SON DAKİKA
Sertif PARLAK

Millileşemeyen maarif sistemimiz ... (1)

A- A+

“Çocuklarınıza gözümüzü diktik, hedefimizde onlar var” diyecek kadar baskıcı ve meydan okuyucu bir kulvara/taarruza geçtiler. Dünyaca ünlü aktristler, evlat edindikleri çocukları kız çocuğu iken erkek, erkek çocuğu iken kız gibi giydirip insancıllık ve dikkat toplama yarışına giriyor ve “trans-çocuk” modasının ne kadar politik ve işe yarar bir durum olduğunu gözler önüne seriyorlar.

EFSUNLU kelimelerin omuzlarına kaldıramayacakları yükleri yükleyip o kelimelerden medet ummak, tıpkı “Millî Eğitim Bakanlığı” adı gibi, sonrasında neden muvaffak olmadığımız ve niçin dinimizin/imanımızın emrettiği nesilleri yetiştiremediğimiz noktasında hayıflanmak akla ziyandır.

Türkiye Yüzyılı’nda eğitimle ilgili maruzatımızı beşerî kabiliyetimiz ölçüsünce yazmaya çalışıyoruz. Başta ifade ettiğim gibi, mesele kelimelerdeki tılsımlı sözler değil, yaşanan hâldir. Türkiye’den ve dünyadan en son olarak iki müessif vakayı misâl vererek konumuza girizgâh yapalım.

Önce Türkiye’den… “Lâik eğitim sisteminin yetiştirdiği (gerçek muallim ve muallimeleri tenzih ederim) bir kısım gençlerin/nesillerin hâl-i pürmelâlini bakarak, mevcut eğitim sisteminin adının “millî” olmasının ne kıymet-i harbiyesi var?” sualine bakalım.

Silivri’deki Kavaklı İlkokulunun 2-A sınıfında sınıf öğretmenliği yapan A.N. isimli öğretmen, öğrencilerin karne almasının ardından hatıra fotoğrafını sınıfa asılan LGBT bayrağı önünde çektirmiş. Öğrencilerle birlikte karnelerini kaldırıp poz veren öğretmenin fotoğrafı sosyal medya hesabından paylaştığı, tepkiler sonrası sildiği iddia edildi. Konuyla ilgili sosyal medya hesabından açıklama yapan Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, “Bu tür kötü örnekler kocaman yürekli öğretmenlerimizi de rencide ediyor. MEB ailesinin hukukunu korumak birinci vazifemiz” diyerek A.N. isimli öğretmen hakkında yasal sürecin başlatıldığını bildirdi.

Şimdi de dünyadan bir müessif misâl…

2 Temmuz 2023, Pazar günü, New York’ta gerçekleştirilen eşcinseller yürüyüşünün sloganlarından: “Buradayız, bir yere gitmiyoruz ve çocuklarınızın peşindeyiz!”

İlk bakışta ironik gibi görünse de -çünkü eşcinseller başkalarının çocuklarına muhtaçtır- tüyler ürpertici bir ırkçılık var bu söylemin altında. Çocuklarımızı da bu totaliter çağrılarının kölesi yapmak istiyorlar. İlk başlarda “Herkesin yaşam tarzı kendine” gibi özgürlükçü bir kılıfla ve savunmacı bir tonda ortaya atılan “cinsel yönelim” özgürlüğü(!), artık makas değiştirmiş durumda. “Çocuklarınıza gözümüzü diktik, hedefimizde onlar var” diyecek kadar baskıcı ve meydan okuyucu bir kulvara/taarruza geçtiler. Dünyaca ünlü aktristler, evlat edindikleri çocukları kız çocuğu iken erkek, erkek çocuğu iken kız gibi giydirip insancıllık ve dikkat toplama yarışına giriyor ve “trans-çocuk” modasının ne kadar politik ve işe yarar bir durum olduğunu gözler önüne seriyorlar. Bu iyi yürekli, sarışın, beyaz tenli ve renkli gözlü seçkin (!) film yıldızlarının hepsi ya ağır işgal ve savaş altında ya da ağır açlık ve afet yaşanan ülkelerden özenle seçilerek alınan esmer, Afrikalı, yerli, siyah derili çocukları evlat ediniyorlar. Bu durum onlara insancıllık madalyasını takıyor tüm dünyanın gözünde.

Derken bakıyorsunuz, o evlat edinilen çocuk, onu evlat edinen ünlünün elinde bir oyuncağa dönüşmüş.

Sonuçlar cümle âlemin malûmu. “Neslimizin, istikbâlimizin, Âli Devletimizin bekâsını alâkadar eden şey eğitim sistemi mi, maarif sistemi mi olmalıdır?” sorusuna cevap vermeden evvel, takriben iki yüzyıllık serencamımızı ve maruz kaldığımız vesayetin fotoğrafını bilmemiz lâzım.

Daha önceki yazılarımızda da arz etmeye çalışmış idik. Osmanlı Cihan Devleti’ni ve Müslüman yurtlarını parçalayan Sykes-Picot mucitleri(!), bize yabancısı olduğumuz ve üstümüze dar gelen bir libas giydirdiler. Bir kısım aydınlarımızı (!) terakki/ilerleme yapamamamızın sebebinin Dîn-i Mübîn-i İslâm olduğuna ikna ettiler. Bazı devlet ricâli de buna teşne oldu. Batı’nın her herzesi devletin resmî ideolojisi oldu. Bu kumpastan en çok “eğitim-öğretim” denilen saha etkilendi. Âdeta düne dair ne varsa inkâr etmeye, Devlet-i Âl-i Osman’a ait ne kadar kadim müessese varsa kimini lağvederek, kimini de leyleğin gagasını kesip “İşte şimdi kuşa benzedin!” misâliyle tanınmaz hâle getirdiler.

İsmine “Millî Eğitim Temel Kanunu” denilerek adeta manifesto kabilindeki bu layihanın yetiştirdiği eğitimcilere “öğretmen” denildi. Eğitim sisteminin imâlât hataları dışındakileri tenzih ederim, onlardan büyük bir kısmı, öğrenme yaşındaki körpe dimağlara zerk ile bu milletin hissiyatına yabancı, inancımıza muhalif ve inkârcılık kokan marşları, ikona motiflerini ve edebiyatın şiir ve nesirlerini adeta birer ayet gibi ezberletmeye çalıştılar. Sanat ve kültüre dair yürek yaramızı başka bir yazıya bırakarak konuya devam edelim…

Oysa bize “muallim ve muallimeler” lâzımdı. Bu meyanda Seyyid Ahmed Arvasî’nin bir hatırası şöyledir: Arvasî, 60’lı yıllarda Ağrı’nın Molla Şemdin köyüne ilkokul öğretmeni olarak tayin edilir. Başta muhtar olmak üzere köyün ileri gelenleri kendisini karşılarlar. Kalacağı eve yerleştirirler. Her türlü ihtiyacı karşılanır. Fakat bir şey dikkatini çeker. Köylüler hitap ederken kelimenin üzerine basa basa “Müellim Bey” derler. Arvasî, “muallim” kelimesini telaffuzda zorlandıkları için “müellim” dediklerini düşünür. Kısa zamanda köylüyle kaynaşır. Köy odalarında ve evlerdeki sohbetlere katılır. Onlarla camiye gider, düğünlerinde bulunur, bayramları kutlarlar. Köylüden kopuk öğretmen değil, onlardan biridir. Kendilerine tepeden bakmayan, onlarla oturup kalkan, sevinçlerini paylaşan, dertlerine ortak olan bu genç öğretmeni köylüler bağırlarına basarlar. İş bu noktaya gelince, kendisine söz birliğiyle “Muallim Bey” diye hitap etmeye başlarlar.

Bu durum Arvasî’nin dikkatinden kaçmaz. Merakını gidermek için muhtara sorar. Muhtar, günlerdir bu sorunun sorulmasını bekliyordur zaten. Ağır ağır konuşmaya başlar: “Evet Muallim Bey, sana önceleri müellim dememizin önemli bir sebebi vardı. Bugüne kadar köyümüze gelen öğretmenler hep bizden uzak kaldılar. Bizim dünyamıza giremediler. Onların ayrı dünyaları vardı; bizimle ilgisi olmayan, Avrupa’dan ithal kimseler gibiydiler. İnanç ve yaşayışımıza ters hayat tarzları vardı. Hatta değerlerimizle alay da ediyorlardı. Ne aramıza katılır, ne de camimizin yolunu bilirlerdi. Hâl böyle olunca bizler çok üzülürdük, müteellim olurduk. Bunun için onlara ‘elem, sıkıntı veren’ mânâsında ‘müellim’ diyorduk. Onlar bu kelimenin mânâsını bilmedikleri için bu hitabımızı telâffuz hatası zannediyorlardı. İlk günler seni de onlardan zannettik. Bunun için ‘Müellim’ dedik. Sonra baktık ki sen onlara benzemiyorsun, bizden birisin. Bunu anlayınca müellimi bırakıp ‘Muallim’ demeye başladık.”

Kıssadan hisse… Genç nesillerin nasıl yetişmesi gerektiği hususu ve kaybettiğimiz dünümüzü tekrar yakalamak için “Gençlik, ilâhî bir nimettir” hakikatinden hareket edelim ve Kur’ân’a sarılalım.

(Devam edecek…)

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar