklarını oluşturmuşlardır. Bu insan toplulukları, belirli organizasyonları hayata geçirdikten sonra ise toplum olmuşlardır.

Toplumların hayata geçirdiği organizasyonlar içerisinde en önemlisi siyâsî organizasyonlardır. Siyâsî organizasyonlar da belirli şartları taşıdıklarında devlet olmuşlardır. Devlet, tüm toplum üyelerinin ve organizasyonlarının varlığını koruma ve devam ettirme noktasında büyük bir işleve sahip olmuştur. Bu nedenle toplumlarda tarihin en eski dönemlerinden itibaren siyâsî organizasyonlar ve çeşitli şekilleriyle devletler hep var olagelmiştir.

İnsanın mutluluğu, huzuru ve güvenliğinde bu unsurlar büyük önem taşımıştır. İslâm dini de insanın dünya ve ahiret hayatında mutluluğu, huzuru ve güvenliğini hedeflediği için sadece bireysel hayatla ilgili değil, aynı zamanda toplumsal hayatla ilgili birçok ilke beyan etmiştir.

Bu gerçekten hareketle, İslâm tarihi içerisinde ilk siyâsî organizasyonun ne şekilde, ne zaman, hangi özelliklerle hayata geçtiği ve bunun kurumsallaşma süreci son derece önem taşımaktadır. Bu noktada ilk İslâm Devleti’nin Hazreti Peygamber zamanında hayata geçtiği hemen hemen herkes tarafından kabul edilirken, kurumsallaşma sürecinin ise Hazreti Ömer’in “Dîvan” teşkilatını tesis etmesiyle başladığı iddia edilmektedir.

Oysa Hazreti Peygamber döneminden itibaren kurumsallaşma ve “Dîvan” teşkilatının temellerinin atılmaya başladığını bize gösteren birçok delil mevcuttur.

İnsan, maddî ve manevî çeşitli ihtiyaçları olan bir varlıktır. Bu ihtiyaçlarını karşılamak ve hayatını devam ettirebilmek için kendisi gibi olan insanlardan oluşan bir topluluğa ihtiyaç duymaktadır. Etnik yapı ve inanç başta olmak üzere dil, bölge, kültür gibi fenomenler ise bir topluluğu diğerinden ayıran, nev-i şahsına münhasır bir toplum olmasını sağlayan unsurlardır.

Bir toplum, sahip olduğu maddî/manevî unsurları muhafaza ve devam ettirebilmek için çeşitli organizasyonlar yapmak zorundadır. Bunların başında ise tüm toplum organizasyonları arasında koordinasyonu temin edip koruyucu ve geliştirici tedbirleri almak gibi en temel görevi üstlenen “siyâsî organizasyon” gelmektedir. Tarihteki en eski toplumlardan günümüzdeki en modern toplumlara gelinceye kadar her birinde var olan bu siyâsî organizasyonlar, kendi toplumunun varlığını, devamını, korunmasını, geliştirilmesini ve diğer toplumlarla rekabetini sağlamaya çalışmaktadır.

Bir siyâsî organizasyon belli bir kurumsal yapılanmaya ulaştığında hükmî bir şahsiyet hâline bürünmekte ve “devlet” olarak nitelendirilmektedir. Bu noktadan hareketle, devletin ne olduğu ile ilgili toplumsal bir gereklilik olması dolayısıyla sosyolojik, siyasal, güç ve tasalluta dayalı bir iktidar erki olma gibi açılardan hakkında farklı tanımlar yapılmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere, “devlet” basit bir mefhum değil, oldukça girift ve çeşitli fikir unsurlarından mürekkep bir yapıdır.

Toplumlar devletin ortaya çıkışı ve gelişmesindeki iç ve dış etkenler nedeniyle çok çeşitli devlet yönetim şekillerini tecrübe etmişlerdir. Kabile devletlerinden kent devletlerine, fetih devletlerinden ulus devletlere, teokratik devletlerden sosyalist devletlere, monarşik devletlerden meclisli devletlere, demokratik devletlerden halk devletlerine, imparatorluk devletlerinden feodal devletlere birçok çeşidi denenmiş, uygulanmış ve farklı zamanlarda bunlar arasında geçişler yapılmıştır. Bu geçişlerdeki en önemli etkenler, toplumu oluşturan temel dinamiklerde ortaya çıkmış çeşitli dönemsel baskın unsurlar ve toplumların ya da toplumu yönlendirenlerin yapmış olduğu tercihlerdir.

Zaman içerisinde devleti oluşturan etnik yapı, dinî tercih, dil, bölge, kültür ve medeniyet gibi özellikler değiştiğinde devletin yapısal özellikleri de değişmiştir. Çok daha travmatik gelişmeler yaşandığında ise devlet yapısı sona erebilmiştir. İbni Haldun’un devleti insanlara benzeterek doğması, yaşaması ve ölmesi şeklinde tabir ettiği hakikat de buna dayanmaktadır. Dünya devletler tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur.

(Devam edecek...)

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar