SON DAKİKA
Sertif PARLAK

Kur'ân ışığında savaşın hükmü.. (1)

Kur'ân ışığında savaşın hükmü.. (1)
A- A+

“SİZE zor geldiği hâlde, savaş, üzerinize farz kılındı. Hakkınızda hayırlı olduğu hâlde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu hâlde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216)

Zalimlerin plânları ve içimizdeki bedbahtların ihaneti ile Cihan Devletimizin Sykes-Picot Anlaşması’nın hazırlayıcı kuvvetleri tarafından taksim edildiği (Birinci Cihan Harbi’ndeki savaş müttefikimizin yenilmesi de olsa) hakikatini göz ardı etmeyelim.

Türk milletinin gönül ve iman coğrafyasındaki millettaşlarımız ve sadık tebaamız cetvel devletlere bölününce, kanımız kadar, canımız kadar, sevdamız kadar kendimizden olan tüm bu topraklar ne yazık ki yâd ellerin zulmüne duçar oldu.

Evlâd-ı Fatihan toprakları, Kafkasya, Türkistan, Şimal-i Afrika, Irak ve Suriye gibi coğrafyaları sadece fizikî olarak ayırmakla kalmadılar, zihnimizden ve kalbimizden sökmek için de her türlü fırıldağı çevirdiler. Milyonlarca insanımızın hayatını kaybettiği, milyonlarcasının evlerini bırakıp Anadolu’ya sığınmak zorunda kaldığı kara günlerden o aldığımız dersleri asla unutmamalıyız.

Gazze’deki Filistinli kardeşlerimize destek için bir araya gelip dua iklimi meydana getirmek, zalimin yalanlarını ifşa etmek, körelen gönüllere ve sağır kulaklara asrın iletişim vasıtaları ile yardımcı olmak önemli.

Devlet aklının basiret ve dirayeti ile bir daha asla yeni Gazze soykırımlarının ortaya çıkmasına izin vermeme azmiyle yarınları ve şimdiki hâli kuvvet ve teknoloji imkânları ile donatmalıyız.

Bu istikamet ve idealden ayrılmamalıyız. İman etmeliyiz ki, insanlık tarihinin hiçbir döneminde zalimin zulmünün sonsuza kadar sürdüğü vaki değildir. İsrail’in 75 yıldır kesintisiz her gün sürdürdüğü zulmün de bir gün biteceği yönünde, olayların sadece görünen kısmıyla yorumlayabiliriz. Hâlbuki olayların bizim bilmediğimiz nice hikmetleri vardır. Bunu ancak Allah (cc) bilir. Bize düşen ye’se kapılmadan Allah’a teslim olmaktır. Böyle yapmazsak hem Allah’a isyan etmiş, hem de kendimize zarar vermiş oluruz.

Başınıza bir musibet geldiğinde isyan etseniz, bağırsanız çağırsanız, ortalığı katıp karıştırsanız ne faydası var? Hiç! O belâyı savamadığınız gibi, imanınıza, savunulan hak dâvâsına, kendinize, çevrenize zarar vermiş olursunuz.

Daima Rabbimizden hakkımızda hayırlı olanı dilemeli, sabretmeli, Allah’a teslim olmalıyız. En başa taşıdığımız ayet-i kerimede açıkça, neyin hakkımızda hayırlı, neyin hayırsız olacağını bilemeyeceğimiz bildiriliyor. Kamu efkârın “Neden İsrail’e müdahale etmiyoruz? Diplomasi neyi çözüyor, sadece dua etmek yeterli mi?” gibi serzenişlerine elbette kulaklar sağır değil. Ancak Kur’ân’ın işaret ettiği şeriata da bakalım…

İslâm’da savaşın hükmü, milletlerarası ilişkiler bakımından tabiî hâlin savaş mı, barış mı olduğu, savaşın sebepleri, farklı çıkarlara, din ve kültürlere sahip insan topluluklarının dünyada barışık olarak yan yana veya iç içe yaşamalarının mümkün ve caiz olup olup olmadığına değinir ve bunların her birine ayetlerin açıklamalarında yer verilmiştir. Bakara, 256; Âl-i İmrân, 28; Nisâ, 75-76 bu konuyu izah eder.

Bakara Sûresi 216’ncı ayet, İslâm’da savaşa izin verildiği ve gerektiğinde farz kılındığı hükmünü getirmekten ziyade, daha önce gelmiş bulunan bu hükmün gerekçesini vermeyi ve savaşla ilgili bazı meselelere açıklık getirmeyi hedeflemektedir.

Beşeriyetin bilmesi gereken can alıcı husus, savaşın insanlara zor ve ağır geldiğidir. Çünkü savaşan insanlar hayatlarını tehlikeye atmakta, yurt ve yuvalarından uzak düşmekte, birtakım eziyetlere katlanmakta, dünyanın zevklerinden mahrum kalmaktadır. Savaşan toplumlarda istikrar bozulmakta, ekonomiden eğitime kadar birçok kurum krize girmekte, tabiat tahrip edilmekte, çevre kirlenmekte, Allah Teâlâ’nın yaratıp insanların istifadesine sunduğu nimetler boş yere -hatta insanlara zarar vererek- israf edilmektedir.

Bütün bunların savaşı istenmeyen, korkulan, nefse ağır gelen ve nefret edilen bir ilişki biçimine sokması tabiîdir. Ancak savaşıldığı takdirde kaybedilecekler ve kazanılacaklar ile savaşılmadığında ortaya çıkacak kazanç ve kayıplar mukayese edildiğinde birincisi ağır basınca, hatta zorunlu hâle gelince savaş da kaçınılmaz olmaktadır.

Şu hâlde İslâmî hükümler insanların arzularına veya tabiî meyillerine değil, yükümlülükten hâsıl olacak sonucun iyi veya kötü, hayırlı veya hayırsız, faydalı veya zararlı olmasına dayanmaktadır.

Tecrübelerden anlaşılmıştır ki, insan varoluş amacı itibariyle faydalı olan bazı şeyleri arzulayabilmekte, bunlara karşı direnebilmekte, zararlı olanları da (bazen şiddetle, ısrar ve iptilâ hâlinde) isteyebilmekte, engellenmeye karşı direnebilmektedir. Hikmetten yeterince nasip almamış ve olgunlaşmamış nefis, bu durumdayken kendine ağır gelen yükümlülüklerle eğitilmeli, aklın, hikmetin ve ahlâkın eksenine çekilmelidir.

(Devam edecek)

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar