SON DAKİKA
Reklam
Reklam
Sertif PARLAK

Kur'an'da İnsan ve Yaratılış

A- A+

YAZIMIZA bir sual ile başlayalım: Çevremize baktığımızda her varlığın belli bir amaca yönelik yaratıldığını görüyoruz. Bütün varlıkların insan ekseni etrafında odaklaştığı bir sistemde acaba insan niçin yaratılmıştır? 

Cevabını da beşerî kabiliyetiz ölçeğinde Kur’ân rehberliğinde verelim. Yaratıkların en mükemmeli olan insan, yaratılış sırrının harikalarıyla dolu, tıp biliminin pek çok sırrını çözemediği, akıllara durgunluk verecek bir hakikattir. Kur’ân’ın bize öğrettiğine göre insan varlığı, orijinal yapısı itibariyle her şeye gücü yeten İlâhî varlığın hârikulade bir nişanesi, evrensel rahmetin mükemmel bir görüntüsüdür. Yani insan yaratılışındaki mükemmelliği ile Allah’ın mucizevî bir yaratığı olan âyetidir. İnsanın fizikî oluşumu, diğer canlılarınki gibi madde ve gözlem dünyasına aittir. Ancak insanı diğer canlılardan farklı kılan özel bir yönü vardır. İnsan, maddî (biyolojik) ve manevî (ruh) yönüyle bir bütündür. Bu iki yönünü birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Kur’ân, maddî harikaları ve Allah’ın yaratılış mucizelerini, O’nun varlığını ispatlamak için kullanmaktadır. Akıl, hayatın anlamı konusunda doğru düşünme ve sağlıklı algılama metodundan saptırılmıştır. Hayatı ve yaratıcısını uygun bir şekilde anlama, yorumlama ve doğru sonuçlara ulaşma konusunda Kur’ân insana rehberlik etmektedir. Modern bilim hâlâ hayatın sırrı ve kökeni ile uğraşmakta, fakat kullandığı metotların yanlışlığı yüzünden doğru bir sonuca ulaşamamaktadır. Çünkü insanın yaratılışı üzerinde duranlar din ve onun kaynakları bir yana, bilimsellikten bile uzak önyargılarıyla hareket etmekte ve inançsızlığı bu teorilerine bina etme gayretindedir. Aklı vahyin rehberliğinde kullanmayan zihniyet ve düşünce her konuda olduğu gibi yaratılışı anlama ve yorumlama konusunda da yanlış ve tutarsız sonuçlara ulaşacaktır.

Kur’ân insanlardan, Allah’ın yarattığı bu muazzam kâinat üzerinde düşünüp, öğüt almalarını ve daha sonra kendilerine, “Bu şâheseri yaratan Allah niçin insanı yaratamasın?” diye sormalarını istemektedir. “Görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerini yaratmağa da kâdirdir? Kendileri için, bir süre koymuştur, onda hiç şüphe yoktur. Ama zalimler inkârdan başka bir iş yapmazlar.” (İsra/ 99) 

Kur’ân, yaratılış hakikatini bir mucize olarak takdim ederek, insanlığı bu eşsiz sanat eseri üzerinde düşünüp, ibret almaya davet etmektedir. Şu âyet açıkça bunu ifade etmektedir. “İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, onun (Kur’ân’ın) gerçek olduğu iyice belli olsun. Rabbi’nin her şeye şahit olması yetmez mi?” ( Fussilet/ 53) 

Yine Kur’ân bir başka sure-î celilenin âyetinde şöyle demektedir: “Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum için ibret verici işaretler vardır.” (Câsiye/ 4.) 

Kur’ân-ı Kerîm’de tafsilatıyla anlatılan konulardan birisi de insanın yaratılışıdır. Öyle ki, insanın aslı olan suyun (meni) meydana gelişinden (Tarık/ 6-7) insanın mükemmel (Tin/ 4) bir varlık hâline gelişine kadar olan tüm safhalar ve gelişmeler Kur’ân’da geniş geniş anlatılmaktadır. İnsanın yaratıldığı maddeler toprak, çamur, su, karışık nutfe, pıhtılaşmış kan (Hac/ 5, Mü’min/ 67), yine yaratılışın merhaleleri, nutfe, alaka, mudga, kemikleşme, kemiklere et giydirilmesi, yaratılışın tamamlanması şeklinde bütün tafsîlatıyle anlatılarak açıklanmaktadır. (Fatır/ 11, Hâc/ 5, Mü’minûn/ 12-15.)     

“Dinî yahut felsefî düşünce sisteminde oluş ve insanın varlığı meselesi, en büyük meseledir. Her zaman şu soru sorulur: İnsan nereden geliyor? İnsanın bu dünyada var oluş kaynağı nedir? Kur’ân’a göre sorunun tek doğru cevabı şudur: Var oluşun kaynağı Allah’tır. Varlık insana Allah’ın bir lütfudur. Başka bir deyişle Kur’ân’ın bu İlâhî manzarasında Allah ile insan arasında yaratıcı ile yaratılmış münasebeti vardır. Allah, eşsiz yaratandır, insan da mükemmel bir yaratılan. İslâm’ın kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerîm’e göre insan varlığı, orijinal yapısı itibariyle, her şeye kâdir İlâhî varlığın harikulâde bir nişanesi, evrensel rahmetin mükemmel bir görüntüsüdür. 

Kur’ân birçok vesilelerle şu aydınlatıcı fikri bizim ibret nazarımızın önüne sermiştir: Bütün kâinat Allah’ın olağanüstü işareti (âyeti) ile doludur ve aynı işaretler bizim yaratılışımız ve varlığımızda da mevcuttur” (Prof. Dr. Erol Güngör, İslâm’ın Bugünkü Meseleleri) 

Konumuza devam edelim… Allah (cc) şöyle buyurarak buna misal verir: Kesin iman edenler için nice âyetler (işaretler) vardır yeryüzünde ve nice işaretler vardır kendi varlığınızda! Görmüyor musunuz? (Zâriyât/ 20, 21) Başka bir âyette de “Biz onlara âyetlerimizi ufuklarda ve kendi (yaratılışlarında) göstereceğiz ki, O Kur’ân’ın hakikat olduğu onlara açık açık belli olsun…” deniliyor. (Fussilet/ 53) O halde insan Allah’ın kudret ve kemâlinin bir işareti (âyeti) ise, bu demektir ki insan kendi varlığında İlâhî mevcudiyetin delilini taşımaktadır. O, görünmeyen varlığın görülebilir sembolüdür. (Prof. Dr. Erol Güngör, İslam’ın Bugünkü Meseleleri) 

Yaratılış konusu düşüncenin var oluşundan beri insan zihnini meşgul etmiştir. Dolayısıyla düşünceyi formüle eden felsefe başta olmak üzere pek çok bilim yaratılış konusuyla ilgilenmiştir. İlâhî ve beşerî dinler ile felsefî düşüncelerin kitapları genelde insanın yaratılışı konusunu ele almıştır. Kur’ân’ın ilk nazil olan âyetleri (Oku! Yaratan rabbinin adıyla!) yüce Allâh’ın yaratıcılık sıfatı ve insanın yaratılış kaynağından bahsetmektedir. (Alak/ 1-3) 

İnsanın yaratılışı konusu Kur’ân’da en geniş detayları ile anlatılan konulardan birisidir. Ayrıca Kur’ân’ın bildirdiğine göre insan yaratılışı uzun bir süreçten ve evrelerden geçerek mükemmelliğe ulaşmıştır. Dolayısıyla bu evrelerin ve süreçlerin âyetlerde anlatılış biçimiyle ele alınarak değerlendirilmesi ve buna göre bir sonuca ulaşılması bu idealin gerçekleşmesi açısından son derece önemlidir. Kur’ân, insanı hem yaratılış hem de yeryüzündeki yaratılış gayesi ve kendisine yüklenilen sorumluluklar açısından ele almaktadır. İnsan fizikî ve ruhî yönleriyle değerlendirilmesi gereken bir varlıktır. Kur’ân da insanı her iki yönüyle ele alarak onun hem beden hem de ruh bakımından değer atfedilen bir varlık oluşuna işaret etmektedir. Bedenin maddî gıdalarla beslendiği gibi ruhunun da manevî gıdalarla beslenmediği durumlarda insanın kendisine verilen üstün değerden nasıl alaşağı bir derekeye düşebileceği uyarısı ile insanın maddî yönünden öte manevî yönüne daha çok önem atfedilmiştir.

Cenâb-ı Hak, seçkin olarak yarattığı insanı kendisine dost ve muhatap kılmış, gönderdiği semavî kitaplarla ona emir ve yasaklarını bildirmiş, saadet ve istikamet yollarını göstermiştir. İnsan, kendisine verilen bu yüce his ve organların kıymetini bilmezse, onları vereni unutur ve ondan gaflet eder. Allah’ın mahlûku ve sanat eseri olduğunu ve her an onun terbiye ve gözetimi altında bulunduğunu, onun vermiş olduğu nimetlerle beslendiğini unutur. Ona karşı yapması gerekli olan görevlerden yüz çevirir. Bu cümleden olarak, evet kendini tanıyan ve yaratılış gayesinin Allah’a kulluk olduğunu bilen insan, bu gayeye uygun hareket eder. 

“İnsan niçin yaratılmış?” sorusuna sıkça muhatap oluruz. Böyle bir soruyu kendimize yahut bir başkasına sormamız, bizim için büyük bir İlâhî ihsandır. 

Şöyle ki: Bu soruyu güneş kendisine soramadığı gibi, bir başka yıldız da güneşe sorabilmiş değil. Yine bu soruyu bir arı bir başka arıya yahut bir koyun berikine sormaktan aciz. Demek oluyor ki, bu sorunun cevabını arayan insanoğlu, kendi varlığını istediği sahada kullanma konusunda serbest bırakılmış; bir arayış içinde ve bu konuda bir imtihana tabi tutulmuş. Bu imtihanı kazanmanın tek yolu, sorunun cevabını bizi yaratandan öğrenmemizdir. Bu noktaya varan insanlar gerçeğin kapısını çalmış olurlar. Ve kendilerine Kur’ân lisanıyla, Peygamber diliyle cevapları verilir. Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet -kulluk- etsinler diye yarattım.” (Zâriyât/ 56) Oysa günümüz insanı her şeyi, kendi akıl ölçüleriyle değerlendirmeye çalışır. Eline bir avuç çamur alır, bundan insanın nasıl yaratılabileceğini düşünür. Bir çamura, bir de kendisine bakar. Arada hiç benzerlik yok. Ona göre bundan, ya tuğla veya çömlek yapılabilir. Çünkü kendi gücü buna yetmektedir. Aslında tek hücreden insan yaratılması, çamurdan insan yaratılmasından daha kolay değildir. Gözle görülemeyecek kadar küçük bir hücreden, dokuz ayda şuur ve akıl sahibi bir insan süzülüyor. Zigotun bebek hâline gelinceye kadar geçirdiği değişiklikleri adım adım takip etmek mümkün. Ama hadisenin izahını nasıl yapacağız? Hangi kudret kalbi tanzim ediyor; baştan gözü, ağızdan dişi çıkarıyor? Hem de Hz. Âdem’den (as) beri bütün insanlarda aynı kanunlar hükmünü icra ediyor. Şunu itiraf etmek durumundayız ki, insanın yaratılışı gerçekten bir mucize. İster ilk insan, isterse günümüz insanı olsun, bu hüküm hepsi için geçerli. Meselenin anlaşılmasındaki güçlük, sanırım yanlış kıyastan ileri geliyor. Biz, kâinattaki hadiselerin cereyan tarzını devamlı kendi güç, kuvvet ve ilmimizle mukayese ediyoruz. Tabii ki, sonuçta işin içinden çıkamıyoruz. Hâlbuki bu hadiselere Cenâb-ı Hakk’ın kuvvet, kudret ve ilmi noktasından bakmak gerek. O zaman, her şeyin gerek vücuda gelmesi, gerekse ortadan kalkması o kadar kolay olur ki, şüpheye mahal kalmaz.

Müfessirlerin, ilim erbabının muradı ve çalışmalarının gayesi,  Kur’ân ayetleri ışığında insanın yaratılışını her açıdan ele alarak, insanın eşsiz ve mükemmel yaratılışındaki İlâhî sanat ve mucizeyi ortaya koymaktır. İnsanın yaratılışı konusu Kur’ân’da en geniş detayları ile anlatılan konulardan birisidir. Ayrıca Kur’ân’ın bildirdiğine göre insan yaratılışı uzun bir süreçten ve evrelerden geçerek mükemmelliğe ulaşmıştır. Dolayısıyla bu evrelerin ve süreçlerin âyetlerde anlatılış biçimiyle ele alınarak değerlendirilmesi ve buna göre bir sonuca ulaşılması akledenler/ düşünenler açısından son derece önemlidir. Kur’ân insanı hem yaratılış hem de yeryüzündeki yaratılış gayesi ve kendisine yüklenilen sorumluluklar açısından ele almaktadır. İnsan fizikî ve ruhî yönleriyle değerlendirilmesi gereken bir varlıktır. Kur’ân da insanı her iki yönüyle ele alarak onun hem beden hem de ruh bakımından değer atfedilen bir varlık oluşuna işaret etmektedir. Bedenin maddî gıdalarla beslendiği gibi ruhunun da manevî gıdalarla beslenmediği durumlarda insanın kendisine verilen üstün değerden nasıl alaşağı bir derekeye düşebileceği uyarısı ile insanın maddî yönünden öte manevî yönüne daha çok önem atfedilmiştir. İnsan diğer yaratılan varlıklar gibi Allah’ın yarattığı bir varlıktır ve tabiî bir yaratıktır. Fakat insan, diğer bütün tabiî yaratılışlardan ayrılmıştır. Çünkü ona Allah kendi ruhundan üflemiştir. (Secde/ 9, Hicr/ 29, Sâd/ 72’nci âyetlerde anlatılmıştır.) Yani insan sadece görünen bedenden ibaret değil, ruh-beden birleşiminden oluşan ve bu iki yönü asla birbirinden ayrı düşünülemeyecek olan bir yaratılışa sahiptir. İnsan ruh yönüyle diğer varlıklardan üstün olduğu gibi vücut ve mahiyet itibariyle de varlıkların en harikasıdır. Allah ilk insanın biyolojik cevherini, en faydalı madde olan topraktan yaratmıştır. Mücevher topraktan kıymetli ve parlak olarak mütalâ edilse de toprak kadar faydalı değildir. İnsanın diğer varlıklar içinde farklı bir kategori, farklı bir yapı taşıdığını, ama bütün varlıkların en mükemmeli, en şereflisi olduğunu ifade eden âyetler sayı olarak az olmakla birlikte, ifade gücü itibariyle başta olduğunu görüyoruz.

İnsan bütün bu özellikleri taşıyan bir varlık olmasına rağmen yeryüzüne halife kılınması, kendisine sorumluluk yüklenmesinin sebepleri olmalıdır. Kur’ân, insanın yeryüzünde halife kılınmasına sebep olan bu özellikleri de anlatmaktadır. Öncelikle bir âyette geçen ve müfessirlerin kahhar ekseriyetinin “akıl” diye tefsir ettikleri emanetin yerde,  gökte bütün varlıklara sunulduğunu, hepsinin bu aklın sorumluluğundan kaçtıklarını, insanın o akıl sorumluluğunu, üstlendiğini ifade eden âyeti (Ahzâb/ 72)  ele alıyorlar ve diğer varlıklardan ayrı, akıl  nimetiyle nimetlenmiş ve bunun gerektirdiği sorumluluğu üstlenmiş bir varlık olduğu sonucuna varıyorlar.  Kur’ân insan yaratılışındaki bu mükemmelliği “Ahsen-i takvîm üzere yaratılış” olarak ifade etmektedir. 

Bu özelliğin ne anlama geldiği konusunda âlimler arasında farklı yorumlar vardır. (et-Tîn/ 4) “Ahsen-i takvîm” ifadesi, “Andolsun biz insanı en güzel şekilde yarattık” mealindeki âyette geçmektedir. Yaratıkların en mükemmeli olan insandaki güzelliğin kaynağı, bazı âyet ve hadislerde dile getirildiği üzere Allâh’ın onu tasvir ve övmektedir. (A’râf/ 11) Yani “tesviye” etmesi, kendi eliyle yaratıp ruhundan üflemesi (Sâd/ 72) kendi sureti üzere yaratması ve onu yeryüzünde halife kılmasıdır. (el-Bakara/ 30) 

İnsan hem ruh, hem de beden itibariyle yaratılmışların en güzelidir.  Her şeyiyle mükemmel bir varlıktır. Kur’ân bu mükemmelliği şu âyetle dile getirmiştir: Allâh sizin için yeri bir yerleşme mekânı, göğü bir bina kıldı, size şekil verdi ve yaratılışınızı güzel yaptı.”(Mü’min/ 64) “O ki, yarattığı her şeyi güzel yarattı.” (Secde/ 7) 

Yukarıda verilen âyetlerin ışığında İslâm ulemasının görüşleri de şu şekildedir…  

İnsan yaratılışında “Ahsen-i takvîm” bir özelliğe sahiptir. Bu özelliğin kaybolması veya bozulması daha sonra iç ve dış etkenlerle olmakta ve “esfel-i sâfilîn” durumuna düşüş olarak neticelenmektedir. Ahsen-i takvîm üzere yaratılışı (el-Aynî, Umdetü’l-Karî, Şerhu Sahihi’l-Buhari) Aynî şöyle tarif ediyor: 

“Bütün uzuvları düzgün ve mütenasib bir şekilde yaratılan, akıl ve idrak kabiliyeti ile donatılıp süslenen, işini görebilecek şekilde yaratılandır. Esfele sâfilîn ise, bu güzel yaratılış nimetinin şükrünü eda edememekten dolayı bu güzelliğin çirkinliğe dönüşmesi, şeklinin bozulması, gençliğinin gitmesi, aklının yok olmasıdır. İnsanın suretinin yaratılışının güzelliği onun diğer canlılar arasındaki eşsiz görüntüsüdür ki, bu mükemmellik ona vazifesini yerine getirecek şekilde donatılmış olsun ve bu şekliyle kendisine verilen halifelik vazifesini güzel bir şekilde yerine getirebilsin.” 

Son asrın büyük müfessiri olan M. Hamdi Yazır’a göre buradaki hususun, güzellik, hikmet ve maslahata uygunluktur. O hâlde insan yaratılışında hayır ve şerre, hevâ ve bedenî şehvetlere tabi olma, hissî ve dünyevî isteklerle meşgul olma, fazilet, takva ve yüksek insanlık örneğine yükselme ve sâlih amelde bulunma ve bunlarla sükûnet ve ruhsal mutluluğa ulaşma hususunda bir yetenek bulunmaktadır. İnsan tabiatının hayır ve şer, fazilet ve rezalet, Allah’a itaat ve isyan arasında bir çatışmayı içermesi doğaldır. Ancak Allah’ın bir lütfu olarak insan, fıtrat noktasında şerre nisbeten hayra daha meyyal olarak yaratılmıştır. Bu noktadan hareketle insana baktığımızda bütün azaları kendi yaratılışına uygun olana doğru bir içgüdü ve fizyoloji ile programlanmış olduklarını görürüz. Bu, insan bünyesini daima, hayra ve hakka doğru yöneltir ki, buna asıl iyiliğe meyyâl olarak yaratılmış fıtrat denilir.    

Sonuç olarak meseleyi hülâsa eder isek şu kanaate varırız: Sarahaten şunu ifade etmek gerekir ki, bugün İslâm dünyası nüfus çokluğundan değil çalışma ve eğitime/ ma’arife önem vermemesinden dolayı ekonomik ve sosyal sıkıntılarla karşı karşıyadır. Allah’ın dışında yaratıcı ve yaratılışı engelleyici yoktur. Tüp bebek ve benzeri ile klonlama çalışmaları yaratma değildir. Zira bu çalışmalardaki yaratmanın (hâşa) ana unsurları, insan gücü ve teknolojinin meydana getirmesi mümkün değildir. Nüfus azaltma çalışmaları, insanlık onuruna karşı açılan bir savaştır. Dünyanın en kalabalık ülkelerinden olan Çin böyle bir problem yaşamamaktadır. Avrupa ülkeleri nüfus planlaması yapmanın nasıl bir hata olduğunu yeni fark etmiş, şu anda aksine doğumu teşvik ederek bunun için çok büyük maddî destekler sağlamaktadırlar, genç nüfusa sahip olamamaktan şikâyet etmektedirler. Bizi bunları yazmaya zorlayan acı sebepler, yıllar yılı Allah’ın emrine muhalefet eden lâdini yapılar, şuursuz idareciler vasıtasıyla âdeta nüfusu kısırlaştıracak resmî politikalar uygulanmıştır. Elhamdülillâh, bu durumun vahametinin farkına varan Devlet Aklı, müspet mânâda adımlar atmaktadır. Aile planlaması taraftarlarının ısrarla Kur’ân’da nitelikli çocuk ve insandan aynı zamanda plan ve programdan bahsedildiğini söylemeleri tutarlı bir iddia değildir. Zira sayıca çok olmak, kalitesizlik ve plansızlık anlamına gelmez. Önemli olan başarılı plan ve program yaparak insanlara nitelik kazandırabilmektir.  Kur’ân-ı Kerîm, insanın yaratılış sürecini en geniş teferruatıyla anlatmış ve bununla da Allâh’ın (cc) yaratma kudretini insanlık âlemine göstermeyi amaçlamıştır. İnsanları da bundan ibaret alarak iman etmeye davet etmiştir. Kur’ân’a ve gerçekçi ilim sahiplerine göre Allah, bütün varlıkların tek yaratıcısıdır. İnsanın ilk yaratılışı Allah tarafından toprak ve onun çeşitli karışımlarından gerçekleşmiştir. Değişik düşünce ve kutsal kitaplardaki yaratılış inancından da anlıyoruz ki, ilk insanın Kur’ân’a göre topraktan yaratıldığı tezi doğrulanmakta ve desteklenmektedir. Diğer insanların yaratılışı da sperm ve yumurtanın karışımı olan nutfe’den meydana gelmiştir. İnsanın hangi maddelerden yaratıldığı, bu maddelerin özellikleri ve bu özellikleri insanın yapısındaki kimyasal bileşimlerle ne kadar uyum içerisinde olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Bilim de bunu kabul etmiştir. 

Bir sözümüz de “evrimcilere”dir… Evrim fikrini ileri sürenlerin de itiraf ettiği gibi insanın bir takım hayvan türlerinden gelişmek suretiyle şu anki hâline geldiği iddiası bilimsel değildir. Biyolojik gelişmeler süreklilik arzeder. Buna göre insanın kendisinden evrimleştiği hayvanlar bugün niçin evrimleşmemektedirler? O hayvanların bazı organlarını daha çok kullandırarak evrimleştirmek mümkün müdür? O canlılar evrimleşmiş ise nesilleri niçin halâ devam etmekte ve çoğalmaktadır? Bu canlılardaki hücre, iskelet ve birtakım organların insanınkiyle benzeşiyor olması bunların aynı kökten geldiği iddiası için yeterli midir? Farklı hayvan cinsleri arasında da bu tür benzerlikler vardır ama hepsi değişik değişik canlılardır. İnsanın, kendisi dışında bir canlı varlıktan evrimleştiği iddiası doğrulanmış bir bilimsel gerçek değildir. Evrimciler de bunu itiraf etmekte ancak iddiaları Kur’ân tarafından çürütüldüğü için düşüncelerinden vazgeçmemektedirler. İnsanın kendi içinde evrimleştiği iddiası da doğru değildir. Çünkü Kur’ân’a göre insan ilk yaratılışında en mükemmel bir biçimde yaratılmıştır. Öyle olmasaydı Allah meleklere Âdem’e secde etmelerini emretmez, evrim tamamlandığında emrederdi.  

Son söz Kur’ân’ın… Kelâm-ı Kadim (Furkân) âyetlerinin de apaçık ortaya koyduğu gibi insanın yaratılışı, ona ruh üflenmek ve onun hayatta kullanıp istifade edebileceği tüm uzuvların tam olarak verilmesiyle tamamlanmaktadır. Allah (cc) insana verdiği değeri ve onun yaratılışındaki mükemmelliği ifade anlamında, meleklere insana secde etme emrini vermiştir. İnsan ilk yaratılışta tam mükemmel bir insan suretinde varlık dünyasına çıkarılmıştır. Evrimcilerin iddia ettiği gibi sonradan insan şekline dönüşmüş bir hayvan suretinde yaratılış yoktur. Bazılarının da dediği gibi insan önce ne yapacağını bilmeyen bir beşer olarak yaratılmış, sonra toplumda yaşamaya uygun bir insan (ünsiyet kurabilen varlık) hâline gelmiş de değildir. “Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısına yuvarladık.” İnsan yaratılışında “Ahsen-i takvîm” bir özelliğe sahiptir. Bu özelliğin kaybolması veya bozulması daha sonra iç ve dış etkenlerle olmakta ve “esfel-i sâfilîn” durumuna düşüş olarak neticelenmektedir. (Tîn sûresi/ 4-5) İnsan hissî idrak konusunda hayvanla ortaktır. Ancak insan, Allah’ın kendisine verdiği akıl ile hayvanlardan ayrılmakta, düşünceye yetkin olmakla da eşya ve olaylarda inceleme ve etüt yapmakta, küllî kaideleri cüzîlerden çıkarmakta, öncüllerden sonuçlara gitmektedir. İnsanın düşünceye muktedir olması, kendisini ibadetlere ehliyetli kılmış, ihtiyar ve irade sorumluluğu yüklenmesine sebep olmuştur. İşte bu durum, onu yeryüzünün halifesi kılmıştır. Vesselâm… 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar