SON DAKİKA
Reklam
Sertif PARLAK

İsraf etmek, erdemsizliktir

A- A+
Reklam

İNSANOĞLUNA verilen nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Kur’ân-ı Kerîm’deNahl sûresinin 18. âyetinde Allah’ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir” diye buyrulmuştur. Düşünme, karar verme gibi özelliklerimiz, bizleri diğer varlıklardan ayıran nimetlerin başında gelir. Cenâb-ı Hakk’ın lütfettiği nimetlerin ve dünyaya gönderiliş amacının bilincinde olan kişi, tüketim konusunda duyarlı olmaya ve hayatın her alanında olduğu gibi alışveriş hususunda da dengeli hareket etmeye çalışır. Yüce Allah yarattığı mahlûkatla birlikte ona, ömrü boyunca yetecek rızkı da yaratıyor. Yaratılanların rızkının Yüce Allah tarafından teminat altına alınıp yaratıldığı Kur’ân-ı Kerîm’in nassı ile sabittir. Ancak hırsızlar ve müsrifler herkese yetecek olan bu rızkı çalarak ve israf ederek dünyanın bugünkü manzarasının ortaya çıkmasına neden oluyorlar.İslâm dini her konuda olduğu gibi tüketimde de belli bir dengenin, israf ve cimrilik arasında bir yolun gözetilmesini emretmiştir. Müslüman, hayatının her alanında ölçü ve dikkat içinde olan, çevresindeki fakir ve yoksulları koruyup gözeten, imkânları ölçüsünde onlara yardım elini uzatan kimsedir. Yüce Rabbimizin, “Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (A’râf/ 31) şeklindeki buyruğu ile sevgili Peygamberimizin, “Kibirsiz ve israf etmeden yiyiniz, içiniz, giyiniz ve sadaka veriniz.” (Buhari, Libas, 1.) hadis-i şerifleri bize bu konuda rehberlik etmektedir. Bireyi ve toplumu yoksulluğa ve felâkete iten, cemiyetin temel dinamiklerini sarsan ve bir virüs gibi yayılma istidadı taşıyan israf, süreklilik arz eden bir bilinçle durdurulmalıdır. İsraf, sadece gösterişli sofralarla sınırlı kalmamakta, giyim kuşamdan yenilenip duran teknolojik ilgilere, kıymeti bilinmeyen vakitlerden faydasız konuşmalara kadar pek çok alanda kendini gösterebilmektedir. Özellikle şehirlerde israf edilen ve çöplüklere atılan ekmeklerle ilgili rakamlar hepimizin tüylerini ürpertmektedir. İsraf, nimete karşı değersizleştirme eylemidir. Her nimet bize ulaşıncaya kadar gerek doğada gerekse insan elinde pek çok aşamadan geçer. Alın teri ve emek barındırır. Modern hayatın getirdiği hızlı yaşama(!), nimetlerin arka planındaki süreçleri görmemizi daha da perdelemiş, şükür ve tefekkür imkânlarını kısıtlamıştır. Burada Müslüman’a düşen görev, aldığı nefesten içtiği suya, kendisine verilen iman ve akıl gibi büyük nimetlerden aile saadetine varıncaya kadar her rızkın kıymetini bilmek, hakkını vermektir. Günümüzde dillere pelesenk olan bazı kavramların başında gelen, “tüketim-israf” gibi kelimelerin dünyasına bakalımKur’ân, hayatla ilgili daha temel kavramlara yönelmektedir
Kur’ân-ı Kerîm’de “tüketim” kavramını doğrudan ve birebir karşılayan herhangi bir kelime yoktur. Ancak çok sayıda âyette geçen infâk kelimesi, insanın malını, kendisinin, ailesinin, toplumunun, muhtaçların ihtiyaçları için harcaması anlamına geldiği gibi, tüketme anlamını da kapsamaktadır. Bu itibarla tüketim kavramının, infâk lafzının açılımlarından biri olarak Kur’ân’da mevcut olduğunu söyleyebiliriz. İlaveten, ilgili ayetlerde infak ve cömertlik emredilmek, israf ve cimrilik de yasaklanmak suretiyle tüketimle ilgili bir perspektif çizmiş, bu da İslâm’ın öngördüğü tüketim anlayışının temelini oluşturmuştur. Yani tüketim bir olgu olarak da Kur’ân’da mevcuttur. Kur’ân’da gerek infak lafzıyla ilintili olan, gerekse bir olgu olarak mevcut olan tüketimin, yalnızca mallarla veya bedeli ödenen mallarla sınırlı olduğunu gösteren herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Aksine, biraz sonra örneklendireceğimiz gibi, birçok âyette çeşitli iktisadî hizmet alanlarının ismi geçmektedir. Bu yüzden Kur’ân temelli bir tüketim anlayışının, ister ticaret, ziraat, zanaat gibi emeğe dayalı, ister miras, hibe gibi emeğe dayanmayan meşru yollarla elde edilsin, her türlü mal ve hizmetin faydasından yararlanmayı kapsadığını söyleyebiliriz. 

Yeri gelmişken şunu da belirtmeliyiz ki, bu kelimelerin Kur’ân’daki anlamları, iktisat ilminin kavramlarının anlam alanlarıyla tam olarak örtüşmemektedir. Meselâ mal ve hizmetlerin üretimi amacıyla haddinden fazla kaynak kullanılması, İslâm’daki konu olabilecekken, iktisadî manadaki tüketim kavramının muhtevasına dâhil değildir. Dolayısıyla, Kur’ân’da geçen kavramların anlam alanlar itibariyle araştırmamızın sınırları, iktisâdî anlamdaki bir tüketim kavramının sınırlarından zaman zaman daha şümullü olabilecektir. Zira Kur’ân bir iktisat kitabı değildir; O, hayatla ilgili daha temel kavramlara yönelmektedir. Bu kavramlardan çoğunun, sadece tüketimle değil, iktisadın bütün alanlarıyla, hatta hayatın diğer birçok alanıyla da ilgisi bulunmaktadır. 

Bu yüzden biz bu yazımızda, kendimizi iktisat biliminin kavramlarıyla sınırlandırmayacağız; bunun yerine bizzat kendi kavramlarından hareketle Kur’ân’da öngörülen tüketim anlayışı veya düşüncesi hakkında genel bir çerçeve çizmeye gayret edeceğiz. Aslında Kur’ân’ın herhangi bir meseleye bakış açısını tespit etmeye çalışan her araştırmacının takip etmesi gereken metot da kanaatimizce budur. Aksi takdirde Allah’ın kitabı, yanlış anlaşılabilir, yanlış yorumlanabilir, ilgisiz görüşler için alet edilebilir. Meşru tüketim, Kur’ân-ı Kerîm’de meşruluk ilkesi temelde sadece ticârî-iktisâdî açıdan değil, insan hayatının bütün yönlerini kuşatıcı bir tarzda arzedilir. Kur’ân, meşruiyetin niteliğini belirleyen genel ölçüler koyar. İslâm’ı kabul eden bir kişi veya toplumun hayatı, faaliyetleri ve nizamı, bu genel ölçülere uygunluğu nispetinde meşru sayılır. İktisadî hayatın önemli unsurlarından biri olan tüketime ilişkin konularda da aynı husus geçerlidir. Bir tüketim faaliyetinin İslâm’a göre meşru sayılabilmesi için hem ihtiyaç, mal, kazanç ve hizmetlerin, hem de tüketim biçimi ve harcamaların meşru olmasıdır. Peki “israf” kelimesinin mânasına bakalım…

İsraf bir itidalden, ölçülü tutum ve hareket etmekten uzaklaşma durumudur. Bir yönüyle israf etmek, erdemsizliktir. O nedenle de dinlerce ve erdemi temel alan felsefî yaklaşımlarca hoş karşılanmamıştır. Özellikle İslâm’ın nuru olan Kur’ân’ı Kerîm’in Nisa 6, En’âm 141 ve Â’raf 31’inci âyetlerinde erdem, ölçülü şekilde yiyip içme ve giyinme emredilirken, erdemsizlik yani israf Allah’ın sevmediği bir tutum görülerek yasaklanmıştır. Bize düşen, yemek içmek ve giyinmek konusundaki bu İlâhî ilkeyi genişleterek zamanımızdaki israf alanlarına karşı bir önlem olarak da uygulayabilmektir. Bunun en öncelikli yolu da var olan şemayı, modern problemlere de uygulayabilecek dönüşümü getirecek bir dinî eğitim ve söylem geliştirebilmektir. Emanet bilincinin geliştirilmesi, bireyin hem kendisiyle olan ilişkisinin hem de başkalarıyla ve Yaratıcıyla olan ilişkilerinin sağlıklı bir seyir izlemesini temin edebilir. Aksi takdirde tüketim kültürü içerisinde neşvünema bulan ve meşrulaşan israf, bencilliği törpülemekte, gösterişi ve metalar üzerinden kendini tanımlama fikrini desteklemektedir. Empati, yardımlaşma ve başkasının derdiyle hemhâl olma, israfın bir çaresi olarak sunulabilir. Zira israf ve cimrilik arasındaki orta yol olan cömertlik erdemi de bunu gerektirir. Özellikle 2000’li yıllardan sonra Batı toplumlarındaki gidişatı problemli gören sosyal bilimciler toplumsal hayatta erdemlerin yeniden kazanılması ve yaygınlaştırılmasının önemini vurgulamış ve bir tür “erdeme dönüş” hareketi başlatmışlardır. Meselâ psikolojide bunun yansıması olarak pozitif psikoloji geliştirilmiş, toplumsal sorunların ve ruhsal problemlerin önlenmesi, iyi oluş, hayat memnuniyeti, iyimserlik, psikolojik dayanıklılık, mutluluk ve huzurun tesisi için erdemlerin bireysel ve toplumsal hayatta yaygınlaştırılması çözüm olarak önerilmiştir. Dolayısıyla bireysel düzeyde aile, okul, sivil toplum kuruluşları düzeyinde yardımseverlik, alçakgönüllülük, cömertlik gibi erdemlerin yaygınlaştırılması amaçlanmıştır. 

Tüketim çılgınlığı, bir kelâmı kibarda, “Tuzlu su ile susuzluğunu gidermeye çalışan kişinin daha çok susuzluk hissine kapılması misalidir” şeklinde ifade bulur. Tüketim çılgınlığı, günümüz insanlarının kendilerini kaptırdığı, bir türlü doyum noktasına ulaşamadığı, maddî ve manevî çeşitli sıkıntılara sebep olan bir alışkanlık hâline dönüşmüştür. Materyalist anlayışın giderek daha çok hâkim olmasının etkisiyle garip ve merak uyandıran yabancı menşeli ifadelerle ve yabancı hayranlığı hastalığı olan yılbaşı ve doğum günü kutlamaları, bebek için yapılan cinsiyet öğrenme partileri (babyshower), bekârlığa veda partileri (brideto be), indirim haftaları, kara cuma günleri (blackfriday) gibi tüketimi özendiren uygulamalarla insanlar alışveriş furyasının içine çekilmektedir. 

İnsan davranışlarına bakıldığında üç farklı tüketim şekli görülmektedir: Cimrilik, iktisat, israf… 

Dinimiz, cimrilik ve israfa düşme konusunda insanları ikaz etmiş, doğru olan davranışın iktisat olduğunu ayet ve hadislerle defalarca vurgulamıştır. Her hâlimizi bilen Yüce Allah, tüketim konusundaki zaaflarımızı da bildiği için, nimetleri ölçülü kullanma konusunda bizlere uyarılarda bulunmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de mümin kulların nitelikleri şu şekilde belirtilir: “(O kullar ki), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”  Her şeyi ölçülü ve dengeli bir şekilde yaratan Rabbimiz, kullarından beklediği davranışı ise şu şekilde ifade eder: “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma! Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” Bireyin maddî olarak gücü yetse de “gerektiğinden fazla olma” durumu var ise yaptığı harcamalar israf olarak değerlendirilir. İhtiyacı olmadığı hâlde bir eşyayı almak istediği durumlarda, kişi, “Olmasa, olur mu? Bir ihtiyacımı giderecek mi? Buna gerçekten ihtiyacım var mı yoksa nefsime hoş geldiği için mi almak istiyorum?” gibi soruları kendisine sormalıdır. Aşağıda meramımızı özetleyen bir kısas olabilecek hususu arzedelim…

Suyu fazla kullanmanın israf olacağını biliriz de hoyratça kullanırız. Yine doyduğumuz hâlde tıka basa yemenin israf olacağını ya da bir ayakkabımız varken başka rengini de almanın israf olacağını düşünmeyiz. Hâlbuki eriştiğimiz nimet ve imkânlar Allah’ın bizlere lütfettiği emanetlerdir. Bu dünyaya geliş amacımız mal, mülk edinmek ve bunları sergilemek, göstermek veya canımızın her istediğini yaparak eğlenmek değildir. Genel olarak israf, “İnsanın fiil ve eylemlerinde haddi aşmasıdır’’ şeklinde tanımlanmaktadır. Tanımdan anlaşılacağı gibi israf, maddî yönden olabildiği gibi manevî yönden de olabilmektedir. Yani abdest alırken suyu gereğinden fazla kullanmak nasıl israf ise vaktimizi boş şeylerle geçirmek de aynı derecede israftır. İhtiyacımız olmayan şeyleri satın almak nasıl israf ise gereğinden fazla konuşmak da söz israfıdır. Genel odak noktamız “haddi aşmamak” kavramı olmalıdır. Müslüman birey, hayatının her safhasında bu noktaya dikkat ederek yaşamalı ve orta yol üzere olmalıdır. Mal ve servetin asıl sahibinin Allah olduğunun unutulması, orta yoldan uzaklaşılmasına sebep olmaktadır. Hâlbuki İslâm inancına göre evrendeki her şey Allah’a aittir. İslâm inancına göre, evrendeki her şey Allah’a aittir. İnsanların elde ettiği mal ve mülkün hepsi O’nundur. “Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olan Allah ne yücedir!”(Zuhruf, 85) âyeti bu hususu dile getirmektedir. 

İsrafı şu şekillerde örneklendirebiliriz: 

İnsan ilişkilerinde duyguların israf… Gıda ve su israfı… Giyim kuşamda israf… Doğum günü, düğün, kutlama gibi törenlerde yapılan israf… Zaman israfı… Emek israfı… Enerji sahasında kaynaklarının israfı…

İnsan, dikkatsizliği sebebiyle hayatında bu israf türlerinden pek çoğunun faili olmaktadır. Ayet ve hadislerdeki uyarılara rağmen günlük hayatımızda israfa bu kadar düşmemiz bir açıdan da istek ve ihtiyaç kavramlarının yer değiştirmesi ile ilgilidir. Nitekim insanın isteklerinin sonunun olması da bunun ispatıdır.

İslâm’da en azıyla yetinme mecburiyeti yoktur, insan onuruna yakışacak şekilde hayatın idame ettirilmesi için nimetlerden faydalanılması teşvik edilmiştir. Bu husus Kur’ân’da şöyle dile getiriliyor: “De ki: ‘Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?’” (A’râf, 32) Ancak olgun mümin, sorumsuzca ve sınırsızca tüketim yapamaz. Kazancının sadece kendi çalışması sonucu değil, aynı zamanda Allah’ın bir lütfu olduğunu bilir, servetini O’nun emrettiği biçimde kullanır, sosyal sorumluklarını yerine getirir ve asla gösteriş tüketimine yönelmez. Temel ihtiyaçların dışındaki lüks harcamalar, bireyi ihtiraslarına mahkûm ettiği gibi yaşadığı toplumu da huzursuz etmektedir. Yiyecek, giyecek ya da yakacak gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların olduğu bir toplumda pervasızca yapılan harcamalar maddî imkâna sahip olmayan insanlarda kıskançlık, kin ve nefrete yol açabilir. İslâm dini savurganlığın hâkim olduğu böyle bir yaşayışı reddetmiş ve sadece kendi refahını düşünerek toplumsal sorunlara kayıtsız kalanları ağır biçimde eleştirmiştir. Bireyin tüketime dayalı davranışı, toplumun diğer üyelerinin de tüketim düzeylerini dikkate alacak şekilde olmalıdır. “Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü’min değildir” hadisinin verdiği ince mesaj unutulmamalı, postmodern çağın aşıladığı benmerkezci anlayıştan uzaklaşılmalıdır. 

İsraf, mutedil davranma melekesinden uzak olma ile yakından ilgilidir. Bunu düşündüğümüzde Peygamberimizden rivayet edilen “Canının çektiği her şeyi yemen israftır” ifadesini daha manidar kılmaktadır. Hadiste öğütlenen, kişinin yemek yerken dahi itidalli davranmaya dikkat etmesi ve nefsine hâkim olarak iradesini kontrol altına almasıdır. Aşırı üretimden kaynaklanan atıkları yok edebilmek için su ve enerji tüketimi artmakta, bu da küresel ısınmayı kayda değer biçimde artırmaktadır. Özellikle moda etkisinin yaşandığı giyim sektöründe aşırı ve ihtiyaçtan bağımsız tüketimin varlığından ötürü daha yoğun yaşanmaktadır. Çevre ve dolayısıyla ona ait problemler hakkında duyarlı olan kişi, çevreyi korumaya yardımcı olmak ve ekosistemin tahribat miktarını azaltmak için ihtiyaç oranında tüketim yapmaya dikkat eder. Aşırı tüketimin çevremizdeki kaynaklara zarar verdiği unutulmamalıdır. Alışveriş yaparken ihtiyaçtan ziyade isteklerini esas alan tüketicilerin, gereksiz yere aldığı her ürünün ekolojik dengenin bozulmasına, su kaynaklarının gereğinden fazla tüketilmesine yol açtığını fark etmesi gerekir. Bu bilinç, ihtiyaç duymadığı hâlde anlık kararlar vererek ürün satın almalarının önüne geçecektir. Mü’minler, mülk edinmede ve edinilen mülkü harcamada birtakım değerleri göz önünde bulundurmalıdırlar. “Nasıl olsa mülk bana aittir, sahip olduğum maddî değerleri, fayda ve zarar gözetmeden istediğim kadar kullanma hakkına sahibim” deme ya da mülk edinmenin her yolunu caiz görme hakkı ve özgürlüğü yoktur. Savurganlığımız maddî imkânlarımızı yok ettiği gibi bizi yarınını düşünmeyen, sorumsuz ve disiplinsiz insanlar hâline getirmektedir. Savurduğumuz şey sadece para pul değil, aynı zamanda yok olup giden emeğimiz, şevkimiz ve geleceğimizdir. 

 

Şu bir gerçektir ki, insan denen varlığın sınırsız ihtirasları ve arzuları vardır. Peygamberimiz sınırsız istekler konusunda bizi uyararak, “Âdemoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Eğer mutlaka yemesi gerekli ise, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içmeğe, üçte birini de nefes almaya ayırsın” buyurmaktadır.

“Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’ın üzerine olmasın” (Hûd, 6) ayetinde vurgulandığı üzere Yüce Rabbimiz yarattığı her insanın rızkına kefil olmaktadır. Dolayısıyla sürekli tüketmenin rızık endişesiyle gerekçelendirilemeyeceği, esas gayretimizin kulluk noktasında olması gerektiği yönünde bizlere nasihat edilmektedir. İslâm’da tüketimin meşruiyeti, önce ihtiyaç ve isteklerle başlar. Kur’ân, kötü, çirkin ve tiksinti verici şeylerin yenilip içilmesini yasaklar, mütevazı ve kanaatkâr yaşamayı tavsiye eder. Böylece, insanda meşru olana ihtiyaç hissetme duygusunu harekete geçirir, ihtiyaçları ve bunları giderme yollarını meşru bir çerçeve içerisine çeker, meşru olmayan şeyleri ihtiyaç kategorisinden çıkarır ve ihtiyaç duymayı önler. İhtiyaç ve istekler meşru bir zemine çekilince, bunun bir sonucu olarak onları tatmin etmek amacıyla kullanılacak mal, eşya ve hizmetler de meşru olacaktır. Kur’ân’a dayalı bir tüketim anlayışında, ismi naslarda haram mallar arasında geçen, nitelikleri itibariyle tiksinti verici, kötü, pis olan, elde ediliş yolları bakımından batıl sınıfında yer alan, hakkaniyetle bağdaşmayan, İslâm’a göre helal ölçüleri içerisinde hazırlanmayan hiçbir tüketim maddesi meşru sayılmaz. Aynı şekilde, insana, topluma veya çevreye küçümsenmeyecek zararlar veren herhangi bir hizmet alanı da meşru sayılmaz. Tüketimin meşru sayılabilmesi için bizzat harcama ve tüketme fiillerine ilişkin süreçlerin de meşru olması gerekir. Bu amaca yönelik olarak Kur’ân’dan bazı ilkeler elde etmek mümkündür: Helâl olma, temizlik, doğruluk, itidal, infak etme ve cömertlik, ihtiyat ve tasarruf, yararlılık veya zararsızlık, sorumluluk, ehliyet ve liyakat, mevcudiyetini koruma ve son olarak da iyi amaçlı olma bu ilkeler arasında yer almaktadır. Bunların hepsinin ortak paydasına vurgu yaparak, Kur’ân’ın insanoğluna teklif ettiği tüketimi tasvir edecek olursak, rahatlıkla meşru tüketim tabirini kullanabiliriz. Vesselâm…

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar