SON DAKİKA
Reklam
Reklam
Sertif PARLAK

Kur'an ve Akıl İlişkisi: Hikmet, Rehberlik ve İstişarenin Gücü

A- A+
Reklam

Kur'an'ın kalpleri aydınlatma gücünden akla verilen değere, istişarenin öneminden Peygamberimizin örnek uygulamalarına kadar geniş bir yelpazede, ilahi rehberliğin insan yaşamındaki yeri ele alınıyor.

 

Allâme-i ulemanın ortak görüşüne göre Kur’ân, güneşin dünyayı aydınlattığı ve ısıttığı gibi kalplerimizi aydınlatır, ısıtır. Şiddetli ışık gözleri kör ederken, Kur’ân’ın kıyaslanamayacak güçteki İlâhî ışığı göremeyen gözleri açar. İnsanların kalpleri imanla, ruhları da Kur’ân ahlâkıyla nurlanır. Kur’ân, saygıyla içi titreyerek Rabbinden korkup sakınanların yol göstericisidir. İnsana hep doğru yönü gösteren bir pusula gibi rehberlik yapar. Kur’ân, insanı ve kâinâtı anlamayı kolaylaştırır. Her okumada, insana ve kâinata dâir bir önceki okumadan farklı sırlar önümüzde açılır. Onu okuyan, Allah’ın (cc) hikmetle yarattığı sayısız güzelliği, sarıp kuşattığı harikaları fark eder ve şuur kapısından içeriye girer. Kur’ân âyetleri, gözleri kâinat kitabına yönlendirir. “Gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip gezdir; o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir…” (Mülk, 3-4) Âyette Allah’ın “Sâni” sıfatına dikkat çekilir. Kur’ân, Büyük Sanatçı’nın eserlerini kare kare bize izletir. Her kare O’nun bir tablosudur. Eşsiz benzersiz bir tablosu... Bu tarifsiz güzellikleri kalp gözüyle görmek mümkündür.

 

Akıl: Nimetlerin En Büyüğü ve Vahyin Aydınlığı

 

Kâinattaki sırrı İlâhî’yi çözmek için akıl, akele kökünden gelen ve akletmeyi ifade edenler fiil halindeki kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de 48 yerde geçer. “Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değiştirmesinde, insanlara fayda sağlayarak denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirdiği ve ölümünden sonra yeryüzünü kendisiyle canlandırdığı suda, orada yaydığı farklı türdeki her bir canlıda, rüzgârların çevrilip yönlendirilmesinde, gök ve yer arasında emre amade kılınmış olan bulutlarda akledenler için (üzerinde düşünülüp, bunları yapanın) tek İlâh olduğu ve kulluğun yalnızca O’na yapılması gerektiği”ne dair deliller vardır. (El-/Bakara sûresi/ 164.âyet)

İnsan için akıl, nimetlerin en büyüklerindendir. Allah (cc), kâinatın işleyişini düzenleyen kanunlar koymuştur. Kâinattaki sayısız varlığın birbirleriyle olan uyumu ile oluşmuş muhteşem bir düzen vardır. Bu düzen, akılları hayrete düşüren detaylarla kusursuzca yaratılmış ve ince ayarlarla dengelenmiştir. Rabbimiz, yarattığı sistemleri ve düzeni kontrolünde tutar, bütün kâinattaki uyumu korur. Kâinat bütünüyle Allah’ın (cc) kusursuz yaratmasını, olağanüstü düzeni ve ölçüyü işaret eder. Dinen sorumlu olabilmek için akıllı olmak şarttır. Onun için “Aklı olmayanın dini yoktur” buyurulmuştur. Akıl, doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek için insana bahşedilmiş bir nimettir. Doğruyu bulmak, doğruda kalmak ve doğru yolda ilerlemek için akıl gereklidir.

 

Akıl ve Vahiy Birlikteliği: İstişarenin Temeli

 

Ancak akıl her zaman, her konuda tek başına yeterli değildir. Onun için vahye ihtiyaç duyulmuştur. Bu sebeple de akıl nimetiyle donattığı insana doğru yolu göstermek ve o yolda kalmasını sağlamak için, Yüce Yaratıcı insana sürekli vahyetmiştir. Vahye muhatap olmak, onu doğru bir şekilde anlayıp yorumlamak ve onun gereğini layıkıyla yerine getirebilmek için de akla ihtiyaç vardır. Akıl, vahyin aydınlığında yoluna devam ederse doğru yolu bulur ve o yolda ilerler. Bu yüzden Yüce Rabbimiz insanı peygambersiz ve vahiysiz bırakmamıştır. İlk insan Hz. Âdem’i peygamber olarak görevlendirmiş ve ona vahyederek yol haritasını çizmiştir. Hz. Âdem’den sonra da hep peygamberler gelmiş, onlar vasıtasıyla inen vahiyle insanlığın yolu aydınlanmış ve insanın hayatı anlamlı hâle gelmiştir. Onun içindir ki vahyin bir adı da nurdur ve vahiy hidayet sebebidir. Sonuç olarak, akıllı insanın hayatında vahyin ayrı bir yeri vardır.

İmtihanın gereği olarak Yüce Rabbimiz, akıl nimetini her insana farklı şekillerde vermiştir. Akıllı her insanın akıl seviyesi farklıdır, aynı IQ’ya sahip olan insanların da akledebilme alanları farklı olabilmektedir.

 

Şûrâ ve İstişare: Kolektif Aklın Önemi

 

Sözgelimi biri sayısal konularda iyi çalışırken, bir diğeri sözel konularda daha başarılı olabilmektedir. Ya da her ikisi de aynı alanda aynı seviyede olan akılların birbirlerine ihtiyaçları, birbirlerine katkıları olabilmektedir. İşte bu ihtiyacı karşılama yöntemine akıl alma, başkasının aklından faydalanma, karşılıklı fikir alışverişinde bulunma ya da kısaca istişare denmektedir. “Her bilenin üstünde bir daha iyi bilen vardır” âyeti ve “Akıl akıldan üstündür, bin bilsen de bir bilene sor” gibi atasözlerini hatırlatan istişare, kolektif akıl ürünü bir doğruyu bulma eylemidir.

Bu âyet, Hz. Yusuf’un kardeşlerinden ve yaşadığı toplum içerisindeki insanlardan çok daha ileri ve üstün görüşlü olduğunu anlatır. Gerçekten de Hz. Yusuf, daha peygamber olmadan önce köle olarak satıldığında, kadınların tuzaklarıyla karşı karşıya kaldığında, zindana atıldığında aklı ve dirayetiyle istikamette kalmasını becerebilmiş örnek bir şahsiyettir, günümüz gençliğine rol model olarak göstermek lazımdır. Kardeşleri de peygamber evlatları olduğu hâlde, bu yönüyle o, onların önüne geçmiş; kralın rüyasını bunca rüya uzmanı tabir edemezken o, en doğru bir şekilde yorumlamış ve rüyadaki işaret doğrultusunda yedi bolluk yılından sonra gelecek olan yedi kıtlık yılı için asgarî on beş yıllık bir kalkınma planı ortaya koyarak Mısır’a sultan olmuştur. Evet, her bilenin üstünde bir daha iyi bilen vardır, bütün bilenlerin üstünde de gizli-açık her şeyi bilen, ilmî ve rahmeti tüm her şeyi kuşatmış olan Yüce Allah vardır. Kur’ân’ın nimetlerinden olan ve insan topluluklarına gerek ailede gerekse devlet kurum ve idaresi gibi işlerinde rehber olan “istişareyi”-Şûra’yı anlamak için Kur’ân’a ve Sünetüllâh’a bakmak lazım.

 

İstişare, İlahi Bir Örnek ve Peygamber Sünneti

 

Bazı âlimler, Yüce Allah’ın ilk insanı yaratacağında meleklere “Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim” (El-Bakara, 30) demesini istişareye benzetmişlerdir. Nitekim bu bilgi karşısında melekler, “Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz” şeklinde görüş beyan etmişler, Yüce Allah da onlara “Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim” diye karşılık vermiş ve Hz. Âdem ile melekleri eşyanın isimleri konusunda bir sınava tâbi tutmuştur. Yüce Yaratıcı, arşın, cinlerin, yer-gök ve cennet-cehennemin yaratılışında meleklere sormamış ama yeryüzü halifesi olacak insanın yaratılışını onlara haber vermiştir. Bu bir yandan da insana verilen değeri göstermektedir. Elbette ilmî her şeyi kuşatan Yüce Allah’ın hiçbir varlığın görüşüne ihtiyacı yoktur. O, hiç kimseden fikir alacak da değildir. Ama O, konularda ilgilileri bilgilendirme ve istişare etme konusunda kullarına örnek olmak üzere bunu yapmıştır. Sonuçta yaratılan insan cinsi içerisinden meleklerin dediği gibi yeryüzünde kan döküp bozgunculuk yapacak kişiler de çıkmış, melekler gibi Yüce Allah’a teslim olup boyun eğen, O’na itaat edip O’nu tesbih eden peygamberler ve salih kimseler de çıkmıştır. Nitekim bu karşılıklı muhavere ile melekler de konu hakkında bilgi sâhibi olmuşlardır. Şûrâ bir Kur’ân sûresi, istişare Kur’ân’ın emridir. İstişare yapmak, şûrâ kelimesiyle de ifade edilen bir Kur’ân kavramıdır. Aynı zamanda şûrâ bir Kur’ân sûresinin adıdır. Rabbimiz mü’minlerin temel özelliklerini sayarken şöyle buyurur: “Allah katında olan; inanıp Rablerine güvenen, büyük günahlardan ve hayasızlıklardan çekinen, öfkelendiklerinde bile bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namaz kılanlar için daha iyi ve daha süreklidir. Onların işleri aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfederler. Bir haksızlığa uğradıklarında, üstün gelmek için aralarında yardımlaşırlar.” (Şûrâ, 36-39)

 

Hz. Peygamber'in İstişare Örnekleri ve Kadınların Rolü

 

Ensar, İslâm gelmeden önce de önemli işlerinde istişare ederlerdi. Yüce Allah, onların bu güzel hasletini âyetinde zikrederek onların bu hâlini tüm insanlığa örnek göstermiştir. Hz. Ali, bir gün Peygamberimize şöyle sormuştu: “Ey Allah’ın Rasûlü, senden sonra biz, hakkında âyet ve hadiste açıklaması olmayan bir işle karşılaşırsak ne yapalım?” Peygamberimiz ona şöyle cevap vermiştir: “O konuda ümmetimi toplayın, onlarla meseleyi müzakere edin, istişare edin. Bir kişinin görüşüyle karar vermeyin.” İstişare bir taraftan, danışılan kimselerin fikirlerinden istifade edilen bir akıl alma hareketidir, öte yandan da alınan kararlarda sorumluluk paylaşımıdır. İstişare, bir konuda en doğruyu, en iyiyi bulma girişimidir. Onun için hadiste, “İstişare eden kazanır, istişare etmeyen kaybeder” buyurulmuştur. Elbette danışacağımız kimseler, konuyu bilen, tecrübe ve birikim sahibi güvenilir kimseler olmalıdır. Onun için “Danışılan, güvenilir kimse olmalıdır” buyurulmuştur. Tâbiûn büyüklerinden Hasenü’l-Basrî de, “Bir topluluk bir işte istişare ettiği sürece, Yüce Allah onları çok daha hayırlı sonuçlara iletir” buyurmuştur. Bir başka tâbî Süfyân es-Sevrî de danışılacak kimselerin özelliklerini şöyle belirler: “Danışacağın kimse, takva sahibi, emanete riayet eden ve Allah’tan sakınan kimse olsun.” Bilgisi sınırlı olan insanoğlu, doğru hareket edebilmek için daha bilgili olanlara danışmak, onların bilgi ve tecrübelerinden istifade etmek istidadında yaratılmış bir varlıktır. Allah (cc) insana doğruyu bulması için danışmayı emretmiştir. Hz. Peygamber’in istişareyi öneren uyarılarında ve bu anlayışa uygun uygulamalarında konuya dair birçok örnek görmekteyiz. Kur’ân-ı Kerîm ve sünnetin istişareye önem vermesi, bu işin yöntemini göstermesi, İslâm’ın her çağa hitap ettiğini göstermektedir. Dolayısıyla istişare, günümüze değin İslâm’ın canlılığını korumasına katkı sunmuş ve sunmaya devam edecektir.

İstişare, genel bir prensiptir. Her konuyu, o konuda bilgi, tecrübe ve ihtisas sahibi olan insanlarla istişare etmek gerekir. Ekonomik bir konuyu ekonomistlerle, savaşa ait bir konuyu savaş tecrübesi olan, savaş konusunda yetişmiş askerî şahsiyetlerle, siyâsî konuları diplomat ve hukukçularla, hasılı her konuyu, o konuda yetişmiş kişilerle istişare etmek gerekir. Nitekim Rasûlullah (sav), kendi döneminde işin uzmanlarıyla istişare etmiştir. Vahiy bulunmayan konularda o işin ehliyle istişare etmekten geri kalmamıştır.

 

Peygamberimiz Kadar İstişareye Önem Veren Başka Bir Kimse Yoktur

 

Yüce Rabbimiz, fetanet sahibi bir kişi olarak sürekli vahyin kontrolünde olan Peygamberimize de istişareyi emrederek şöyle buyurmuştur: “Allah’ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah’a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159)

Nitekim o, namaza insanların nasıl çağrılacağı hususunda, Bedir esirleri ile ilgili ne yapılması gerektiği konusunda, Uhud Savaşı’nın nerede nasıl yapılacağı hususunda ashabıyla istişare etmiştir. Bedir kuyularının yanına karargâhını kurma konusunda Habbâb b. Münzir’in, Hendek harbinin hendekler kazılarak yapılması konusunda Selman Fârisî’nin görüşleri doğrultusunda hareket etmiştir. Yine Hendek harbi sırasında Sa’d b. Muâz ile Sâ’d b. Ubâde’nin görüşleri doğrultusunda hareket ederek Gatafan kabilesi ile Medine hurmalarını verme karşılığında ittifak kurmayı reddetmiştir. Mübarek eşi Hz. Âişe annemize iftira atıldığında nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Üsame ile istişare etmiştir. Yine o, Hudeybiye Antlaşması’nı imzaladıktan sonra “İhramdan çıkın” emrini yerine getirmekte ağır davranan ashabı hakkında mübarek eşi Ümmü Seleme Annemizle istişare etmiş ve onun tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmiştir. O (sav) bu uygulamasında, bir işte karar verilirken kadın erkek, büyük küçük her görüş sahibinden istifade edilebileceğini ümmetine göstermiştir. O, hakkında açık nass olmayan konularda ashabına danışmış, onların çoğunluğunun görüşleri doğrultusunda kararlar vermiştir. O bu uygulamalarıyla insanlığa örnek olmuş, onlara ve görüşlerine değer verdiğini göstermiştir.

Bu örneklerden anlaşılabileceği üzere Peygamberimiz (sav), savaş gibi toplumu ilgilendiren konularda istişare ettiği gibi, kendi ailesi ile ilgili konularda ve namaza çağrı gibi hakkında nass olmayan ibadete dair konularda da istişare etmiştir. Onun bu istişareleri, ashabından gelen teklifleri aynen kabul etmesi anlamına gelmez. O zikredilen konularda ashabının görüşlerini almış, onların tecrübe ve birikimlerinden faydalanmış, konunun onların nezdinde tartışılmasını sağlamış, sonra da en isabetli kararları almıştır.

Ebû Hüreyre, Peygamberimiz kadar istişareye önem veren başka bir kimseyi görmediğini söyler. O, bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Yöneticileriniz hayırlılarınız, zenginleriniz cömertleriniz, işleriniz aranızda istişare ile oldu mu sizin için yerin üstü yerin altından daha hayırlıdır.”

 

İstişarede Ölçü Liyakattir: Kadınların Rolü

 

Özetleyecek olursak istişare, birden fazla aklın ortaya koyduğu fikirlerle, kararda kemale ve en doğruya ulaşma yöntemidir. İstişare ile görüşlerine başvurulan kimselere değer verilmiş ve onların hayata hazırlanmaları sağlanmış olacaktır. İstişare ile ilgililer bilgilendirilmiş ve konu hakkında görüşler ortaya çıkartılarak, zihinlerde oluşabilecek muhtemel şüphe ve tereddütler giderilmiştir. İstişare sonrası alınan kararların sonucu olumlu olduğunda sevince istişareye katılanlar ortak olduğu gibi, olumsuz sonuçlarda sorumluluk da müşterek olacaktır. Onun için en doğruya ulaşma yöntemi olan istişare, Yüce Allah’tan en hayırlı olanı isteme duası olan istihare ile birleştiğinde herkesi tatmin ve hoşnut edecek bereketli sonuçlara ulaştıracaktır. Kur’ân-ı Kerîm’in istişarenin önemine genel prensiplerle işaret etmiş olması, Rasûlullah (sav) ise, bu işin amelî boyutunu örnek uygulamalarla göstermiş olması İslâm dininin bu konuya verdiği önemi göstermektedir.

İslâm dininde bilginin kaynağı olarak kabul edilen unsurlardan en önemli iki başat metinde konuya açık bir şekilde işaret eden verilerin bulunması, onu kaçınılmaz ve tartışmasız bir şekilde Müslümanların nezdinde de önemli bir pozisyona taşımaktadır. Şura/ istişare ilkesine işlerlik kazandırıldığında karşılaşılan ihtilaflı meselelerin hallinin daha kolay bir şekilde ve objektif koşullarda gerçekleşeceği açıktır. Kur’an’ın sadece Müslümanlara değil tüm insanlığa gönderilen bir kitap olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda önerdiği çözümlerin bütün insanlık için yol gösterici, ufuk açıcı ve yeni perspektifler kazandırıcı bir nitelikte olduğunu düşünebiliriz. Kur’ân-ı Kerîm, “şûrâ” terimini açıkça kullanarak İslâm ümmetinin ferdî, ailevî, toplumsal gibi işlerinin istişareyle olmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in eski kavimlerin istişare geleneklerine atıfta bulunmuş olması, bu kurumun evrensel kimliğine bir işaret olarak algılanabilir. Kur’ân-ı Kerîm, Rasûlullah (sav)’e istişare etmeyi emretmiştir. Bu emirden dolayı Hz. Peygamber, sadece kendi görüşüyle amel eden bir lider olmamış, vahiy bulunmayan konularda ashabıyla istişare etmiştir. Nitekim Hz. Peygamber’in siyasî, ticarî, cezaî, ailevî, ferdî gibi birçok alanda istişareleri mevcuttur. Rasûlullah (sav), istişare edilecek meselede kimi veya kimleri ilgilendiriyorsa, erkek-kadın, genç-yaşlı ayırımı yapmadan onların fikirlerine başvurmuştur. Hz. Peygamber, kadınlarla istişare etmeyi ihmal etmemiştir. “Kadınlarla istişare edilemez” gibi bir anlayış, Kur’ân’ın ve sünnetin ruhuna aykırıdır. İstişarede ölçü cinsiyet değil, liyakattir.

 

Kalbî Basiret ve Kendini Bilmek

 

Bir mürşid-i kâmilin ifadesiyle, kâinatı, ondaki esrâr-ı ilâhîyi sezerek okumak, ancak kalp ile yani gönül basireti ile mümkündür. Bu bakımdan en kötü şey, gözün âmâlığı değil, kalbin âmâlığıdır. Zira bu dünyada âmâ kalp, kıyamette de âmâdır. Onun için Cenâb-ı Hak, kullarının gafletini izale ederek onları intibaha getirmek üzere âyet-i kerîmede şöyle buyurur: “(Ey Habîbim! Sana karşı gelenler) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (el-Hacc, 46)

Yunus Emre de bu hakikati şöyle dillendirir: “İlim, ilim bilmektir/ İlim, kendin bilmektir/ Sen kendini bilmezsen/ Ya nice okumaktır?”

İnsanın kendini bilmesi, neticede Allah’ı bilmesidir. Bu bakımdan kul, Allah’a yaklaşarak önce hiçliğini idrak etmelidir. Hiçlikten sonra âriflik başlar; artık her şey, kâinatın ve kendisinin sırları gönle ve idrake perde perde açılır. Bu sebeple ârif, kâinata ve ondaki bütün varlıklara başka bir gözle bakar. Tâzim li-emrillâh (Allah’ın emirlerine hürmetle riâyet) ve şefkat li-halkillâh (bütün mahlûkata merhamet) sırlarıyla yaşar.

 

Günümüzde İstişarenin Rolü

 

Günümüzde insan ilişkileri çok yönlü ve daha karmaşık bir hâl aldığı için istişareye daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Bu sebeple Müslümanların muvaffak olması için ferdî, ilmî, siyasî ve ticarî gibi tüm alanlarda istişare mekanizmasını canlandırmaları gerekir. İstişareden amaç çok sesliliğe, değişik fikir ve görüşlere engel olmak değil, kolektif aklı öne çıkararak ilgili herkesi problemlerin çözümüne ortak kılmaktır. Vesselâm…

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar