Devletin ahlaki temeli -3
İSLÂM’da salahiyet ile mesuliyet mütekabil yani birbirine denktir. Biri olmadan diğeri terettüp etmediği gibi bunlar, iki kişiye de bölüştürülemez. Fâtır Sûresi 18’inci ayette, “Hiçbir günahkâr kimse bir başkasının günahını çekmez. Eğer günahı ağır olan bir kişi yükünü taşımak için bir başkasını çağırsa, akrabası bile olsa yükünden hiçbir şey taşımaz” diye ifade buyurulmuştur. O sebeple emir sahibi olmak, yetki sahibi olmak demektir. Yetkili olmak da sorumluluk boyunduruğu altına girmektir.
Yönetimin başında olan kimse, vazifesini yapmaz veya suiistimal eder veyahut da ehliyetini kaybederse, sonucuna katlanmak mukadder olur. Devlet başkanının bazı görevleri vardır: Devletin başı olduğu için millet ve devlet işinden birinci derecede sorumludur. Devlet ve millet menfaatine olan şeyleri kabine ve sivil toplum kuruluşları ile istişare eder. Hiçbir ahvalde hukuku çiğneyemez. Hiçbir mazeret, halkına zulüm ve işkence yapmasına kapı açmaz. Hukuk ve insanlık umdeleri karşısında tebaadan farklı ve imtiyazlı değildir. Yani yargılanabilir. Allah’a karşı yerine getirmesi gereken inanç ve kulluk vazifelerinde eksiği olmayıp fazlası olmamalıdır. İslâm’ı korumakla yükümlüdür. Toplumda emniyet ve asayişi sağlamak zorundadır. Cihad etmek görevi vardır. Devletin gelirlerini legal olarak toplayarak adil ve düzenli bir şekilde harcar. Maaşları adilâne dağıtır. Amme hizmetlerinin düzgün yapılmasını sağlar. Ezan, Cuma ve Bayram namazları ile oruç ve hac ibadetlerinin ifasını sağlar.
Devlet başkanı elbette ilk görev olarak kamu düzenini sağlar. Etrafına etten duvar örerek ulaşılmaz olmamalıdır; çünkü mağdur ve mazlumların iniltisi Rahmân’ın arşını dahi titretir. Allah ile aralarında perdeler derhâl kalkar. Neticede mazlumun ahı, indirir şahı.
Başkan, devletin mal ve itibarını korumak zorundadır. Çünkü bunlar emanettir. Devlet malında henüz tüyü bitmedik yetimlerin hakkı vardır. Bunlara ihanet eden asla iflah olmaz. Hazreti Ömer’in mum ve yular hâdisesi derhatır edilmelidir. İslâm’da devletin itibarı İslâm dini ve Müslümanların izzet ve şerefini temsil eder. O sebeple en başta korunması gereken mukaddes değerlerdendir.
İslâm’da devlet
Devlet, müminlerin İslâm’ı bütünüyle yaşamak üzere teşkilatlanıp güç aldıkları (ete kemiğe bürünmüş) şer’î kişiliğin adıdır. Devlet amaç değil, araçtır. İslâm devletinin nihaî gayesi ise İlâ-yı Kelîmetullah yani Allah’ın İsm-i Şerifinin teali ve tervicidir. Devlet, Yaratan’dan ötürü yaratılana her türlü hizmeti öngörür. O itibarla Peygamberimiz, devlet erkânının halka hizmet ettiği kadar efendi olacağını Bizzat uygulamaları ile göstermiştir.
Efendimizin (sav), bulunduğu mecliste su dağıttığı sırada yabancı bir elçi gelir ve sorar: “Bu toplumun efendisi kimdir?”
Allah Resulü cevap verir: “Toplumun efendisi, o topluma hizmet edendir.” Cevamiu’l-kelim (az ve öz konuşan) İki Cihan Güneşi, böylece hem soruya cevap vermiş, hem de Devlet Başkanı olması itibariyle hizmet-efendilik bileşkesini evrensel bir realite olarak bütün cihana ilân etmiştir. İslâm’da devlet şekli ne monarşi ve oligarşi, ne de aristokrasidir. Bunların hepsi bazı zaaf ve arızalarla maluldür.
Birtakım Batılı hukukçular her ne kadar İslâm Devleti’nin teokratik bir düzen olduğunu söyleseler de öyle de değildir. Çünkü teokrasi ruhban devleti olup, Kilise egemenliğinin sultasını ifade eder. İslâm ise ruhbanlığa karşıdır. İslam’a göre hâkimiyet mutlak surette Allah’ındır. Bunu hiç kimse, hiçbir klik veya hizip münhasıran kullanamaz.
İnsanlık tarihinin en az hasar veren bir rejim olarak bulduğu demokrasilerde “Hâkimiyet bilâkayd u şart milletindir” dense de ekseriyetle bunun adı varsa da tadı yoktur. Hemen hemen her zaman ve her yerde millet adına millet tepelenir. Netice olarak İslâm’ın deklare ettiği devlet İslâm gibi ilâhî olup beşerî sistemlerden tamamen azade ve kendi nev’i şahsına münhasırdır.
(Devam edecek...)