SON DAKİKA
Sertif PARLAK

Her işi, hiçbir beklenti içerisine girmeksizin sadece Allah rızası adına yapmak

A- A+

KUR’ÂN-ı Kerîm’de yetimlerin incitilmemesi gerektiğini vazeden ve hukukunu koruyan hükme ait yaklaşık 25 ayet bulunmaktadır. Bu gül gibi zarif ve kılıç gibi keskin emirlerden Bakara Sûresi’nin 220’nci ayetiyle akıl sahipleri, idrak ve vicdanlarındaki insafa davet edilmektedir: “Sana yetimler hakkında da soru sorarlar. De ki, ‘Onların gerek kendilerini, gerek mallarını iyileştirip geliştirmek elbette hayırlı bir iştir. Eğer onlara sahip çıkmak için kendileriyle beraber oturmak isterseniz bu da mümkündür; zira onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah kimin iyileştirme gayesi güttüğünü, kimin de işi bozmayı düşündüğünü pekiyi bilir. Şayet Allah dileseydi sizi zora koşardı. Muhakkak ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir’.”

Ne acıdır ki, günümüzde gönlümüzü kanatan bir manzara olarak, ailelerini kaybeden, sahipsiz ve korumasız kalan yetimlerin çoğu İslâm coğrafyası üzerinde bulunuyor. İnsan kaçakçılığı ve çocuk işçilikse tehditlerden bazıları. Kötü amaçlı kuruluşlar ise sahipsiz kalan milyonlarca yetim çocuğa Müslüman ülkelerde bile ulaşıp kendi çıkarları için kullanıyor.

O bîçare yetimlerin organ mafyasının ellerine düşmeleri ayrıca ümmetin kanayan yarasıdır. Her meselede baş tacımız olan Kur’ân’a bu konuda da müracaat edelim.

Kur’ân-ı Kerîm, insanlar tarafından suiistimale açık alanlarda kesin hükümler vazetmiş ve bu konularla ilgili dikkat edilmesi gereken birtakım sınırlamalar ortaya koymuştur. Böylece meydana gelebilecek bazı haksızlık ve zulümlerin daha baştan önüne geçilmek istenmiştir. Kur’ân’ın muamelât alanıyla ilgili getirmiş olduğu hükümlere bütüncül olarak bakıldığında, bunların zayıf ve güçsüzleri koruma, zulüm ve haksızlıklara son verme, menfaat çatışmalarının önüne geçme, fitne ve ihtilafları ortadan kaldırarak birey, aile ve toplumda huzuru hâkim kılma, kısaca hayatın bütün alanlarında hak ve adaleti, huzur ve sükûneti tesis etme gibi hedeflere yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle bu hedefler yetimlerin himaye edilmesine ilişkin ayetlerde çok daha belirgin bir şekilde görülmektedir.

Babasının vefatıyla birlikte korumasız kalan bir çocuğun pek çok açıdan haksızlık ve mağduriyete maruz kalabileceği kuvvetle muhtemeldir. Yetim kalmış bir çocuk eğer sıcak bir yuva içinde himaye edilmez, ona merhamet ve muhabbetle kucak açılmaz, gerekli talim ve terbiye verilmez, babasızlığın yol açtığı derin boşluk doldurulmaz ve en kötüsü de yapayalnız sokağa terk edilirse, yarın toplumsal huzuru ve sosyal barışı tehdit eden bir unsur hâline gelecektir.

Günümüzde “korunmaya muhtaç çocuklar”, “kimsesiz çocuklar” veya “öksüz çocuklar” gibi isimler altında, üzerinde önemle durulan ve ciddî bir problem olarak görülen yetimler ve onların haklarıyla ilgili Kur’ân-ı Kerîm ayrıntılı düzenlemeler getirmiş ve başta yetimlerin akrabaları olmak üzere bütün topluma farklı yükümlülükler tahmil etmiştir. Ancak hemen belirtelim ki, yetimleri himaye sürecinde Müslümanların bu çocuklara karşı son derece hassas, dengeli, şefkatli, adil, hakperest, iyilikperver ve özverili olmaları istenmiştir.

İşte göz ardı edilmemesi gereken bir şekilde her müminin yetimleri konu alan ayetler belli bir sistematik içinde tahlil edilerek İslâm’ın bu önemli hususa ilişkin ne tür teşvikler vazettiğini kulaklara küpe etmek gerekecektir.

Yetim hakkını korumak

Diğer yanda ayetteki beyanların tavsiye ve talimatları devlet politikası ittihaz edilmeli ve “Devlet Baba” geleneğimizin devamı olmalı, bu tesanüt sağlanmalıdır. Bu çerçevede yetimlerin özellikle malî haklarını muhafaza etmeye yönelik tedbirlerle onların korunma ve yetiştirilmesine ilişkin düzenlemeleri her türlü istismar ve siyâsî mülâhazanın üstünde olmalıdır. Böylece Cahiliye Dönemi’nden kalma, vahşi kapitalizmin zulmüne duçar olmuş, zalimlerin insafına(!), ihmâllerine uğrayarak ezilen, malları ellerinden alınan yetimlerin koruma altına alınması, İslâmî ve insanî bir siyaset yapma tarzı ve yolu olmalıdır.

O hâlde Kur’ân-ı Kerîm’in yetimler hakkında hayırlı olduğunu ifade ettiği ıslahı çok geniş bir çerçevede düşünmek gerekmektedir. Dolayısıyla ayetteki ıslah, yetimlerin sadece mallarını artırmayı değil, onlara çok yönlü sahip çıkmayı kapsamaktadır. Bu çerçevede ıslahın yetimlerin korunup kollanmalarından inanç, amel ve ahlâk yönünden donanımlı kılınmalarına, yine sosyal hayata kolaylıkla entegre edilmeleri/uyum sağlamaları ve vahdetin parçası olmalarını sağlayacak temel eğitimlerinin verilmesinden hayatın zor şartlarına alıştırılmalarına ve mallarının en meşru ve kazançlı şekilde işletilmesine kadar pek çok alanda birçok farklı vazifenin yerine getirilmesini içine aldığını söylemek mümkündür.

Öte yandan ıslahı emreden ayetin devamında yetimlerle kardeşlik bağlarının kurulması ve onlarla birlikte hayat sürdürülmesi önerilmiştir.

“Yetim” kelimesini duyduğumuz zaman içimizde bir burukluk hissederiz. Bu his, şüphesiz kelimenin zihin dünyamızda ilk anda çağrıştırdığı anlamdan dolayıdır. Nedir bunun anlamı yani mânâsı?

“Yetim” kelimesinin zihin dünyamızda çağrıştırdığı ilk anlam, “babas‎ı ölmü‏ş, yalnız kalmış çocuk” şeklindedir. Bu anlam aynı zamanda kelimenin içerdiği kök anlamlardan biridir. Fıkıh literatüründe daha çok “henüz buluğ çağına ermeden babasını kaybeden çocuklar için kullanılır”. Kültürümüzde yaygın olan anlam da budur. Yani küçük yaşta, buluğ çağına ermeden babasını kaybeden çocuğa “yetim” denir. Eğer çocuk küçük yaşta annesini kaybetmişse ona da “öksüz” denir. Bu da şuna işaret etmektedir: Baba, aile içindeki fertleri “koruyup kollar, onları gözetir”. Kendisini koruyup kollayanını kaybeden çocuk, artık yalnızdır ve kimsesizdir. Onun için “yetim” kelimesi, aynı zamanda baba-çocuk arasındaki bu ilişkiyi de ifade etmektedir.

Bir de “öksüz” kelimesi vardır ki, o da hem annesini, hem de babasını kaybeden çocuk için kullanılır. “Yetim” ve “öksüz” kelimelerinin her biri, ister ayrı ayrı anlamlara işaret etsin, isterse tek bir mânâya ya da biri diğerinin yerine kullanılmış olsun, sonuçta ortada kopup kaybedilen bir bağ vardır. O bağ, çocuğu hayata bağlayan, koruyan ve kollayan bağdır. Yani baba ya da anne…

Anne ve baba… Her ikisi de çocuk için son derece önemli. Birinin kaybedilmesi demek, çocuğun yalnız ve kimsesiz kalması, kollayanı ve koruyanı olmaması demek. Beşeriyetin ve hayatın reçetesi olan Kur’ân, “Sen sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin? Bir köle azat etmektir. Yahut açlığın olduğu bir günde doyurmaktır yakınlığı olan bir yetimi yahut toprakta sürünen bir yoksulu” (Beled, 12-16) buyurur.

Yüce Allah, insanı dünyada bir imtihana tâbi tutmuştur. Bu imtihanı kazanmak bir sarp yokuşu aşmak gibidir. Ve Allah, vahiyle bildirdiği gerçeklerle bunun yollarını da öğretiyor. Yine bir “Yetim” vasıtasıyla tebliğ edilen o gerçekler, bu sarp yokuşu aşmada işe yarayacak amellerden birinin açlığın olduğu bir günde yakınlığı olan bir yetimi yahut toprakta sürünen bir yoksulu doyurmak olduğunu bildiriyor.

Bir ayet-i kerimede de şöyle buyurulur: “Kendilerinin ona sevgi duymalarına rağmen yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (İnsan, 76)

Dünyadaki imtihanda başarılı olamayanlara yönelik eleştiride de onların yetimlere iyilik etmemelerine dikkat çekilir: “Ama ne zaman onu imtihan ederek rızkını daraltsa, ‘Rabbim beni hor kıldı’ der. Hayır, aksine siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz.” (Fecr, 16-17)

Emperyalizmin son dönemde özellikle İslâm âlemini hedef alan saldırıları, katliamları ve yıkımları sebebiyle İslâm ümmeti içinde çok sayıda çocuk yetim kaldı. Dünyadaki yetimlerin çoğu Müslüman toplumlar içinden. Bu yetimler bütün ümmete emanet.

Emperyalizmin kıydığı ümmet yetimleri

Ne yazık ki emperyalizmin son dönemde özellikle İslâm âlemini hedef alan saldırıları, katliamları ve yıkımları sebebiyle İslâm ümmeti içinde çok sayıda çocuk yetim kaldı. Dünyadaki yetimlerin çoğu Müslüman toplumlar içinden. Bu yetimler bütün ümmete emanet. Herkesin gücü nispetinde bir yetime el uzatması, yardımcı olması, annesiz veya babasız kalan bir yavruya anne baba şefkati göstermesi gerektir.

İslâm’a göre varlık âleminin tam merkezinde yer alan “insan”, son derece değerli bir varlıktır. İslâm’ın insana verdiği bu önem, onun sadece “insan” olmasından dolayıdır. Onun bu öneme haiz olması için başka özelliklere sahip olması gerekmez. Bundan dolayı İslâmiyet, insana anne rahmine düştüğü andan hayatının sonuna kadar her zaman ve her konumda ayrı bir değer vermiş, onun hakkını korumak için özel hükümler getirmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de yetimi ele alan ayetler incelendiği zaman, önemli bir kısmının yetimin hakkının korunmasıyla ilgili olduğu görülür. Meselâ Nisa Sûresi’nde, “Kadınlar hakkında senden fetva isterler. De ki, ‘Onlar hakkındaki fetvayı size Allah veriyor. Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikâhlanmayı istemediğiniz öksüz kızlar ve zavallı çocuklara ve bir de yetimlere adaletle davranmanız hakkında Kitap’ta size okunan ayetler vardır. Sizin her yaptığınız iyiliği muhakkak Allah bilir” buyurulur.

Duha Sûresi’nde ise, “Öyleyse sakın yetimi ezme!” şeklinde, genel mânâda öksüz ve yetimlere özen gösterilmesi emir buyurulur. En’âm Sûresi’nde bu husus daha da detaylandırılmakta ve yetim hakkına dikkat çekilmektedir: “Yetimin malına yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde (yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz). Ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz kimseye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz zamansa yakınınız da olsa adil olun ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun. Öğüt alıp düşünesiniz diye Allah bunları size emretmiştir.”

Yine Nisa Sûresi’nde şöyle buyurulmuştur: “Haksızlıkla yetimin mallarını yiyenler, şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış (kendilerini ateşe sürükleyecek şeyler yemiş) olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.”

Peygamberimizden (sav) bu konuda pek çok hadis nakledilmiştir.

Hazreti Sehl’den rivayet edildiğine göre, Hazreti Peygamber (sav), orta parmağıyla başparmağının yanında yer alan şahadet parmağını bitiştirerek, “Yetimin geçimini üzerine alan ile Ben, Cennet’te işte böyleyiz!” buyurmuştur.

Yine Efendimiz (sav), “Müslüman toplumundaki evlerin en hayırlısı, kendisine iyilik edilen bir yetimin bulunduğu evdir. Ve Müslüman toplumundaki evlerin en şerlisi, kendisine kötülük edilen bir yetimin bulunduğu evdir” buyurur.

Ebu Zerr’den naklen rivayet edilmiştir ki, Resûlullah (sav), “Ya Ebu Zerr! Gerçekten seni zayıf görüyorum. Ben senin için kendime sevdiğim şeyi severim. Sakın iki kişi üzerine hâkim olma ve sakın yetim malına velî olma!” buyurmuşlardır.

Amr Bin Şuayb’in dedesinden rivayet olunduğuna göre, bir adam Peygamberimize (sav) gelerek sordu: “Ben fakirim, benim hiçbir şeyim yok, ancak (zengin) bir yetimim var. Onun malından yiyebilir miyim?” Hazreti Peygamber (sav) şöyle cevapladı: “İsraf etmeyerek (buluğ çağına girmeden fırsatı ganimet bilerek harcayıp yararlanmak gibi bir gaye taşımayarak harcamada) acele etmeyerek ve (onun malının ticaretini sana ait bir) sermaye edinmeyerek) yetimin malından yiyebilirsin.”

Ebu Hureyre’den bir rivayete göre Resûlullah (sav), “Helak edici olan yedi şeyden çekininiz: Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, haklı bir sebep olmaksızın Allah’ın haram kıldığı bir cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum gününde kaçmak, zinadan uzak (durup) hiçbir şeyden haberi olmayan Müslüman kadınlara zina iftirasında bulunmak.”

İslâm bilginleri, İslâm fıkhında yetimlerin hakları konusunda genel hatlarıyla şu değerlendirmede bulunurlar: Babas‎ını‎ kaybetmekle kendisi için çal‎‏‎ışıp kazanan ve hakları‎nı‎ koruyan bir hâmîden yoksun kalan yetimin kendi ailesi içinde bakı‎l‎ıp büyütülmesi esast‎ır ve ilk dönemlerden itibaren İslâm toplumları‎nda yayg‎ın olan uygulama da bu şekildedir. Kabile bağlar‎ın‎ın güçlü olduğu ilk dönemlerde yetimlerin bakı‎m‎ı yak‎ın akrabalarına (asabe) verilirdi. Ancak anne-babanı‎n her ikisinin de vefat etmesi, annenin ikinci bir evlilik yapması‎ veya aile ortamı‎nı‎n elveri‏şsizliği gibi durumlarda yetimlerin bakı‎mı‎nı‎ üstlenecek kurumlara ihtiyaç duyulmu‏ştur.

İslâm toplumlar‎ındaki uygulamada yetim malların‎ın korunmas‎ına özel bir önem verilmiş‏, insanlar yetimlerle kendi çocukları gibi ilgilenmeye te‏şvik edilmiş‏, idarî aç‎ıdan kâd‎îler eliyle ve malî açı‎dansa vak‎ıflar yoluyla çözümler getirilmi‏ştir. Fakihler yetimleri himaye edip yetiş‏tirmeyi farz-ı‎ kifaye olarak kademeli biçimde toplumun görevleri aras‎ında saym‎‏ıştı‎r. Bu husus öncelikle mahremi olan yak‎ın akrabalar‎ın sorumluluğundad‎ır. Bunları‎n yokluğunda veya sorumluluklar‎ı yerine getirememeleri durumunda yükümlülük diğer Müslümanlara geçer.

Devlet baş‏kanı‎n‎ın “velisi olmayanlar‎ın velisi” olduğu yolundaki genel kurala göre, bu vazifenin devlet tarafı‎ndan veya devletin denetiminde koruyucu aileler ya da kurumlarla yerine getirilmesi gerekir. Yönetim boşluğu hâlinde çocuğun bulunduğu beldedeki Müslümanlar sorumlu olurlar. Anne ve baba Müslüman olsun ya da olmasın, yetim çocukların terk edilmemeleri ve kötü niyetli ki‏şilerin eline bı‎rak‎ılmamaları‎ istenmi‏ştir. Yetimin bakı‎m‎ ve yeti‏ştirilmesinin gerektirdiği masraflar kendi malı‎ndan, mal‎ı yoksa yakı‎n akrabalar‎ı tarafı‎ndan, onların da gücü yetmezse devletçe yahut belli vak‎ıflar‎ın geliriyle kar‏‎şılanı‎r. Görüldüğü gibi İslâm, babasını ya da annesini kaybeden bir çocuğun büyüyüp kendi ayakları üzerinde durabilecek çağa (buluğ çağına) gelinceye kadar bütün haklarını korumayı garanti altına almış, bu konuda gerekli tavsiye, teşvik ve uyarılarda bulunmuş, kendi hukukunu tanzim etmiş, aile yakınlarından başlayarak kademeli olarak sorumluluğu olan kişi ve kuruluşları belirlemiştir.

Hülâsa

Günümüz dünyasında savaş‏, salgı‎n hastalı‎k ve deprem gibi sebeplerle anne ve babalar‎ını kaybeden milyonlarca çocuk, “yetim” kalmaktadır. İnsanın yaşam hakkını en birincil hak olarak tanımlayan yüce dinimiz İslâmiyet’in yetimlerin haklarının korunması konusundaki bu hükümlerini toplum olarak tekrar hatırlayalım. Müslümanlar olarak bu konudaki duyarlılıklarımızı yeniden gözden geçirelim ve içimizdeki yetimlerle imtihan edildiğimizi unutmayalım.

Sevgili Peygamberimizin yetimler hakkındaki şu hadisleri her birimiz için bir ölçü olsun: “Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır.”

Küçük yaşta babasını yitirmek suretiyle hayat yolculuğunda çok önemli bir desteğini kaybeden bir çocuğun maddî ve manevî açıdan nasıl bir boşluk içerisine düşeceği izahtan varestedir. İşte bu derin boşluğun doldurulmasına yönelik büyük ve önemli görev, insanî ve İslâmî bir vazife olarak önce yetim yakınlarının, sonra Müslüman bireylerin ve toplumun, nihaî olarak da devletin omzunda bulunmaktadır. Bu çerçevede, üzerinde sorumluluk bulunan kişi ve kurumlar yetim kalan çocuğu geleceğe hazırlayarak onların kendilerine ve içinde yaşadıkları topluma faydalı birer fert olmaları için ellerinden geleni yapmak zorundadırlar.

Kimsesiz kalan çocuklara sahip çıkılması konusunda göz ardı edilemeyecek bir husus, onların sıcak bir aile ortamında yetiştirilmeleridir. Zira Kur’ân, yetimlerle bir arada yaşamaya, onlarla hayatı paylaşmaya ve kardeşlik bağı tesis etmeye teşvik etmiştir. Çünkü bu durum, onların hem ruhsal ve psiko-sosyal gelişimleri, hem de dışlanmışlık psikolojisinden kurtulmaları adına son derece önemlidir. Herkesin bir gün kendi çocuk veya torunlarının da yetim kalabileceği ihtimâlini düşünerek, ayet ve hadislerdeki emir, tavsiye ve öğütler çerçevesinde, yakınında ve çevresinde bulunan yetimlere sahip çıkması, onları her yönden koruyup kollaması, onların talim ve terbiyesi adına her türlü gayreti göstermesi gerekir. Eğer kişi bunları yapmaya muktedir değilse, hiç olmazsa yetimlerin başına okşayarak onlara güzel söz, güler yüz ve tatlı dille mukabele etmek ve böylece onları hoşnut etmek durumundadır.

Duha Sûresi 6’ncı ayette de sarih bir biçimde vurgulandığı üzere, Hazreti Peygamber, yetim olduğu hâlde Cenab-ı Allah tarafından himaye edilmiş ve Müslüman topluma adeta bir model oluşturmuştur. Müfessirlerin pek çoğu tarafından benimsenen yaklaşıma göre Allah’ın Elçisini koruyup kollaması, başta Hazreti Peygamber olmak üzere bütün ümmete yönelik bir mesaj anlamına gelmektedir. Buna göre Müslümanların İlâhî ahlâkla ahlâklanarak ümmetin yetimlerine kol kanat germeleri, onların bireysel, sosyal ve ekonomik haklarını güvence altına almaları gerekmektedir.

Yetimlere iyilik ve ihsanda bulunan erdemli ve hayırlı kulların takınmaları gereken tavırlardan biri de, onların iyilik ve hayır adına ortaya konulan her işi, hiçbir beklenti içerisine girmeksizin sadece Allah rızası adına yapmaktır. Vesselâm...

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar