Şükür huzur ve mutluluğun anahtarıdır

ALLAH’a kulluk vazifesini yerine getirmek üzere yaratılan insanın dünya ve âhirette saadetini temin edecek değer ve erdemlerden biri de huzur ve şifa kaynağı Kur’ân’da imanla eşdeğer olarak kullanılan şükür nimetidir.
Şükür, verilen herhangi bir nimetten dolayı, bu nimeti verene karşı söz, fiil veya kalp ile gösterilen saygı ve minnettarlıktır. Şükür, nimetlerin asıl sahibini tanımak ve onları ihsan eden Rabbine, özü, sözü ve davranışlarıyla itaat hâlinde bir hayat yaşamaktır. Buna göre, bütün nimetlerin Hakʼtan olduğunu bilip dil ile şükretmek gerektiği gibi, o nimetlerden mahrum olanlara ikram etmek de, fiilî şükrün en güzel tezahürlerinden biridir. Yaratılanı yaratandan dolayı tecelli olan sırrı görmeyip, her işte bir bahane bulan ve hiçbir şeyden memnun olmayan insanların hal-i pürmelâli ise mânen tedaviye muhtaç bir haldir. İşin doğrusu, insan olmanın erdemi ise “şükür” ile kaimdir.
Kur’ân’da imtihan gereği insanın, karşılaşması muhtemel birçok zorluk ve sıkıntıya katlanarak, sevabını Allah’tan umarak sabretmesi, şikâyet ve sızlanma yerine her durumda şükredilebilecek bir nimetin farkında olması anlamında çok sabreden ve çok şükreden bu kimseler için nice ders, ibret, alamet, sır ve hikmetin bulunduğu vurgulanmaktadır.
Bu sûreler: İbrâhîm/ 5, Lokmân/ 31, Sebe/ 19, eş-Şûrâ/ 33… Hz. Nuh’un, şükreden bir kul olduğu ifade edilerek, onun örnekliğinde kullar şükre ve minnettarlığa davet edilmektedir. (el-İsrâ/ 3) Ayrıca mü’minlerin hayrı ve iyiliği, başa kakmadan, (el-Müddessir/ 6) karşı taraftan teşekkür veya herhangi bir karşılık beklemeden yerine getirdikleri ifade edilerek amellerin sadece Allah rızası için işlenmesi gerektiğine ve karşılığının Allah tarafından mutlaka verileceğine vurgu yapılmaktadır. (el-İnsân/ 9, el-Leyl/ 17-21)
Şükür, insanın imkân dâhilinde olmayanları düşünerek sahip olduğu nimetleri ziyan etmesine engel olan önemli bir kazanımdır
Hayata mâna katan bir değer olarak şükür, insan hayatında vazgeçilmez bir kıymete sahiptir. Zira şükür, insan hayatını anlamlı kılan hayatî bir değerdir. Şükür, insanın sahip olduğu maddî ve manevî imkânları gösteren bir ışıktır. Mutluluğun anahtarı olarak şükür, hayır ve bereket kaynağıdır. Şükür, insanın içinde bulunduğu şartları olumlu bir perspektifle görmesini sağlar ve daha iyimser bir bakış açısına sahip olmasına imkân tanır. Bu bakımdan şükür, insanı daha olumlu ve iyimser kılarak onun psikolojik açıdan yıpranmasına karşı koruyucu bir sağlık hizmeti işlevi görür. Şükür, en zor şartlarda bile bahşedilen nimetleri görme basireti sayesinde iyimser bir ruh hâline sahip olmaktır. Şükür, insanı yıpratan ve manevî enerjisini tüketen sızlanmanın, yakınmanın ve sürekli şikâyet etmenin tahrip edici sonuçlarına karşı sadra ve ruha şifadır. Şükür erdemiyle donanmak önemli bir ahlâki meziyettir. Şükür, müminin karakteristik özelliğidir. Bu sebeple şükür sayesinde kul Rabbine yakınlaşır ve O’nun rızasını, hoşnutluğunu ve memnuniyetini kazanarak İlâhî desteğine mazhar olma şerefine erer. Şükür, elindeki nimeti görme basiretini sergileyerek her şartta huzurlu ve mutlu olabilme sanatıdır. Şükür, mevcut imkân ve nimetlerle yetinerek kanaatkârlığı sağladığı gibi elde olmayan imkânları bilinçsizce, ölçüsüzce ve açgözlülükle isteme huzursuzluğundan insanı kurtaran manevî bir şifa kaynağıdır. Diğer bir ifadeyle şükür, insanın imkân dâhilinde olmayanları düşünerek sahip olduğu nimetleri ziyan etmesine engel olan önemli bir kazanımdır. Şükür, İlâhî yakınlığı ve desteği sağlaması bakımından ruhsal zenginlik ve manevî bir güçtür. Şükür, yaşam felsefesi ve hayat biçimine dönüştürülerek hayır, bereket, huzur, mutluluk ve güven kapılarını açan bir anahtardır. Şükür kelimesi sözlükte “nimeti görerek ortaya çıkarıp yaymak, iyiliğin kıymetini bilmek/ onu övmek ve anlatmak, minnettar olmak, hayvanın az otla yetinip semizleşmesi, hayvanın bol süt vermesi, yağmurun sağanak hâlde yağması, Allah’ın yapılan iyilikleri fazlasıyla mükâfatlandırması” anlamlarına gelmektedir.
Ayrıca şükrün zıttı nankörlüktür
Şükür sözcüğü Kur’ân’da türevleriyle beraber yetmiş beş kez geçmektedir. Aynı kökten türeyen şâkir ve şekûr ise “az da olsa kulun itaat ve ibadetine fazlasıyla karşılık ve mükâfat veren” anlamında Allah’ın güzel isimlerindendir. Ayrıca şükrün zıttı nankörlüktür. Nankörlük, gördüğü nimetin kıymetini bilmemek demektir. Şükrün eşanlamı ise kanaattir. Zira kanaat azla yetinip elindekinin kıymetini bilmektir. Şükrün verilen sözlük anlamları göz önünde bulundurulduğunda bu kelimenin kıymet bilmek, artmak, çoğalmak, gürleşmek, fazlalaşmak, bereketlenmek gibi temel anlamlara sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Özellikle hayvanın mevcut az yemle/ otla yetinerek semizleşmesi ve bol süt vermesi bu kelimenin anlam haritasını çizmektedir. Buna göre insanın, elindeki nimeti görüp onunla yetinmesi neticesinde elde edeceği bolluk ve berekete bir gönderme olarak anlaşılabilir. Ayrıca şükür kelimesi, Türkçe “iyiliğin kıymetini bilme ve iyilik yapana bunu hissettirme, nimeti, iyiliği ve sahibini övme, memnuniyeti dile getirme, mutlu bir olay veya durumdan ve yapılan bir iyilikten duyulan hoşnutluğu bildirme” anlamlarında kullanılmaktadır. Allah’a sayısız nimetlerinden ötürü minnettarlık bağlamında “şükür”, insanlara iyilikleri sebebiyle kadirşinaslık anlamında ise “teşekkür” kullanılmaktadır. Buna karşı şükürsüzlük ve sabırsızlığın yeri neresidir?
Sabır Kur’ân’da tavsiye edilen bir erdemdir
Nefs aynı zamanda hazlarımızın kaynağıdır. İnsan hazlara tutkunca bağlanarak putlaştırabilir. Furkan suresinin 43. âyeti buna işaret ediyor. Bu durum, bireyin duygularını kontrol edemez hâle gelmesine yol açabilir. Öfke de nefsin kötü sıfatlarından biridir ve öncelikle bireyin hazları engellendiğinde ya da başka birçok sebeple ortaya çıkabilir. Sabır ise her türlü sıkıntılı durumlarla çözüm odaklı başa çıkabilme (El-Bakara/ 153) duygusu ve faziletidir. Öfke, kızgınlığın çok daha yoğunlaşarak birikmiş şekli, yoğun ve kontrolsüz tepkisidir. İslâm düşünürlerinden Gazali’ye göre öfke, Allah Teâlâ’nın insana kendisini fesattan ve hayatında meydana gelecek tehlikelerden koruyabilmesi için verilmiş bir nimettir. “Birey maksadına ulaşamayınca gazap ateşi parlar, bundan çıkan alev kalbin kanını kaynatır. Kaynayan kan, ateşin ve kaynayan suyun yukarı çıkması gibi beyne hücum eder, yüze dökülür ve yüz kızarır.” Gazali kanın bedene yayılmasının kişinin gücü yettiği ve kendinden zayıf olanlara öfkelendiği zaman gerçekleştiğini, kızdığı kimse kendinden üstün ve güç yetiremeyeceği biri ise bu durumda kanın çekilip kişiye hüznün hâkim olacağını belirtir. Hâlbuki Allah (cc), insana öfkesini kontrol etmesini, böyle yaptığı takdirde kendisinin sevgisine mazhar olacağını ve iyilerden olacağını müjdelemektedir: “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmran/ 134) Sabır, gam, gussa (kaygı) ve kederlerden kurtulmayı Allah’tan beklemektir. Gazali ise sabrı gösterilmesi gereken yerlere göre sınıflandırırken öfke ve hiddete karşı sabrı hilm olarak tanımlar. Sabır Kur’ân’da tavsiye edilen bir erdemdir. Âyette (Tâ-Hâ/ 130) “Şu hâlde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin” ifadelerine yer verilerek kişiye insan ilişkilerinde sabırlı olması, sabrında gelişmesi ve mutlu olması için tesbihatla meşgul olması tavsiye edilmektedir. Aynı zamanda sabır her türlü sıkıntılı durumlarla çözüm odaklı başa çıkabilme (El-Bakara/ 153, 155) duygusu ve faziletidir. Sabrın çeşitleri ve nerelerde sabır gösterilmesi gerektiği noktasında Kur’ân bize yol göstermektedir. Bunlardan bir tanesi afet ve sıkıntılara sabretmedir. (El-Bakara/ 155) Diğeri savaş esnasında (El-Bakara/ 250) ve kaygı verici belirsiz durumlarda sabırdır (Yusuf/ 83) ki Yusuf Peygamberin kuyudan krallığa olan süreçte sergilediği sabr-ı cemildir.
Sonuç: Ehli dil ve âkil olan münevverler, nimete şükretmenin, kendisi de bir şükür vesilesidir, demişlerdir. Çünkü şükredebilmek, derin bir bilinç ve büyük bir farkındalık gerektirmektedir. Bu sebeple şükür becerisini kazanıp geliştirmek için sürekli nimet ve imkânlar üzerinde tefekkür etmek büyük önem taşımaktadır. Bu bakımdan şükrü, bilinçli ve şuurlu biçimde hayatın merkezine yerleştirmek büyük bir emek gerektirir. Hayata anlam ve değer katan manevî bir hazine olarak şükür, insanın elindeki nimetlerin kıymetini bilmesini ve bu nimetlerin hayrını görmesini sağlar. Şükür, insanı olgunlaştıran bir değerdir. Bu değerden yoksunluk, hayatı yüzeysel, değersiz ve anlamdan uzak yaşamak demektir. Çünkü hayat şükürle anlam kazanır ve şükürle insan huzur ve saadete ulaşır. Bu bakımdan şükür huzur ve mutluluğun anahtarıdır. Güven ve selameti sağlayan şükür, bereket kaynağıdır. Şükür, nimetin artmasının aracıdır. Şükreden insanın ruh dünyası geniş, kalbi huzur dolu, hayatı anlamlı ve bereketlidir. Bu yüzden Allah, Kur’ân’da her vesileyle kullarını şükretmeye davet ve teşvik etmektedir.
İsyan, derdi birden bine çıkarırken, sabır binden bir indirir
Bu çalışmada Kur’ân perspektifinden şükür kavramının mümin bireyin düşünce, duygu, tavır ve eylemleri üzerindeki etkileri incelenerek şükrün, insanın hayatındaki vazgeçilmez bir konuma sahip olduğu görülmüştür. Huzur ve bereket kaynağı olarak şükür duygusunun, insanın düşünce ufkunu genişlettiği, elindeki nimetlerin kıymetini bilmesini ve onlardan en üst düzeyde istifade etmesini sağlayarak yaratıcısıyla sıcak ve samimi bir şükran ve minnettarlık bağı kurduğuna temas edilmiştir. Bu bağlamda şükrün yer yer imanla, salih amelle, teslimiyetle, tevekkülle, takvayla eşdeğer kullanıldığı ve şükür ile oruç, hikmet, dünya ve âhiret saadetinin temini arasında güçlü bir sebep sonuç ilişkisinin olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca şükür duygusunun insanın ruh dünyasını zenginleştirdiği, olaylara daha olumlu ve iyimser bakma becerisini kazandırdığı bilgisine ulaşılmıştır. Manevî bir zenginlik kaynağı olarak şükrün insanın ruh ve beden sağlığının korunması ve muhafaza edilmesi bakımından eşsiz bir yere sahip olduğu sonucuna varılmıştır. Dahası şükrün insanın dünya ve âhirette daha güvenli, huzurlu ve mutlu olmasını sağladığı ve ona Allah’ın rızasını, hoşnutluğunu, sevgisini, yakınlığını ve İlâhî desteğini kazandırması yönüyle bitmez tükenmez bir hazine olduğu tespit edilmiştir. Bu bakımdan şükrün, insana elindeki maddî ve manevî nimetler hakkında yüksek bir farkındalık şuurunu ve olaylara karşı iyimser bakma becerisini kazandırdığı görülür.
Sözümüzü bir Allah (cc) dostunun tavsiyesi ile bitirelim…
Maruz kaldığımız musibet ve belalar ne kadar ağır ve zor da olsa isyan ve şikâyetin insana ne maddî ne de manevî hiçbir faydası bulunmuyor. Aksine isyan musibeti ikileştiriyor, daha da ziyadeleştiriyor. İsyan ve şikâyet tıpkı kırık bir el ile düşmana yumruk atmak gibidir; kırık bir el ile ne kadar yumruk atsa kendi canı misliyle acıyacaktır. Hâlbuki sabretse, kırık kolunu tedavi ettirse, canı daha az acıyacak ve manen de büyük bir sevap kazanacak. Onun için isyan ve şikâyetin ne ruhî bakımdan ne de uhrevî cihetten hiçbir faydası bulunmadığı gibi, çok büyük zararları da vardır. İsyan, derdi birden bine çıkarırken, sabır binden bire indirir.
İnsan aciz ve dayanıksız bir fıtrata sahip olduğu için ağlamak, sızlamak ve şikâyet etmek ister. Bu yüzden insana, “Ağlama, sızlama, şikâyet etme!” denilemez. Ama ağlama, sızlama ve şikâyetin yüzü ve yönü ayarlanabilir. İşte insan bu noktada mesuldür. Bunun en güzel misali Hz. Yakup (as)’ın tavrıdır: “... Ben derdimi de üzüntümü de ancak Allah’a şikâyet ederim.” (Yusuf/ 86) Yani musibeti Allah’a şikâyet etmeli, yoksa Allah’ı insanlara şikâyet eder gibi, “Eyvah! Of!” deyip, “Ben ne ettim ki, bu başıma geldi?” diyerek, âciz insanların duygularını tahrik etmek zarardır, manasızdır ve aynı zamanda kulluğa da münafidir yani aykırıdır. Vesselâm…