SON DAKİKA
Sertif PARLAK

Kunta Kinte'den torunlarına ...

A- A+

Afrika fakir değil, yağmalanmış bir kıtadır. Evi soyulan adama “fakir” demek, hırsızı aklamak olur. Afrika’nın hammaddesi de, emeği de yağmalanmıştır. Avrupalılar, Afrika’dan çalıp üç asır köle yaptıkları insanların emeğini asgarî ücretle ödeseler, bütün Avrupa devletleri sefalete batar.

 

KIYMETLİ dostlar, “Bir aylık sıla-i rahimden sonra yazı yazmaya nasıl başlarım?” diye mütereddit oldum. Malûm-u âliniz, köy yerinde misafirken televizyondan haber seyretmek, sosyal medyayı takip etmek, sürekli cep telefonu ile meşgul olmak hem ahlâken şeriata mugayir, hem de oradaki akrabalara karşı saygısızlıktır. Bu vesile ile dünyada olup bitenden bîhaber (!) gibiydik.

Ankara’ya, büyük şehre geldik, yine kaldığımız yerden devam edelim. Unutmadan söyleyeyim, misafir olduğumuz yerlerde nemi konuşuluyor, işte cevabı!

***

Bir ay boyunca misafirlikte bulunduğum Ağrı ve Kars’ta kahir ekseriyetin şikâyeti, “Benzin/mazot pahalı, traktörümü çalıştıramıyorum, minibüsümle şehre yolcu, kamyonumla yük götüremiyorum” şeklinde. Vatandaşın derdi geçinmek. Son yıllarda elde ettiği bolluğun devamını istiyor. Şükretmek, hamdetmek, başkasının derdi ile hemdert olmak konusunda biraz işler karışıyor. Zira kazanma hırsı ve cazibesi çok şeyi berhava etmiş, insaf ve terazideki tartı şaşmış. Hayat pahalılığının gündem olduğu yerlerde ise alışık olduğumuz ve süregelen muhalefetin top atışlarının yanında gözden kaçan birkaç hususu da arz etmem lâzım.

Bizim oralarda (bu vereceğim bilgiler irticalen aklımda kalan rakamlar olup, iki vilâyette gördüklerimdir) 2 adet vasat dana (1 buçuk yaşında) yüz bin liradan satılıyor. Bir balya kuru ot ortalama 70 TL. Bir kilo çeçil/civil peynir yüz lira (köydeki fiyat). Tereyağı ise çeçil/civil peynirin iki katı seviyesinde.

Köy yerinde, tarlada, bahçede çalıştırmak için günlük yevmiye 600 TL’den çalışacak kişi, amiyane tabirle amele bulunmuyor, bulunamıyor. Ama kahvehaneler (tembelhane demek evlâ) epey kalabalıklar. Yine de ortalık yeri toz duman: “Öldük. Bittik. Memleket iyi yönetilmiyor” propagandası revaçta. Ki her zaman başvurulan bir metot.

Kalben mahzunum, uzun yıllar laikos cenahının marifetleri ile unutulan/unutturulan bu toprakların insanlarının yıllardır Sol siyaset elindeki istismarından ve iktidarların yanlış politikalarından, yanlış eğitim yüzünden Er-Rezzak olan Yaratan’ın âdeta unutturulması hissi ağır basıyor. Oysa inanan kalpler bilirler ki, Er-Rezzak, Esmaü’l-Hüsna'da geçen isimlerinden biridir. Er-Rezzak, anlamı bakımından “rızka kefil olmak ve onu vermek” anlamına gelmektedir. Peki, bütün derdimiz mazotun fiyatı, doların ve altının değer kaybı veya sebze meyvenin “üç harfli” marketler başta olmak üzere önlenemeyen fiyatları mıdır?

Bu konu hakkında başka bir yazıda ve kifayetsiz bürokratlara dair, ayrıca seçilen vekillerin hâl-i pürmeâallerini arz ederiz. Çünkü dünyada başka şeyler de oluyor. Batılı ajanslar görmezden gelseler de,  “Afrika’daki Batı sömürgeciliğinin sonu mu geliyor?” sorusu, Rusya-Ukrayna/ABD Savaşı, yangınlar, seller yaşanıyor. Fakir, bu yazıda başka bir konuda size malûmat arz edecek.

***

Siyahî Afrika’yı merak edenleriniz vardır muhakkak. Yukarıdaki yazı başlığını neden seçtiğimi de anlarsınız inşallah.

Hani Afrika’lının makûs talihini özetleyen şöyle bir söz vardır: “Batılılar geldiğinde ellerinde İncil, bizim ellerimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.” (Kenu Kenyattu, Kenya Kurucu Devlet Başkanı)

Yetmişli yıllar, üniversite öğrencisi olduğumuz yıllardı. Genç yaşlarımızda Müslüman milletimizin medeniyet tasavvurunun yâd ellerde heba olduğuna inanıyor ve omuzlarımızda büyük yüklerle yürümek istiyorduk. Bütün benliğimizle inanıyorduk; çünkü Cihan Devletimizi cetvellerle devletçiklere ayıran Sykes-Picot mucidi (!) emperyalistlerin milletimize getirdikleri/tavsiye ettikleri gayr-ı millî düzeni değiştirmek, bize biçilen kefeni yırtmaya çalışıyor, mazlum ve esaret altındaki dindaş ve soydaşlarımızın (Türkistan, Azerbaycan, Kerkük, Balkanlardaki Evlâd-ı Fatihan, Filistin, Keşmir ve diğerleri) dertleri ile kavruluyorduk. “Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir” emr-i İlâhisine bende olmuştuk. Bu mücadelede yalınkılıç olsak da pes etmek olmazdı. Yine o yıllarda, yüreğimize dokunan ve dualarımıza mihenk olan basın-yayın imkânsızlığından olacak ki hayra ve dine dair, milliliğe ait ne bulursak okur, seyrederdik. Yazılı basın âdeta Batı’nın bültenleri, temâşâya ait birer tiyatro idi. Sinemada millilik-yerlilik hak getire! Neyse ki, yabancı da olsa bir dizi, bizi siyah beyaz televizyonların başına topluyor, buluşturuyordu. Adı “Kökler” idi.

1977’de, ABD’de en çok izlenen dizi olmuştu Kökler. ABC televizyonu yöneticileri, 1977’de Alex Haley’in aynı adlı romanından uyarlanan diziyi yayınlama kararı aldığında, edecekleri zararı karşılamak için gerekli tedbirleri de düşünmüşlerdi. Afrikalı bir ailenin Amerika’da köleleştirilmesi ve sonunda özgürlüklerine kavuşması anlatılıyordu.

“Kunta Kinte”, Haley’in yazdığı “Roots: The Saga of an American Family” adlı bu kitapta Gambiya asıllı bir köledir. Gambiya’nın Jufureh kasabasındaki bir köyde dünyaya gelen, daha sonra ABD’li köle tüccarları tarafından Virginia eyaletine köle olarak getirilen Gambiyalı bu Siyahî delikanlının hayat hikâyesi, Batılı köle tüccarları ile hürriyet âşığı bu siyah adamın mücadelesidir. Bugün yaşananların tarihî derinliği asırlara sarih, lâkin hak ile bâtılın mücadelesinin başka bir boyutunu ifade etmektedir.

Aynı zulmü gören Afrikalının köle tüccarları sadece ABD değildi. Hollanda, Fransa, Belçika, İngiltere, Portekiz, İspanya, İtalya ve diğer emperyalistler de bu sömürü ve köle tüccarlığının aktörleri idi. Allah’ın şeriatına muhalefet eden materyalist Batı’nın medeniyet karnesi zayıf olup, sömürdükleri toprakların dünyevî sahiplerini köle, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini pay ü mâl edip Zigurrat kulelerinde demokrasi ve insan hakları palavralarını atanların sonu tıpkı Firavun’un sonu gibi olacak.

Şimdi soralım: Afrika’da neler oluyor?

***

İlk misâlimiz, gündemde olan Nijer’deki darbe ile ilgili olsun. Macron’un çaresizliği ve demokrat Fransa’ya (!) dair konuşalım…

Çıkarlarına uygun olan darbeler karşısında ses çıkarmayan ABD ve Batı ülkeleri, Nijer darbesine çok sert tepki gösterdi. Afrika bölgesinde etkin olan Fransız basını neredeyse tek konu olarak Nijer’i işliyor. Bunun asıl nedenini France 24 kanalı çok net ifade etti: “Nijer’den gelen uranyum uzun zamandır Fransız nükleer endüstrisi için vazgeçilmez olmuştur.”

Yüzyıllardır Batı ülkelerinin vahşi sömürge anlayışı ile derin acılar çeken Afrika, bugün de büyük devletlerin güç savaşının merkezi hâline gelmiştir. Örnek olarak, Afrika’dan elde edilen kaynakların kesilmesi durumunda Paris’in uzun süre ayakta durması mümkün değildir. Bazı Avrupa ülkeleri için de durum bu şekildedir. Ancak Batı bu geliri “kazan-kazan” stratejisi ile değil, barbar sömürge mantığı ile sağlamaktadır. Böylece yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin olan kıta halklarının yoksulluğu artarak devam etmektedir. Ayrıca filler tepişirken en çok zarar gören yine mazlum halk olmaktadır.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, yıllar öncesinden bu durumu çok net sözlerle dile getirmiştir: “Bugün Batı başkentlerinde şahit olduğunuz ihtişamın perdesini şöyle bir kaldırdığınızda, altında milyonlarca Afrikalının dramı, gözyaşı olduğunu görürsünüz. Berlin’in, Paris’in, Brüksel’in şık kaldırımlarının altında Afrikalıların canı, kanı, emeği ve alın teri vardır.”

Çok mühim bir konu da şudur: Afrika’da son yıllarda meydana gelen darbelerin ve darbe teşebbüslerinin gerisinde Rusya ve Fransa arasındaki güç çatışması yatmaktadır. Mali, Burkina Faso ve geçtiğimiz günlerde Nijer’de meydana gelen darbeler de bu çatışmanın neticesidir. Her üç darbe sonrasında başkentlerin meydanlarında Rusya ve Rus paralı asker grubu Wagner yanlısı sloganlar atılmıştır. Yeni gelen darbe hükümetleri Wagner grubu ile güvenlik anlaşmaları imzalamıştır.

Halkların Fransızlara olan tepkisi, sömürge döneminden kalma yaşanan dramın açık bir yansımasıdır. Her üç ülke de (Mali, Burkina Faso ve Nijer) 1960 yılında Fransa’dan bağımsızlığını ilân etmiştir. Ancak dış kaynaklarla köpürtülen iç karışıklıklarla demokratik yönetim anlayışı tesis edilememiştir. Bağımsızlıktan bugüne Burkina Faso’da dokuz, Nijer’de beş, Mali’de ise üç kez darbe yaşandı. Fransızlar çeşitli gruplarla mücadele etmek adına 2013 yılından beri asker bulunduruyordu. Bu askerî güç şüphesiz Sahel bölgesinin tamamına etki etmektedir.

***

Sonuç olarak, bu daha bir başlangıçtır. İnanan gönüllerin önüne sahte demokrasi putları, Kehkeşanlardaki süslü toplantıların efsûnî nutukları bu hürriyet ateşini söndüremez.  

Afrika’da, Mali, Burkina Faso ve Nijer’de yapılan darbelerle Fransa’nın yerine Rusların güç kazanması coşkuyla karşılanabilecek bir durum değildir. Kimden gelirse gelsin, darbe ile yönetimlerin değişmesi kabul edilemez. Aslolan, Afrika halklarının tercihidir. Dış ülkelerin bakış açısı da eşit perspektifli ve “kazan-kazan” ilkesi ile olmalıdır.

Batı sömürge zihniyetine karşı yapılan gösterilerde “al sancağın Afrikalı mazlumların elinden yükselmesi ise basite indirgenecek bir hâdise değil, bilakis üzerinde derinlemesine tetkik edilecek bir gelişmedir”.

Küresel boyutta sözünüzün geçerli olmasını istiyorsanız, günümüz şartlarında genel kabul gören ilk olgu, sahada ve masada güçlü olmanızdır. “Türkiye Yüzyılı’nda Dış Politikamız” temalı 14’üncü Büyükelçiler Konferansı’nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu durumu açık olarak vurgulamıştır: “Üç kıtanın kalbinde yer alan Türkiye, hâdiseleri tribünden seyredemez. Sahada ve masada güçlü olmak bizim için tercih değil, mecburiyettir. Türkiye eksenli bir okumayla, usta bir satranç oyuncusu titizliğinde bölgemizdeki ve ötesindeki gelişmelere müdâhil oluyoruz. Gerilim peşinde koşmadığımız gibi, onurlu, sabırlı, kararlı ve basiretli bir tavırla, kimden gelirse gelsin, baskılara da boyun eğmiyoruz. Diplomasinin tüm imkânlarını, sert ve yumuşak güç unsularının tamamını kullanarak Türkiye’nin menfaatlerini korumanın derdindeyiz.”

***

Son sözümüz şudur: Afrika fakir değil, yağmalanmış bir kıtadır. Evi soyulan adama “fakir” demek, hırsızı aklamak olur. Afrika’nın hammaddesi de, emeği de yağmalanmıştır. Avrupalılar, Afrika’dan çalıp üç asır köle yaptıkları insanların emeğini asgarî ücretle ödeseler, bütün Avrupa devletleri sefalete batar.

Unutmayalım, İlâhî Mesaj (Hud, 113) bizlere, içten olsun, dıştan olsun, zulmün her çeşidini ortadan kaldırmayı emirle ihtar eder. Müslüman atalarımız bu ayet-i kerimeyi, “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” sözüyle ne güzel tefsir etmişlerdir.

Vesselâm…


 

 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar