Beşerî Hastalık: Tamahkârlık
BEŞERİYETİN İlâhî tecelliyi bırakıp, dünyevî arzuların, mal ve servetin peşinden koştuğu, güçlünün haklı olduğu bir demde yaşıyoruz. Merhametin cimriliğe/tamahkârlığa feda edildiği zamanlar yaşıyoruz!
İnsanların bir kısmı, bu gayr-ı İslâmî ve gayrı insanî maddeci düzenlerin yükü altında eziliyor. Birilerinin tamahkârlığı, adalet terazisini nakısa ediyor; haklı olan ise, yaratılış sırrının mucizesi olan insanlık erdeminden istifade edemiyor. Maddiyatın, hep bana/ /açgözlülüğün ve vahşi kapitalizmin yutturmacası olan modernizmin acımasız çarklarından kurtulmaya çalışanların başvuracağı yegâne müracaat kapısı- tedâvi merciî ise Kur’ân ahkâmı ve Risâleti Resulullâh yoludur.
Kur’ân’da bildirildiği üzere, bir Müslümanın karakteri, son derece asil ve vakarlı olmalıdır. Asıl ve yegâne amacı Allah’ın rızasını kazanmak olan mü’minlerin her davranışlarına yansıyan bu ahlâktır. Tamahkâr, diğer bir deyişle cimri, açgözlü bir tutum ise basitliğin en önemli göstergelerinden biridir. Allah, Kur’ân’da insanlara nasıl bir ahlâka sahip olmaları gerektiğini, indirdiği hükümlerle ve peygamberlerin hayatlarından örnekler vererek bildirmiştir. Âyetlerde insanlara asıl amaçlarının Allah’ın rızasını kazanmak olması gerektiği haber verilmiş ve sonsuz ahiret hayatlarını cennette geçirebilmeleri için din ahlâkına uygun bir hayat sürmeleri konusunda yol gösterilmiştir.
Ancak Kur’ân âyetlerini gözardı ederek yaşamayı tercih eden kimseler ahiret hayatını unutarak dünya menfaatlerini asıl amaçları hâline getirirler. Bu şekilde sadece dünya hayatını gözetmek ve dünyevî çıkarlara hırsla sarılmak insanlar için büyük bir aldanıştır.
Dünya hayatına yönelik bu tür bir bakış açısına sahip insanların en belirgin özelliklerinden biri tamahkârlıktır. Tamahkârlık gösterip basit menfaatlerin peşinden koşmak, kişiyi daima küçük düşürür. “Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyayı) seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar.” (İnsan Sûresi/27)
Tamahkârlık, basit insanlara özgüdür. Tamahkârlık, insanı alçaltan bir tutumdur ve mânen büyük zarara yol açar. Tamahkâr bir kişi, hırsı yüzünden sahip olduğu üstün değerleri bırakarak değersiz şeylerin peşine düşer. Allah’ın rızasını, rahmetini ve sonsuz nimetlerle donatılmış cennetini istemek ve bunun için çaba göstermek yerine, dünyanın düşük ve geçici yararını ister.
Hırsla dolu olduğundan ilerisini görmeyip sadece içinde bulunduğu anı, “Hemen elde edebileceğini düşündüğü menfaatleri gözetir” âyetinde buyrulduğu gibi ahireti göz ardı eder. Tamahkârlık gösterip mal, mülk, mevki hırsı ile menfaat peşinden koşmak, kişiyi basitliğe iter ve daima küçük düşürür.
Oysa dünya menfaatlerine hırs göstererek sarılmak ve ona tamah etmek, insan için bir aldanıştır. Bu duruma düşmemek için ise nefsin istek ve tutkularına göre hareket etmemek gerekir.
Allah Kur’ân’da, “Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir...” (Enfâl Sûresi/67) buyurmaktadır. Bir başka ayetinde ise Allah, mala mülke duyulan düşkünlüğe karşılık “Allah’ın sevabı, iman eden ve sâlih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz...” (Kasas Sûresi/80) şeklinde buyurur.
Çünkü kişi, hırsına kapılınca hatalara ve kötülüklere iyice açık hâle gelir. Kimi biraz daha fazla yiyecek, giyecek için, kimi daha fazla eğlenebilmek, daha yüksek bir hayat standardı elde edebilmek için, kimi ise daha yüksek bir mevkie gelebilmek için inandığı değerlerden tavizler verir.
Oysa bunların tamamı geçici ve önemsizdir. İnsan bir tabak yemekle doymakta, tek bir gömleği yıllarca giyebilmektedir. Evi ne kadar büyük olursa olsun ancak küçük bir bölümünü kullanmaktadır. İçinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun insan böyle bir basitliğe asla yanaşmamalı, haysiyetli davranmalıdır. Şayet zor şartlar söz konusu ise çaba gösterip Allah’a tevekkül etmeli ama asla büyük ya da küçük hiçbir şeye tamah etmemelidir. İhtiyacı olan her şeyi yalnızca Allah’tan istemeli, yalnız O’na rağbet etmelidir.
Allah’u Teâlâ bir âyetinde. “Rabbinizden bir lütuf beklemenizde sizin için bir günah yoktur. Arafat’tan dalga dalga indiğinizde Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin; O’nu, size gösterdiği şekilde zikredin; kuşkusuz siz bundan önce yolunu şaşırmışlardan idiniz.” (El-Bakara Suresi/198) buyurmaktadır.
Ayette de bildirildiği gibi, bir insan Allah’tan her türlü nimeti isteyebilir. Göklerde ve yerde olan tüm canlıların rızkını veren, onları yaratan ve yaşatan Rabbimiz, iman eden kullarına böyle güzel bir nimet vermiş ve onların dualarına karşılık vereceğini müjdelemiştir.
Tevbe Sûresi’nin 28’inci âyetinde ise, “Ey iman edenler! Bilin ki Allah’a ortak koşanlar pisliğe batmışlardır; artık onlar bu yıldan sonra Mescid-i Harâm’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan endişe ederseniz, unutmayınız ki Allah size -dilerse- kendi lütfuyla bolluk verir. Allah bilmekte, hikmetle yönetmektedir…” buyurmaktadır.
Basitlik, insanın, ruhunu Kur’ân ahlâkına uygun bir şekilde derinleştirememesi, Allah’a yakın olma ve O’nun rızasını kazanma konusunda istekli olmaması sonucunda, davranış ve düşünce biçiminde meydana gelen yüzeyselliktir.
Bu yüzeysellik, insanın, Allah’ın gücünün sınırsızlığını, kendi etrafında ve dünya üzerinde meydana gelen olaylardaki hikmetleri ve hayatın gerçek mânâsını anlamada zayıf bir kavrayışa sahip olması şeklinde kendini gösterir.
Allah’ın varlığını ve gücünü kavrayan samimi bir Müslümanın gösterdiği güzel ahlâk ile bu şekilde yüzeysel bakış açısına sahip bir insanın ortaya koyduğu ahlâk, kişilik ve davranış biçimleri birbirinden tamamen farklıdır. Müslümanlar son derece asil bir ruha, yüksek bir kişilik kalitesine ve derin bir anlayışa sahip olurlarken, basit insanlar kendilerini alçaltan bir karakter yapısına sahip olurlar.
Müslümanlar, Allah’ın lütfetmesiyle soylu bir ruha sahip olduklarından Allah’ın “Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna.” (Fatiha Sûresi, 4-6) âyetlerinde bildirdiği şekilde her türlü nimet ve yardımı Allah’tan beklerler.
İhtiyaç içinde olsalar bile bunu vakarlarından dolayı insanlara belli etmezler. Böyle güzel bir ahlâkın makbuliyetine Rabbimiz şöyle dikkat çekmiştir: “(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler...” (El-Bakara Sûresi/273)
Bu âyetin nüzul sebebini ise müfessirler şöyle yorumluyorlar:
“Kendilerini Allah yoluna adayan, geçimlerini sağlamak üzere bir kazanç elde etmek için çalışma, ticaret ve seyahat etme imkânları bulunmayan yoksullar” kimlerdir? Müslüman yurdumuzda birileri belki “Ensar-muhacir kardeşliğini” hatırlarlar. Âyetin nâzil olduğu tarihi göz önüne alan tefsirciler bunların Suffe ehliyle (Peygamber Mescidi’nin bir köşesinde barınan kimsesiz ve yoksul Müslümanlar) Mekke’den hicret eden muhacirler olduğunu ifade etmişlerdir. Onların, Medine’ye yerleşip iş-güç sahibi olmaları için zamana ve uygun şartlara ihtiyaç vardı. Allah rızâsı için (fî sebîlillâh) hicret etmişler, yurt, yuva ve işlerinden uzak düşmüşlerdi. O dönemde savaş ganimeti kabilinden bir gelirleri de yoktu. Şu hâlde infak ve tasaddukta bunların önceliği vardı. Bu tarihî durum dışında Allah rızâsı için O’nun dinini korumak, öğrenmek, öğretmek ve yaymak maksadıyla devamlı meşgul olduklarından dolayı iş ve ticaret yapma imkânı bulamayan kimselerin her zaman ve zeminde infak ve tasaddukta ön sırada olma hakları vardır. Bunlardan sonra sıra, meşrû bir mazeret sebebiyle çalışıp kazanma imkânı bulamayan fakat yine de insanlara el açıp dilenmeyen ve istemeyen yoksullara gelir. Âyette de belirtildiği gibi böyle iffetli, asil, insanlık şerefine düşkün kimseleri erbabı, simalarından tanır ve gereken yardımı yaparlar. Burada geçen sîmâ “yüzlerindeki nur, ibadet izi, yoksulluğun verdiği solgunluk, üstte başta görülen eksiklik” gibi farklı şekillerde yorumlanmıştır. Yine başka bir sûre-i celilede Cenâb- Allah “Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz’den korkuyoruz…” (İnsan Sûresi/8-10) diyor.
Yine Allah’ın “Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler...” (Haşr Sûresi/ 9) âyetinde bildirdiği gibi kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile yine tavırları almaya değil, vermeye yöneliktir.
Müslümanlar, tamahkârlığın tam zıddı olan bu onurlu ve fedakâr tavırlardan büyük bir zevk alırlar. Tamahkâr insanlar ise kendilerinde olan nimetleri hırsla sahiplenir, şükretmeyi akıllarına getirmezler. Bu sebeple de bir türlü ellerindeki nimetlerden dolayı sevinç duyamazlar. Zihinlerinde hep daha da fazlasını elde etme arzusu vardır. Hatta ihtiyaçları olmasa bile yalnızca daha fazlasına sahip olma hırsı içinde yaşarlar ve çok küçük şeylere tamah edebilirler. Allah âyetlerde bu gerçeği haber verir ve bu insanların din ahlâkını yaşamamakta ısrarlı olduklarına dikkat çeker.
Kendi ellerinde olanı harcamaktan çekinen ve ellerini sımsıkı tutan bu basit karaktere sahip insanlar başkalarına karşı ise tam tersi bir tavır içindedirler. Allah Teâlâ, Kur’ân’da “Eksik ölçüp tartanların vay haline! Ki onlar, insanlardan ölçerek aldıklarında noksansız alırlar. Kendileri onlara ölçtüklerinde veya tarttıklarında eksiltirler…” (Mutaffifin Sûresi/1-3) âyetleriyle onların tamahkârlıklarından kaynaklanan sahtekârlıklarını deşifre ederek haber verir.
Oysa bu, Allah’ın razı olmadığını Kur’ân’da bildirdiği ve insanları sakındırdığı basit bir tavırdır. Rabbimiz bir âyetinde, “Onlardan bazı gruplara, kendilerini denemek için yararlandırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir…” (Tâhâ Suresi/131) buyurarak iman eden kullarını uyarmış ve Kendi Katından vereceği nimetlerin daha hayırlı olduğunu hatırlatmıştır.
Tamahkârlık yalnız maddî birtakım değerlerle sınırlı bir kavram değildir. Verilen bir cevapta, sarf edilen bir sözde ve bunların yanı sıra pek çok ayrıntıda bu kötü ahlak kendini gösterebilir.
Basit insan, kendi deyimiyle “lafın altında kalmaz”, son sözü söylemeye tamah eder. Kimi insanlar her fırsatta konuşmalarının arasına yabancı dilden kelimeler ve vurgular serpiştirerek dil bildiklerini vurgulamaya çalışırlar. Düz ve sade anlatım yerine, söylemek istedikleri kelimenin Türkçesini hatırlayamıyor gibi yaparlar. İnsanlara gösteriş yapabilmek için birkaç kelimeye tenezzül ederler. Benzer şekilde marka, araba, yazlık gibi genelde sahip olunan maddî imkânları vurgulamaya yönelik konuşmaların hemen hemen çoğunun temelinde bu basitlik vardır. Hâlbuki böyle geçici dünya metalarına düşkünlük göstermek insan için büyük bir utanç vesilesi olmalıdır. Bu basitliğe tenezzül eden kişi ne kadar küçük duruma düştüğünü bilmelidir. Sahip olduğu her şeyin yalnızca göz açıp kapayıncaya kadar geçecek olan dünya hayatına ait olduğunu, ölümle birlikte sonsuza kadar tümünün geride kalacağını unutmamalıdır.
Tamahkârlık gibi çirkin davranışların beraberinde getirdiği basitlikten kurtulmanın yolu, insanın Kur’ân ahlakını yaşamasıdır. Tüm samimiyetiyle Allah’a teslim olmaya karar vermiş, O’nun razı olduğu şekilde yaşamaya tam niyet etmiş kişiler tamahkârlık gibi kötü ahlak özelliklerinden kolayca uzaklaşırlar. İnsanın geçmişte hatalı davranışlarda bulunmuş olması, tamahkârlık gibi basit insanlara özgü tavırlar göstermiş olması önemli değildir. Önemli olan, kişinin Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik karar alması ve bu yönde samimi bir çaba göstermesidir. Elde edilen çok küçük çıkarları kâr bilmek de bu çirkin ahlâkın bir türüdür. Tamahkâr insanlar, şaşırtıcı derecede küçük menfaatleri elde etmeyi kâr olarak görürler.
“Basit ahlâktan nasıl kurtulunur?” sorusun cevabı yine inancımızın ruhunda mevcut olup, bize rehber olan Hz. Muhammed (sas)’in işaret ettiği istikamettedir. Basitlik, ne eğitimle, ne kültür seviyesi ile ne de zenginlik, yoksullukla ilgili bir durum değildir. Ancak Allah rızasına göre hareket eden, dünya hayatını değil ahireti hedefleyen mü’minler hırs yapmayan tokgözlü insanlardır. Onlar hırs, tamah gibi din ahlâkına uymayan tutum ve davranışlardan kaçınırlar. Çünkü iman edenler, içinde bulundukları anın geçici yararlarını değil, sonsuz ahiret hayatını gözetirler.
Peygamber Efendimiz (sav) de hadis-i şeriflerinde iman edenleri tamahkârlığa karşı uyarmış, “Sakın tamahkâr olmayın! Tamah, fakirliğin ta kendisidir…” (Taberânî) buyurmuşlardır.
Bir başka hadis-i şeriflerinde ise, “Mü’minin izzeti, insanlara karşı tokgözlü olmasıdır…”(Hâkim) buyurarak tamahkârlıktan uzak olmasının mü’mini izzetli kıldığına dikkat çekmişlerdir.
Bir başka hadisinde ise Hz. Muhammed (sav), dünyayı hırs edinen ile etmeyen arasındaki farkı şöyle bildirmiştir: “Kim ki arzusu, amacı dünya olursa Allah o kimsenin aleyhine işini darmadağın eder, fakirliğini iki gözünün arasında kılar (yani dünyalığı elde etmek uğrunda sıkıntılar çeker, ihtirası da dinmez) ve dünya (nimet ve malın)dan kendisi için (kaderinde) yazılmış olan miktardan başka hiçbir şey ona gelmez. Kimin niyeti, arzusu ahiret olursa Allah o kimse için (dağınık) işini toparlar (düzenler), zenginliğini kalbine yerleştirir, dünya (nimetleri ile malı) da boyun eğerek (rahatlıkla) gider.” Vesselâm…