SON DAKİKA
Sertif PARLAK

Böl, parçala, yönet ve Orta Doğu'daki kölecil düzen

Böl, parçala, yönet ve Orta Doğu'daki kölecil düzen
A- A+

ZULÜM, adaletin karşıtı olan bir kavramdır, “haksızlık” demektir. Adalet nasıl “her şeyi yerli yerine koymak” demekse, zulüm de “bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymaktır”.

Dinimiz her zemin ve konuda adaleti emretmiş, zulmü ve haksızlığı yasaklayarak büyük günahlardan saymıştır. Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın kullarına zulmedici olmadığı, zulmedenleri sevmediği ve zalimleri yaptıkları zulüm sebebiyle cezasız bırakmayacağı bildirilmektedir: “(Ey Peygamberim!) Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Ancak Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözlerin dışarıya fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)

Müslüman kardeşine bir kötülük ve zarar geldiği zaman onun yardımına koşmaya ve yanında olmaya çalış ki senin sayende zulüm defedilip hak yerini bulsun.

Resûlullah’tan (sav) bu konuya dair şu hadis rivayet edilir: “Kim bir mazlumun hakkını almak için onunla yürürse, kıyamette, ayakların kaydığı günde Allah onun ayaklarını sıratta sabit kılar.”

İmdat eyle Ya Rabbi!

Bugün bizler, kıyamette ayaklarımızın sabit kalması için neler yapıyoruz? İslâm coğrafyası kan gölüne dönmüş bir hâle gelmişken, “Benim ülkemde sorun yok” deyip ilgisiz mi kalmalıyız?

Dünyanın gözü önünde kan döküyor İsrail. Sadece Filistin Gazze’deki çocukları, kadınları, sivilleri ve masumları öldürmüyor, insanlığın bütün temel değerlerini ayaklar altına alıyor. İnsan hakları katliamı yapıyor İsrail. İnsanların yaşama hakkını yakıp yıkıyor. Hukuka saldırıyor. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi bombardıman altında. Demokrasinin canına okunuyor. Gazze ve Filistin’deki insanların kendilerini yönetme hakkı can çekişiyor.

Siyonist terör, insanlığın kutsallarını öldürüyor. Okul, kilise, cami, hastane, ne varsa yakıp yakıyor. Kendilerine “medenî” diyen, insan hak ve özgürlüklerinden, hukuktan, adaletten yana olduklarını söyleyen Amerika ve Avrupa ülkelerinin maskesini indirdi İsrail katliamları. Gazzeli çocukların feryadı arşa yükseliyor. Evlâdını kaybeden annelerin çığlığı gök kubbede yankılanıyor. Çocuklarının parçalanmış cesetlerini toplayan babaların gözyaşı oluk oluk akıyor.

Peki, bugüne nasıl gelindi?

“Orta Doğu” mu?

Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Cihan Devleti’nin Asya’daki topraklarının paylaşılması konusunda yapılan 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması’nın (gizli anlaşma) sonrasında, bize bırakılan ve bizi bize yabancı hâle getiren vesayet mirasının mucitlerinin yeni vekâlet savaşçısı İsrail Devleti oldu.

Skyes-Picot’un sınır çizme değil, nüfuz oluşturma çabasının sonucu ortaya çıktığını söylemek mümkün. Aynı nüfuz oluşturma çabalarının günümüzde de devam ettiği, o gün Orta Doğu’ya niçin geldilerse bugün de Orta Doğu’da aynı gayeyle bulundukları ortada. Bu kez yeni bir dizayna gidiyorlar. Şüphesiz en büyük hedef, Osmanlı’nın en büyük vârisi olan Türkiye’nin önünü kesmek.

Orta Doğu’daki kölecil düzeni İngilizler kurdular. Müslümanları bu düzende köle olarak yerleştirilen Yahudilerse bu düzeni işletiyorlar. İngilizler ön açtılar, Yahudiler saldırdılar. Böylelikle Hitler’in başlattığı Yahudilerin Avrupa’dan sürülme projesi nihaî hedefine İngilizlerce ulaştırıldı. Yahudileri önce Filistin’e yerleştirerek sonra da Filistin’i haritadan silmeyi sağlayacak hastalıklı bir Orta Doğu düzeni icat ederek hakikati tersyüz ettiler.

Dillere pelesenk olan “Orta Doğu” nedir? Kime göre ve neyin Orta Doğu’su? İslâm dünyasında İngilizlerin kurduğu emperyalist ve (Yusuf Kaplan’ın ifadesiyle) “kölemenleştirici” Orta Doğu düzeni hâkim. Osmanlı’nın çökertilmesinden ya da durdurulmasından bu yana yaklaşık bir asırdır Osmanlı coğrafyasında “Orta Doğu” tabirini İngilizler icat etti, dünya ise kullanıyor. Osmanlı yıkılmış ve Osmanlı’nın uhdesindeki Hilâfet’in varlığı ile anlam kazanan ve gerçeğe bürünen İttihad-ı İslâm yok edilmişken ancak söz konusu İsrail Devleti kurulabilmiş, İslâm dünyası parçalanmış ve yine İslâm dünyasında onlarca kukla “kabile devleti” (cetvel devletçikler) icat edilmiştir. Böylece İsrail, bölgedeki hegemonyasını tesis etmiştir.

Bu terör devleti inşâ edilirken, Müslümanların gönüllerine “Filistinliler toprak sattı” yalanını pompaladılar.

Bu coğrafya Orta Doğu değildir. Neye göre ve kimin Ortadoğu’su? Bana, bize göre değil tabiî, İngilizlere göre. İngilizler coğrafî haritaları icat ederek zihin haritalarımızı da inşâ ettiler, hâlâ ediyorlar. Ama önce teo-politik yani akîdevî önceliklerimizi değiştirerek jeo-politik haritaları belirlediler, belirmeye devam ediyorlar. Bunu yaparken son derece sinsi bir şekilde, gürültü patırtı yapmadan, yerli mankurtları kullanıyorlar.  

Önce teo-politik, sonra jeo-politik

Teo-politik haritalarla yörüngemizi, jeo-politik haritalarla yönümüzü tayin ediyorlar. Yeryüzü coğrafyasında İslâm’ın, Müslümanların dışındaki bütün dinlere ve kültürlere yaptıkları bu yıkım operasyonlarının, kültürel tecavüz ve soykırımların hepsinden sonuç aldılar. Üzerinde ameliyat yaptıkları bütün dinleri, kültürleri ya fosilleştirdiler ya da fiilen tarihten sildiler. İşte bu operasyonları/ameliyatları sadece İslâm’a, Müslümanlara yapmayı tam olarak başaramadılar.

Önce İslâm’ın teo-politik haritalarını değiştirmek, otantik kaynaklarını tarumar etmek, Müslümanların akîdelerini bozarak Müslümanları da Allah’a söz veren, yönelen, teslim olan insanlar olmaktan çıkarıp emperyalist efendilere boyun eğen kölelere dönüştürmek istediler.

Bu teo-politik strateji başarıyla hayata geçirildiği andan itibaren jeo-politik stratejilerin çok daha kolay bir şekilde hayata geçirilmesi mümkün olacaktı. O yüzden İngilizler önce iki asır evvel Vehhabîliği icat ettiler. İslâm’ın kurucu akîdevî kaynaklarını dejenere edecek periferik bir anarşi kaynağı inşâ ettiler ve bunu Osmanlı’ya başkaldıracak teo-politik bir isyan biçimine dönüştürdüler. Böylelikle Osmanlı’ya jeo-politik olarak da meydan okuyacak, isyan edecek bir başkaldırı biçimi, dolayısıyla İslâm dünyasının parçalanmasına gidecek anarşik bir köle psikolojisi düzenlediler.

Vehhabîler üzerinden “köksüzlük” demek olan “neo-selefîleri” ve oradan da terör örgütlerini icat ederek İslâm dünyasını içeriden, kölemenler eliyle hem teo-politik, hem de jeo-stratejik ve jeo-ekonomik kargaşanın ve parçalanmanın eşiğine getirip bıraktılar. Sonra bir “Şark Meselesi” icat ettiler.

Şark Meselesi ve İngilizlerin Orta Doğu düzeni

Şark Meselesi’nin ilk hedefi, insanlığı, tarih yapan bir aktör olarak İslâm Medeniyeti’nden uzaklaştırmaktı. Bunu başarıyla gerçekleşirmiş oldular. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak İslâm dünyasına “Böl, parçala, yönet” ilkesiyle dokunarak toplumları birbirine düşürecek tohumları ektiler. Sonra Şark Meselesi’nin ikinci ayağını, Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırma projesini daha kolay ve rahat bir şekilde uygulamaya başladılar.

Osmanlı’nın parçalanması, Hilâfet’in kaldırılması, Müslümanların çoğunlukta olduğu Hindistan’ın parçalanması ve Arap dünyasının ardından Türk dünyasının kültürel bir metamorfozun eşiğine sürüklenmesi hep bundan sonra mümkün olabilmiştir. Öyle ki, büyük tarihçi Fernand Braudel, “Türkler tarihin kayıp çocuklarıdır” şeklindeki hayatî tespitini bu nedenler yapar.

Teo-politik haritaların değiştirilmesi ve Osmanlı’nın yıkılmasından sonra jeo-politik haritalar çok daha kolay bir şekilde çizilebilmiştir. Türk akademyası, bu yakıcı gerçeği görecek derinlik ve muhkem bir medeniyet mefkûresinden yoksundur. İngilizlerin teo-politik stratejiler üzerinden kurdukları bu jeo-politik sistem, bu kaotik ve periferik-anarşik Orta Doğu düzeni mutlaka yıkılmalı, Orta Doğu yeniden yapılandırılmalıdır.

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar