Türkiye, artık yeni bir düzen kuruyor


“EY insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Soyunuz sopunuzla birbirinize karşı övünesiniz diye değil, birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, Allah’a karşı saygısı, korkusu ve O’nun yasaklarından kaçınıp emirlerine itaati en yüksek olanınızdır. Hiç şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdârdır.” (Hucûrat, 13)
Tarih boyunca pek çok badire atlatmış bir milletin mensuplarıyız. Bu günlere birilerinin ihsanıyla değil akrebin kıskacında yoğrularak geldik. Mücadele ettik, bedel ödedik, çile çektik, zorluklara göğüs gerdik. Vatanımızı ve bağımsızlığımızı korumak için gerektiğinde şehitler verdik. Ama her defasında karşılaştığımız sıkıntıların üstesinden alnımızın akıyla gelmeyi başardık. Onca saldırıya ve kalleşliğe rağmen hâlen bu topraklarda özgürce başımız dik bir şekilde yaşıyorsak bunun sebebi milletimizin birliğine, beraberliğine, değerlerine sahip çıkmasıdır.
Gelin konuya biraz da yakından ve tarihî serencamıyla bakalım...
Batı ve siyonizmin kirli tezgâhları ve içimizdeki mankurtların marifetleri
Birlik Araştırma Grubu’nun1995 tarihinde “Akrebin Kıskacında Güneydoğu - Rapor: 1” adıyla hazırladığı, hacminin fevkindeki risâlenin giriş bölümünde şöyle yazıyor:
“Osmanlı Cihan Devleti’ni parçalamak isteyen ehl-i salib, Devlet’in güneydoğusunda bulunan ve nüfusu Türkmen, Kürt ve Arap’lardan müteşekkil Müslüman ahalinin yaşadığı coğrafyadır. Adı geçen bölgede bugün uğruna savaşlar yapılan ve dünyayı zalimlerin sömürü sahası hâline getiren “neft” denilen kıymetli madenin bulunması emperyalistlerin sömürü hedefiydi ve onların marifetleriyle (!) bölücülüğün en kesif yapıldığı bölge idi. Yahudilerin ısrarla Devlet-i Âli Osman’ın kudretli hükümdarı (cennet mekân) İkinci Abdülhamid Han’dan Filistin topraklarına dönmek istemelerinin altında yatan sebep de budur, bunun bir İngiliz aklı olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır…” (1)
Epey geniş hacimli kitaptan sadece birkaç satır alıntı yaptım. Nihayet ihtilaf devletlerinin/ emperyalistlerin istedikleri oldu ve Birinci Cihan Harbi’ni kazanan emperyalist güçler, dünyayı yeniden pay ederken aynı zamanda yeni bir nizam da kurdular. İngilizler, Orta Doğu haritasını yeniden çizerken Osmanlı’nın ana parçası olan Türkiye’nin durumunu görüşmek için bir komite kurmuştu. Komitenin en genç üyesi Mark Sykes, şöyle bir öneride bulundu: “Osmanlı İmparatorluğu’nun kuzeyi Ruslara, ortası Fransızlara ve güneyi de İngilizlere kalacak.”
Ancak Sykes’ın bu önerisi komite tarafından kabul görmedi ve komite, “Yenilen İmparatorluğu Britanya’nın doğrudan kontrol etmesinden ziyade, ileride istedikleri gibi etkileyebilecek bölümlere bölmek…” kararını aldı. Nitekim, bu perspektifle kabul edilip dayatılan Sykes-Picot Antlaşması, Avrupa’da “Barışa Son Veren Barış” olarak rol oynayan Versailles Antlaşması gibi Orta Doğu’da aynı rolü oynadı. Sykes-Picot Antlaşması’yla Suriye Fransa’nın, Irak da İngiltere’nin mandası olarak Osmanlı’dan koparıldı.
“Türkiye, Orta Doğu’da Batı-İsrail eksenine eklemlenen bir siyaset yerine, kendi eksenini kurma kararlılığını gösterdi”
Gelin hep beraber Rahmetli Necip Fazıl’ın ifadesiyle akrebin kıskacında yoğrulan Müslüman milletimizin ahvalinin bugününe, âlim bir kalem olan Emin İleri’nin yazdıklarına bakalım:
“Artık her köşe başında duyduğumuz ‘Türkiye Yüzyılı’ ifadesi, sanıldığı gibi kuru bir hamaset ya da seçim meydanlarında yankılanan bir slogandan ibaret değil. Bu kavram, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde nasıl bir bölgesel güç mimarisi kuracağını, küresel denklemde nasıl bir pozisyon alacağını ve belki de en önemlisi, tarihsel rolüne nasıl geri döneceğini işaret ediyor. Kısacası, Türkiye kendi imparatorluk/ Cihan Devleti olmanın hafızasını güncelleyen bir siyaset kurguluyor. Dünya çok kutupluluğun eşiğinde değil, çoktan içine girdi. İşte bu yeni denklemde Türkiye, Afrika’dan Doğu Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir kuşakta siyasal denge arayışındadır. Önceleri içeride zaaf gösteren Devlet, dışarıda inisiyatif/ karar verme iradesi kaybediyor idi. Türkiye bunu gördü ve iç politikada da artık eskiye dönülemeyecek bir noktaya ulaştı. Bugün Türkiye, sadece Batı’nın değil, aynı zamanda Rusya, Çin ve ABD gibi güçlerin etki sahasına adım atarken, içeride istikrarsızlaştırılabilecek bir zemin bırakmamaya kararlı. Eskiden bu tür açılımlar, içeride ‘sorunlu alanlar’ üzerinden sabote edilirdi. Artık bu mümkün değil. Çünkü Türkiye, Orta Doğu’da Batı-İsrail eksenine eklemlenen bir siyaset yerine, kendi eksenini kurma kararlılığını gösterdi. Bu eksenin adı: Türkiye Yüzyılı…”
Yazar Emin İleri, yazısının devamında şöyle diyor: “Batılıların, Osmanlı’nın Türk olmayan Müslüman unsuruna sunduğu devlet teklifini Arnavut ve Araplar kabul ederken Kürtler bu teklifi reddederek Halife ile birlikte Türklerle bir olmayı seçti. Fransız’ı Güney’den kovan ve Urfa’ya şanlı, Maraş’a kahraman, Antep’e gazi unvanını kazandıran anasır ne ola ki? Sarıkamış’tan Doğu Cephesi’ne, Çanakkale’den İkinci İnönü Muharebesi’ne ve nihayet Büyük Taarruz’a kadar Kürtler-Türkler birlikte omuz omuza savaştı.” (2)
“Bugün Türkiye’nin kendi tarihine döndüğü gündür”
Yine Türkiye’de “Kürtçülük” cereyanına karşı kalemiyle mücadele eden gazeteci Vahdettin İnce’nin köşe yazısından birkaç satır:
“Özellikle bu topraklar, Anadolu ve Mezopotamya, küçük adımların yol açtığı büyük değişim ve dönüşümlerin arenasıdır. Tarih bunun tanığıdır. Merhum Mehmed Niyazi Özdemir’den duymuştum. Anadolu’nun tarihsel ve sosyolojik karakteri ani değişimlere uygun değildir diye. Tarihin, Birinci Cihan Harbi’nden sonraki şartlarına benzer hercümerç anlarında ani ve şok edici değişimler olsa da Anadolu halkı, rövanşını, küçük adımlarla, nakış nakış örerek alır, demişti. Cihan Harbi’nden sonra üstyapının tamamen Batıcı, bu toprakların ruh köküyle bağdaşmaz şekillenmesi karşısında halkın tutumu tam da bunun göstergesiydi. Önce muhtarlardan, sonra nahiyelerden, sonra belediyelerden, sonra parlamentodan ve derken başbakanlıktan ve en son cumhurbaşkanlığından oluşan sabırla örülmüş değişim sürecini gerçekleştirdi bu halk, diye de eklemişti. Önceki cuma günü, PKK’nın kongresini topladığı ve fesih kararını alıp silah bıraktığını ilan ettiği haberi düştü gündeme. Üstad Raşid b. İsa’nın ‘Bugün Türkiye’nin kendi tarihine döndüğü gündür’ sözünü hatırladım. Bir de Mehmed Niyazi merhumun gözlemini. Şu kadarı var ki, Kürtlerin ve Türklerin aynı hedef etrafında buluşması, Anadolu açısından uzun ve sabırla işlenmiş bir nakış olsa da düşmanlar, emperyalistler, bu iki halkın çatışmasından iktidar devşirenler açısından her zaman şok edici bir etkisi olmuştur. Tuğrul Bey zamanındaki, Malazgirt sürecindeki, Çaldıran günlerindeki ve en son Kurtuluş Savaşı zamanlarındaki buluşma, bunun en somut örnekleridir. Kemalizm’in parantezinden kurtulmakla taçlandırılacak bu buluşma, Kürtüyle, Türküyle, bütün anasır-ı İslâm’ı ile Türkiye’nin kendi tarihî mecrasına dönmesi anlamına gelecektir. Yüz yıldır yerini yadırgadığı her hâlinden belli olan Türkiye’nin tarihsel akışı nihayet mecrasını bulmuştur ve bu akış burada durmayacaktır, diyebiliriz…” (3)
İçerideki bazı samimiyetsizlere inat, “turnusol kâğıdı” çok şeyleri ortaya koymuştur. Aklıselimin ortak kanaatidir, Türkiye, artık yeni bir düzen kuruyor. Ve bu düzende Kürtler, eski sistemin “meselesi” değil, yeni sistemin ortağı olarak konumlanıyor. Bu, hem içeride barışın hem de dışarıda etkili bir Türkiye’nin önünü açıyor. Şimdi yeni bir çağın eşiğindeyiz. Silahların sustuğu, sözün yükseldiği bir çağ…
“Yavuz Sultan Selim Han ve İdris-i Bitlisî Hazretleri… İslâm ittihadı davasının yılmaz öncüleri, gönüldaşları, kardeşleri ve bin yıllık Türk ve Kürt kardeşliğinin mimarları”
Gazeteci Vahdettin Bey’in de bahsettiği ve Çaldıran’da beraber olmaya muvaffak olan Yavuz Sultan Selim Han ile İdris-i Bitlisî’nin kardeşliğinden bir örnek:
“Oysa Türk’ü Kürt’ten, Kürt’ü Arap’tan, Arab’ı Türk’ten ayırmak imkânsızdı, imkânsızdır. Bu kardeşlik, elbette kendi başına gerçekleşmedi. Ümmet şuurundan mülhem hareket eden İslâm ittihadı davasının öncü liderleri ve kanaat önderleridir bu kardeşliğin en büyük mimarları. Ülke gündemindeki mevzua binaen söylersek, ‘Türk ve Kürt kardeşliğinin tesisinde iki büyük kumandanın adı ön plana çıkacaktır: Yavuz Sultan Selim Han ve İdris-i Bitlisî Hazretleri… İslâm ittihadı davasının yılmaz öncüleri, gönüldaşları, kardeşleri ve bin yıllık Türk ve Kürt kardeşliğinin mimarları… Ortadoğu, Mezopotamya ve Anadolu… Peygamberler, velîler, âlimler, kumandanlar diyarı… Din-i İslâm ile kalpleri bir, gönülleri bir, ruhları bir olan kardeşler diyarı… Türk’e sorsanız Türklük nedir bilmez de, ‘İslâm Ümmeti’ der. Nitekim adı Osmanlı ile destanlaşmıştır. Arab’a sorsanız Araplık nedir söylemez de, Asrı Saadet’ten Abbasîlere bir nizam müjdelemiştir. Kürt’e sorsanız Kürtlük nedir umursamaz da, Selahaddin’le Kudüs’e koşan Eyyubî olmayı dilemiştir. Binlerce yıldır bu böyledir, böyleydi. Tâ ki fitnenin merkezi Batı ve Siyonizm, İslâm ümmetinin zayıf düştüğü anda onu içten içe parçalayıp birbirine düşman eden fikirleri ruhlara zerk edene kadar…”
“Kürtlerin gözünde Yavuz Sultan Selim, ikinci İdris-i Bitlisî iken, Türklerin gözünde İdris-i Bitlisî, ikinci Yavuz Sultan Selim’dir. Öyle ki, hangisini anarsanız anın, birini diğerinden ayırt edemezsiniz, tarih buna izin vermez, zaman buna izin vermez, iş ve eylemleri buna izin vermez. Aynı idealin, ‘İslâm birliğinin Ehli Sünnet ve’l Cemaat anlayışı çerçevesinde ittihadla sağlanacağı’ davasının yılmaz mücadelecisi bu ikili, ölümlerini bile bu ittihadla süslemişlerdir. ‘İslâm Birliği İttihadı’ için akınlar düzenlemekle birlikte gerek tedrisat sahasında gerekse askerî, siyasî ve ekonomik çerçevede faaliyetlere girişen bu ikili, kısa süre içerisinde ideallerini gerçekleştirmiş, hatta gerçekleştirmekle kalmayıp, yüzlerce yıllık bir tarihî birlikteliğe de imza atmışlardır. Her ikisini de tarih, altın harflerle ve hürmetle sahifelerine kazımıştır.” (4)
İsterseniz bir de İdris-i Bitlisî’nin Yavuz Sultan Selim Han’a yazdığı mektuptan kısa bir paragraf alalım…
Sühreverdî tarikatına bağlı olan İdris-i Bitlisî Hazretleri, Kürtçe kadar, Farsça ve Türkçeyi de çok iyi bilmektedir. Akkoyunlu Türkmen Devleti’nin başkentinin Diyarbakır olduğu dönemde, burada, hükümdar Uzun Hasan Bey’in sarayında şehzadelerin hocası ve kâtip olarak çalışır. İdris-i Bitlisî, Şah İsmail, Tebriz’i işgal edip Akkoyunlu Devleti’ni yıkınca İstanbul’a gelir ve bizzat II. Bayezid’le görüşür. Padişah bu Kürt din âlimine büyük saygı gösterir ve kendisini Osmanlı sarayında tarih yazıcılığıyla vazifelendirir. İdris-i Bitlisî, Osmanlı’nın ilk sekiz padişahının hayatını anlatan ‘Heşt Behişt’ (Sekiz Cennet) adlı meşhur eserini bu görevi esnasında yazar. Sultan Bayezid’in yerine Yavuz Selim tahta geçince, İdris-i Bitlisî Hazretleri, yeni sultanın doğu siyasetini kendisine danışacağı müsteşarı olur. Yavuz Sultan Selim’le birlikte Çaldıran Seferi’ne katılır, savaş sonunda Osmanlı hâkimiyetine geçen Tebriz’de bir süre kalarak Ulu Cami’de halka vaazlar verir. 1516 yılında, Şah İsmail’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu yeniden istila etme hazırlığında olduğu ortaya çıkınca, bölgedeki Kürt aşiretlerinin beyleri bir araya gelerek Osmanlı’ya katılma kararı alırlar. Bu talebi de “Ariza” adlı bir metinde anlatan beyler, kendilerini temsilen İdris-i Bitlisî vasıtasıyla bunu Sultan’a iletirler.
Molla İdris-i Bitlisî tarafından Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt Beyleri tarafından Yavuz Sultan Selim’e gönderilen ve Farsça kaleme alınan bu arîzanın suretini, tarih-çi Koca Müverrih’in “Bedayi” adlı eserindeki şekliyle hülasaten naklediyorum:
“Mülk ve dinin maslahatlarının nizama girmesi, metin Sultanların tedbir ve tedvirine bağlıdır. Şark ve garbda adaletin tesisi, Acem ve Arapların mazlumlarının matlub ve meramlarının te’mini, İslâm Padişahının adaletine vabestedir. Diyarbekir mükimlerinden bu muhlis bendeleri arzeder ki, Bilad-ı Ekrad denilen Diyarbekir ve civardaki mazlum Müslümanlar, Devlet-i âliyyenizin hizmetine taliptirler ve devlet ile din düşmanlarının şerlerinden sizin yardım ve merhametlerinizle masûn olmak ümidindedirler. Sizin Dar’ül-Hilafe yani İstanbul’a azimet haberiniz duyuldukdan sonra buradaki bir kısım muhlis bendeler, Beylerbeyiniz Bıyıklı Mehmed Paşa’ya arz-ı itaat etmişlerdir. Hem mezkûr Beylerbeyi ve hem de bu hakir vasıtasıyla size bazı maruzatlarını arzetmek istemektedirler.Ba’zı insî şeytanların müdahalesiye Kürt kabile ve aşiretleri, başlangıçta bir kısım ihtilaf ve ihtilallere ma’rûz kalmışlardır. Fakat Allah’ın lutf-u inayetiyle bu menfilikler bertaraf edilmiştir. Ancak düşman durmamakta ve Kürt Beylerini isyana teşvik etmektedir. Bilad-ı Ekrad’ın Osmanlı Devleti’ne iltihakı, İstanbul’un fethi zaferini tamamlayacak derecede ehemmiyetlidir. Zira bu bölgenin ilhakıyla, bir tarafdan Irak yani Bağdad ve Basra’nın yolları, diğer tarafdan Azerbaycan yolları ve bir diğer tarafdan da Haleb ve Şam yolları açılmış olacaktır. Allah’ın yardımı pek yakındır.” (5)
Yukarıda arz ettiğim konular hakkında yüz yıllardan beri Devlet yetkilileri, allâmeler ve dost düşman herkes bir şeyler söyledi. Binlerce cilt eserler yazıldı. Hayrî veya şeytanî kuruluşlar ihdas edildi. Buna karşılık, Müslüman milletimizin ittihâdı için milyonlarca şehit verdik, analar babalar gözyaşı döktü. Sonuç olarak deriz ki: Bu derdin dermanı, bizim rehberimiz, liderimiz Hz. Muhammed (sas)’in güzin sahâbileri bize örnek olsun. O mübarek meclisin azaları Hz. Peygamber’in omuzdaşları Süheyb bin Sinan er-Rumi, Bilâl-i Habeş-î, Selmân-ı Fârisî… Hülâsa, içerideki bazı samimiyetsizlere inat, “turnusol kâğıdı” çok şeyleri ortaya koymuştur. Aklıselimin ortak kanaatidir, Türkiye, artık yeni bir düzen kuruyor. Ve bu düzende Kürtler, eski sistemin “meselesi” değil, yeni sistemin ortağı olarak konumlanıyor. Bu, hem içeride barışın hem de dışarıda etkili bir Türkiye’nin önünü açıyor. Şimdi yeni bir çağın eşiğindeyiz. Silahların sustuğu, sözün yükseldiği bir çağ…
Söz Kur’ân’ın
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i Îmrân 103)
“O’nun (Allah’ın) nimeti sayesinde kardeş oldunuz” ifadesi, İslâm’ın insanlar arasında birlik ve beraberliği sağlama konusunda ne derece kaynaştırıcı önemli bir unsur olduğunu, hatta din kardeşliğinin, dolayısıyla inanç ve dava birliğinin soy kardeşliğinden daha kuvvetli olduğunu gösterir. Zira soy, dil ve vatan birliğinin, aynı ırktan olan Araplar arasında meydana getiremediği barış, kardeşlik ve dayanışmayı İslâm, bu millet arasında başardığı gibi farklı ırklar ve soylar arasında da başarmıştır. İslâm tarihi bunun örnekleriyle doludur. Vesselâm…
------------------------------
K A Y N A K Ç A
1-Akrebin Kıskacında Güneydoğu - Rapor: 1
2-Star Gazetesi, Açık Görüş, Emin İleri, 16.05.2025
3-Star Gazetesi, Köşe Yazısı, Vahdettin İNCE
4-Sezai Karakoç, Dergi, 16.06.2015
5-Habernâame, 11 Eylül 2012