SON DAKİKA
Reklam
Reklam
Sertif PARLAK

"Aileyi ihya eden, medeniyeti inşâ eder; aileyi ihya edemeyen ise medeniyeti imha eder"

A- A+
Reklam

İSLÂM dininde kadın ve erkekten önce “insan” kavramından bahsedilir. Kur’ân’da, “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık” buyrulur (Hucûrat, 13). Kur’ân’ın muhatabı insan olduğu gibi evlilikte de kadınlık ve erkeklikten önce “insanlık” ön planda tutulmaktadır. Erkek ve kadın tek başına “noksan” varlıklardır. Onlar tek başına yapamayacakları işleri birlikte icra eder ve birlikte bir hayat sürerler. Evliliğin temelinde insanın yaratılışı yatmaktadır. Evlilik, insan neslinin devamı, yenilenmesi ve insanın bireysel ve toplumsal olarak kendini ifade etmesi için gereken bir kurumdur. Bundan dolayı İslâm, aileye çok önem vermiş, onu tüm sosyal müesseselerden üstün tutmuştur. Böylece aileyi “güven ve istikrar kaynağı” olarak görmüştür. Aile ve din insanlığın tarihi kadar, kadîm iki kurumdur ve bu iki müessese birbiriyle sıkı münasebet hâlindedir.

Din, ailenin oluşmadan önceki aşamalarında, kuruluşunda, işleyişinde ve sonlanmasında önemli ilkeler ve ayrıntılı hükümler getirmiştir. Bütün dinlerde aile ile ilgili hükümler vardır. 

Bir başka açıdan bakıldığında dinî değerlerin korunmasında ailenin rolü ne kadar büyükse ailenin korunmasında da dinin tesiri o kadar önemlidir. Dolayısıyla bu iki kurum bekâsı için belli ölçüde birbirine muhtaçtır. Son din İslâm ve onun öğretilerinin yön verdiği Müslüman aile için de bu esas geçerlidir. 

Kur’ân-ı Kerîm’de birçok gruptan bahsediliyor. Bu gruplardan birisini ifade eden “ehl” kelimesi de Kur’ân’da tam 127 yerde geçmektedir. Ünsiyet etmek, yabancı olmamak ve yakınlaşmak manalarına gelen bu kelime Kur’ân’da daha çok kan bağına dayanan bir yakınlığı ifade etmek için kullanılmaktadır. 

Ve yine Kur’ân bu kelimeyi iki ruhun birleşmesi olarak da ifade etmektedir. “Aile” manasına gelen “ehl” sözcüğünün aynı zamanda ortak bir din, ırk ve mesleğe sahip olan insanları da ifade ettiğini görmekteyiz. 

Kur’ân-ı Kerîm’e göre ilk sosyal birlik, ilk topluluk ailedir ve insanlar tarafından kurulan ilk sosyal gruplaşma aile şeklinde olmuştur. Çünkü karı-koca ve çocuklardan meydana gelen aile örneğini ilk defa, ilk insan Hz. Âdem (as), eşi Hz. Havva anamız ve çocuklarında görüyoruz. Kur’ân-ı Kerîm, sevgi, merhamet, iyilik, dayanışma, yardımlaşma ve Allah korkusunu izleyerek, sosyal birliğin aile kurumu ile ayakta tutulmasını hedeflemektedir. Çünkü sosyal hayatın bütün unsurları aileden çıkmaktadır. 

Kur’ân’a göre aile kesinlikle dikkat edilmesi gereken, her bir üyesiyle bir fonksiyon icra eden, toplumu ayakta tutan çok önemli bir kurumdur. İslâm dini, aileyi, Kur’ân ve sünnetin telkinleriyle ve bireyler arasında bir bağ oluşturarak yüksek bir temele oturtmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de ayetleri incelediğimizde, O’nun aileye ne kadar önem verdiğine ve toplumda sosyal kaynaşmanın oluşması için aileye yüklediği vazifenin ne kadar büyük olduğuna şahit oluyoruz.

Devletlûların ağızlarından sık sık şu ifadelere rastlarız: Aile, toplumum kök hücresi, devletin temel direğidir. Aile, bugünün dünyasında daha fazla ihtiyaç duyduğumuz, daha fazla korunması ve güçlendirilmesi gereken bir kurumdur. Aileyi korumak millî bir ödev, millî bir sorumluluktur. Toplumumuzun en güçlü yapısını bundan sonraki nesillere en kuvvetli şekilde aktarmak boynumuzun borcudur.”“Bu programlar, zehirli bal gibidir; vücuda giriyor, yavaş yavaş vücudu tahrip ediyor”Bu yazımızda aileye büyük zarar veren ve bir türlü önü alınamayan televizyon programları ve sosyal medyanın zararlarından bahsedeceğiz. Bazı televizyon dizileri ve programları, toplumun inanç ve ahlâk değerlerini, onarılması güç bir şekilde tahrip etmeye devam ediyor. Özellikle de “gündüz kuşağı” olarak adlandırılan ve yoğunlukla kadınlara hitap eden birtakım programlar, manevî ve ahlâkî temelleri derinden sarsıyor. İsterseniz bir uzmanın görüşlerinden bir alıntı yapalım. Üsküdar Üniversitesi Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, konuyla ilgili, “Toplumdaki insanlara, mesela evlilikle ilgili korku uyandırıyor, eşi ile ilgili kuşku uyandırıyor ve aileyi bir arada tutan temel değerleri sarsıyor” diyor. Gündüz kuşağı programlarının özellikle reyting değeri yüksek olan programlar olduğunu, bu programların çok ilgi çektiğini belirten Tarhan, şöyle devam ediyor: “Bu programlar insandaki merak duygusunu uyandırıyor. Kişinin merak duygusunu uyandırdığı için, insanda iki türlü durum ortaya çıkıyor. Biri, merak duygusunu uyandırdığı zaman iyicil etkileşimler ortaya çıkarabilmek, diğeri de kötücül etkileşimler ortaya çıkarabilmektir. Burada merak duygusunu, hayret duygusunu ve ilgisini arttıran bu programlarda, programın etkisine göre iyicil ve kötücül etkisi olup olmaması değişir. Toplumu ayakta tutan önemli değerler vardır. Mesela bu değerler, paylaşımcılık, yardımlaşma, güven duygusu, sadakat, aile içerisinde aile değerleri vardır. Bu programlar aileyi bir arada tutan temel duygu olan güven duygusuna son derece zarar veriyor. Bir toplumun bir yerinde olan az, sınırlı bir olayı alıp ortaya çıkarıp genelleme yapıldığı zaman, aile içerisinde birbirlerine karşı kuşkular, şüpheler uyanıyor. Bu olaylar eskiden çok görünür değildi. Televizyon programları, kötücül durumların görünürlüğünü artırıyor ve genelleme yaparak o programları toplumdaki insanlara, örneğin evlilikle ilgili korku uyandırıyor, eşi ile ilgili kuşku uyandırıyor ve aileyi bir arada tutan temel değerleri sarsıyor. Bu programlar bu nedenle bir virüs gibidir, AIDS gibidir. AIDS virüsü vücuda girer, 5-10 sene sonra hasta eder. Neden? Çünkü vücuda girer, bağışıklık sistemini bozar, hastalıklar vücutta yayılır ama vücudun haberi olmaz. Yayılır yayılır, ortaya çıktığı zaman da iş işten geçmiş olur. Bu programlar da sosyal bir virüs gibidir. Kötücül duyguları uyandırıyor ama bunun hoş bir eğlence, zehirli bal gibi etkisi var. Bu programlar, çekici, bal gibi ama zehirli bal gibidir. Vücuda giriyor, yavaş yavaş vücudu tahrip ediyor…” 

Evlilik, derin bir bağlılık ve sorumluluk gerektiren bir kurumdur

Konuyu anlatmadan önce şu tespiti yapalım... Ulemânın görüşü de bu istikamettedir. İnsanı yaratan Allah olduğuna göre, elbette o insanı Allah bilir ve bilen konuşur. Şu hâlde insanın nasıl hayırlı bir yuva kuracağını ve kuracağı yuvada huzur, saadet ve mutluluk için ne yapması gerektiğini de elbette Allah bilir ve bize bildirecek olan da O’dur ve onun bildirdiği Elçisidir. Başka düşünceler, nefsanî ve şeytanidir, dikkatli olmak gerekir. Evlilik öncesinde çiftlerin birbirini tanıması elbette çok önemlidir ve nişanlılık sürecinde elden geldiği kadar tanımaya çalışılmalıdır. Ancak kişilerin görünen karakter ve mizaçları ve hayat anlayışları, alışkanlıkları dışında asıl önemli olan bilinç dışı davranış ve düşünceleri vardır ki, bu da ancak evlenince ortaya çıkar. Kişiler birbirinin ve kendilerinin bilinmeyen özelliklerini evlilik sayesinde öğrenirler. Bundan dolayı nikâh ile kadın ve erkeği birbirine bağlayan evlilik, sadece bir hayat tarzı uyumu değil, aynı zamanda iki insanın birlikte büyüyüp gelişmesi anlamına da gelir. Evlilik sürecinde ortaya çıkan problemler, çiftlerin birbirlerini daha iyi tanımalarına ve ilişkilerini derinleştirmelerine imkân tanır. Bu zorluklar, her iki tarafın da ilişkinin sürdürülebilirliği için birlikte çalışmasını gerektirir. Sabırla ve anlayışla davranılsa bu süreç, çiftlerin birbirlerine olan bağlılıklarını ve ilişkilerini güçlendirir. Sadece evlilik değil, her türlü ikili ilişkiyi sağlıklı yürütmenin en önemli yolu, sabır, hoşgörü, anlayış, empati ile sorunlara yaklaşmaktır. Kaldı ki evlilik, derin bir bağlılık ve sorumluluk gerektiren bir kurumdur ve bu bağlılık, birlikte yaşamak veya yaşamamakla değil, kişilerin birbirlerine olan sevgileri, saygıları ve sorumluluklarıyla şekillenir. Bunlar yoksa kaç yıl birlikte yaşarlarsa yaşasınlar değişen bir şey olmayacaktır.

Müslüman milletimizin medeniyet tasavvurunda ve İ’lay’i Kelimetûllah için Nizâm-ı Âlem Ülküsü’nün temeli Kur’ân ve Risâlet-i Resulullâh’ın yolundan giden ailelerin oluşturduğu/ inşâ edeceği Devlet yapısından geçer. Bu cümleden olarak bu sene “aile yılın”da Devlet aklının işaretiyle “Nesli İhya-Medeniyeti İnşâ” mefkûremize ulaşmanın yolu, aşağıdaki konu başlıklarını yani sorun alanlarını çözüme kavuşturmakla mümkündür.

“Zina tamamen yasaklanmalıdır”

Sayın Adnan Kalkan’ın(*) “Aile Yılında Aileye Yönelik Tehditler ve Ailenin Yeniden İhyâsı” başlıklı  yazısından (müsaadeleriyle) bir kaç konu başlığını aslına dokunmadan aynen buraya aktarmak istiyorum: 

“1) İlk düğme olan eş seçme sürecinde büyük hatalar yapılmakta ve bu da zamanla önce huzursuzluk sonra boşanmaya sebep olmaktadır. Eş seçimi konusunda gençler bilinçlendirilmelidir. Evliliğe hazırlık okulu için “Önce Evlilik Okuluna Sonra Nikâh Masasına” projesi uygulanmalıdır.

2) Yüksek kiralar ve evlilik yüksek giderleri, gençlerin evlenmesini engellemektedir. Bugün bir evlilik yaklaşık bir milyona mal olmaktadır. Asgari ücretlinin bunu karşılaması çok da mümkün görülmemektedir. Bu da gençlerin evlenmesini engellemektedir. 

3) Süresiz nafaka zulmü ile boşanan erkekler ciddi yük altına girmekte, bu da yeni bir evliliği engellemektedir. Süresiz nafaka kadın tarafından haksız kazanç ve suistimale, erkek tarafında ise yeniden bir evliliğe engel olmaya sebep olmaktadır. Süresiz nafaka zulmü kaldırılmalıdır.

4) 6284 nolu yasa ve kadının beyanı konusunda çok ciddi mağduriyetler yaşandığından dolayı boşanmalar artmaktadır, gençler evlilikten kaçmaktadır. Kadına şiddeti önlemenin yolu bu yasa değil, tam tersine aile birliğini tesis etmekten geçer. Kadın, ailenin dışında değil dahilindedir. 

5) LGBTİQ+ evliliğin önüne geçmekte ve ciddi anlamda neslimizi bozmaktadır. Gerek toplumsal ahlâkın gerekse medeniyetin ana dinamiklerinin temeline dinamit koymaktadır. Kimlik bunalımına sebep olmakta ve toplumun ana dinamiklerini bozmaktadır. Bu, direk terör suç sayılmalıdır. 

6) Erken evlilik adı altında daha önce ergen iken rızasıyla evlenmiş ve bu suçla hapse atılmış nice aile perişan olmuştur. İslâm’ın izin verdiği ergenlik yaşında evlilik, çocuk evliliği sayılmamalıdır. Elbette evlilik sadece ergenliğe bağlı değil olgunluğa da bağlıdır. Lakin bunu yaştan dolayı da cezalandırmamalıdır.

7) Kadın çalışmak zorunda bırakıldığından ve hatta fıtratına uygun olmayan işlerde zorla çalıştırıldığından dolayı, çocuk sahibi olamamaktadır. Bu da kadını, anne olma duygusunu zedelemekle mağdur etmekte ve nüfus artışını azaltmaktadır. 

8) Aileyi yıkan feminist dernek ve basın yayın programlarının önüne geçilmelidir. Nitekim feminist yaklaşımlar erkeği kadına, kadına erkeğe düşman etmektedir. 

9) Zina tamamen yasaklanmalıdır. Özellikle evlilerin zinasına ciddi cezalar getirmelidir. Böylece ailede sadakat artırılarak zina yapmanın önüne geçilmelidir. Zina yapan taraf boşanmada bütün haklarından mahrum edilmelidir. 

11) Film, dizi ve sosyal medya platformlarında aileye yönelik yapılan bütün itibarsızlaştırma programlarının önüne geçilmelidir. TikTok başta olmak üzere çıplaklığı öne çıkaran ve ahlâka zarar veren bütün sosyal medya platformları her şeye rağmen yasaklanmalıdır. 

12) Toplumsal cinsiyet eşitliği, karma eğitim (kız okulu, erkek okulu ve karma eğitim olmalıdır) başta olmak üzere cinsiyetsizleştirme ve cinsiyete zarar veren her türlü operasyonun önüne geçilmelidir. 

13) Okullara seçmeli değil zorunlu aile dersleri konulmalıdır ve bu alanda yetiştirilecek öğretmenler derse girmelidir. Bunun için üniversitede ‘aile öğretmenliği” bölümü açılmalıdır.

14) Çocuk terbiyesi neredeyse suç sayılmaktadır. Her anne baba çocuğuna kendi millî ve manevî değerleri bünyesinde terbiye verebilmelidir. Seküler çağın sahte özgürlükçü yaklaşımından vazgeçilmelidir. 

15) Aile içi şiddet, her yönüyle yeniden tanımlanmalıdır. Cinsellik, eşler arasında en doğal hak iken hane içi tecavüz gibi yanlış kavramlar ortadan kaldırılmalıdır. Şiddet yeniden tanımlanmalıdır. Nitekim psikolojik şiddetin sınırı bulunmamaktadır. Bu anlamda aileyi yıkan yasa ve projeleri dayatılanlara karşı sivil toplum kuruluşları ve Devlet’le birlikte hareket etmek gerekir. Bizi birbirimize bağlayan asıl bağlar, aile bağlarımızdır. Âriflerin diliyle, aileyi ihya eden, medeniyeti inşâ eder; aileyi ihya edemeyen ise medeniyeti imha eder.” 

Peygamber Efendimiz diyor ki: 

“Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım.” (Tirmizi, Menâkıb, 63)

“Dikkat edin! Sizin, hanımlarınızın üzerinde hakkınız vardır. Hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin hanımlarınız üzerindeki haklarınız, (onların) namuslarını muhafaza etmeleri ve hoşlanmadığınız kimselerin evinize girmesine izin vermemeleridir. Dikkat edin! Hanımlarınızın sizin üzerinizdeki hakları ise onların giyim ve gıda ihtiyaçlarını güzelce karşılamanızdır.” (Tirmizi, Radâ’, 11) 

Vesselâm…

----------------------                                                                                                          

*Adnan Kalkan, Aile Yılında Aileye Yönelik Tehditler ve Ailenin Yeniden İhyâsı, Köşe Yazısı, 16 Ocak 2025.

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar