Reklam
SON DAKİKA
Reklam
Reklam
Sertif PARLAK

Değer ve erdemlerin en güçlüsü sevgidir

A- A+
Reklam

KUR’ÂN-I KERÎM’de “ehl” ve “âl” olmak üzere iki farklı kelimeyle ifade edilen aile kavramına pek çok ayette yer verilmiş. Ailede eşlerin karşılıklı hak ve görevleri, evlenme, boşanma ve miras gibi bazı konular açıklanmış, ailenin eşler için bir sekine yeri oluşuna dikkat çekilmiştir. Hz. Âdem’le birlikte eşinden de bahsedilmiş olması, insanın yalnız bir varlık olmadığına, evlatlarından haber verilmiş olması ise ailenin insanlık tarihiyle yaşıt bir kurum olduğuna ve önemine işaret olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle Kur’ân’ın aileye bakışını Kur’ân’da bahsedilen bazı peygamber ailelerini ele almak suretiyle tespit etmek ve bu konuda bazı çıkarımlar yapmak mümkün gözükmektedir. Kur’ân’da peygamber ailelerinden farklı örnekler sunularak aile fertleri evrensel birer rol model olarak tanıtılmakta, peygamberlerin aileleriyle yaşadıkları bazı hadiseler anlatılmaktadır.

Mütefekkirlerimizin, fakihlerimiz ve sosyal-bilici allâmelerimizin aile kavramı ile alakalı görüşlerinin özetini şu satırlarla arz edebiliriz… 

Aile, toplumların temelini oluşturması hasebiyle en büyük role sahiptir

Toplumun en küçük ve en temel yapı taşı olan aile, genel bir ifadeyle doğum, evlilik ve süt bağıyla birbirine bağlı bireylerin meydana getirdiği sosyal kurum, en dar haliyle ise anne-baba ve varsa çocuklardan meydana gelen topluluk olarak ifade edilmektedir. Aileyi meydana getiren fertler, zamana, coğrafî bölgeye, iktisadî ve sosyal unsurlara göre farklılık gösterebildiğinden geniş kapsamlı bir tarifle, aynı çatı altında yaşayan, kan bağına sahip, aynı ırk ve atadan gelen akraba ve yakınlar topluluğuna (sülâle) da aile denilebilmektedir. Ayrıca aile, sosyoloji, psikoloji, biyoloji, tarih, din, ahlak ve hukuk olmak üzere ailenin çeşitli fonksiyonlarının ön plana çıkarıldığı yedi temele dayanan bir kurum olarak da tarif edilmiştir. Toplumla olan bağı yadsınamaz bir gerçek olan aile kurumu, haddizatında sadece bireyi meydana getirmekle kalmaz aynı zamanda “aile-insan-toplum” arasında kurduğu ilişki ağıyla da bireyi doğrudan doğruya hayatın merkezine koyar. Buna göre, insanın toplumsal hayattaki konumunu, ilk olarak ailede aldığı eğitim, gelenek, görenek ve terbiye istikametinde göstereceği ifade edilebilir. Toplumun en küçük yapı taşı olması hasebiyle aile, fertlerini iyi ve kaliteli olarak yetiştirip topluma kazandırdığı ölçüde görevini yerine getirmiş sayılacaktır. Milletlerin ve toplumların inşasında en etkin göreve sahip olan ailenin toplum için önemi tam da burada ortaya çıkmaktadır. Bu manada fıtratı yönüyle sosyal bir varlık olan insanoğlu açısından içtimaî hayat ne derece önemliyse toplum için insanın özünü oluşturan aile de o derece önemlidir. Buna göre aile, toplumda en küçük olma vasfına karşın toplumların temelini oluşturması hasebiyle en büyük role sahiptir. Toplumsal olarak aile, milletlerin kimlik, tasavvur ve ideallerini geleceğe taşıyan kültürel değerlerin koruyucusu olan önemli bir kurumdur. Bu nedenle aile, kültür ve medeniyetin temel yapı taşları olan varlık, inanç, değer ve ideal gibi unsurların yeni kuşaklara aktarıldığı en mühim kurumlardandır. Bu yönüyle ortak bir bilinç ve duruş oluşturma bakımından medeniyet dinamiklerinin en önemlileri arasında da zikredilebilir. İnsanoğlu, gözünü dünyaya ilk açtığında ailesi içinde hayata tutunur. Bu ortamda şahsiyetini elde eder, gelişir ve sosyalleşir. Yetişkin bir birey olduğunda da gerçek mutluluğu ve huzuru, evlenerek kurduğu yuvasında bulur. Diğer bütün mutluluklar aslında aile huzurunun birer türevi olarak değerlendirilebilir. Bu durum “Sizi bir tek bir nefisten/ candan yaratan, ondan da yanında huzur bulsun, mutlu olsun diye eşini yaratan O’dur…”(el-A’raf, 189/ ez-Zümer, 6) şeklindeki ifadeden de anlaşılacağı üzere insanın yaratılış serüveninde somut bir şekilde görüldüğü gibi her bireyin fıtratına yerleştirilmiştir.  

Aile insanlık tarihiyle yaşıt bir kurumdur 
 

Kur’ân’da anlatıldığına göre ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem tek başına bırakılmamış, yanında eşi de yaratılmıştır. (el-Bakara, 35/ el-Mâide, 27/ el-A’raf, 19, 23/ Tâhâ, 117-119) Böylelikle insanlık tarihinin ilk ailesi kurulmuştur.  Ayrıca Hz. Âdem’den bahseden ayetlerde onun evlatlarından haber verilmesi, aile kurumunun insanlıkla yaşıt olduğuna ve bu kurumun insan hayatının merkezinde bulunduğuna işaret olarak anlaşılabilir. Kur’ân’da insanlığın ilk atası olan ilk erkek ve ilk kadına dair kullanılan ifadeler, cennet gibi istenilen her şeyin bol bulunduğu, hiçbir yokluk ve kıtlığın olmadığı bir yerde bile insanoğlunun kendisiyle huzur bulacağı bir eşe muhtaç olduğu gerçeğine işaret etmesi bakımından önemlidir. Ayrıca Hz. Âdem ve eşinin ihtiyaç duydukları bu huzur ve sükûnete, zorlu ve çetin bir dünya hayatı yaşayan ademoğlunun fazlasıyla ihtiyaç duyduğu da açıktır. 

İnsanlık tarihinin her döneminde olduğu gibi günümüz dünyasında da aile kurumu önemini korumaktadır. Fakat her dönemin kendine has problemleriyle karşılaşan aile kurumunu, özellikle günümüz toplumlarında maruz kaldığı sıkıntılarını ve problemlerini gündeme almayı gerekli kılmaktadır. Bazı değerlerin erozyona uğradığı, bireyselliğin ve bencilliğin içerisinde huzurun ve mutluluğun kaybedildiği, özellikle aileyi ayakta tutan sevgi, sadâkat, güven gibi temel kavramların maddî kaygı, gösteriş ve özentiye hapsedilerek buharlaştırıldığı, lüks yaşantı, aşırı tüketim ve güç tutkusu gibi durumların harekete geçirdiği dünyevileşme hastalığının hayatı çepeçevre ihata ettiği modern çağda, bu durumdan en fazla etkilenen kurumların başında aile gelmektedir. 

Gelinen bu aşamada aile kurumu içerisinde Kur’ân ve sünnet kaynaklı güzel ahlâk ve hasletlerden uzak kalan insanın sadece aileyle sınırlı kalmaksızın bazı toplumsal olaylara duyarsızlaştığı, çevresiyle, tabiatla, kâinatla ve nihayetinde yaratıcısıyla olan ilişkilerinde iletişim sorunu yaşadığı gözlemlenmektedir. 

Temel ilkelerini Kur’ân ve sünnetten alan aile yapısının ve aileyi ayakta tutacak dinamik kavramların tekrar hatırlanması elzemdir

Ailede yaşanılan problemler, toplumun yapı taşını oluşturması hasebiyle zamanla cemiyetin genel problemi haline gelmiş ve çözülen aile yapısının geldiği durum endişe verici boyuta ulaşmıştır. Sosyal medya anaforu, algı operasyonları projelerinin ve Müslüman milletimizin medeniyet tasavvuruna düşman mihrak ve arkalarındaki devletleri unutmamak lazım. 

Bu nedenle temel ilkelerini Kur’ân ve sünnetten alan aile yapısının ve aileyi ayakta tutacak dinamik kavramların tekrar hatırlanması elzemdir. Buna göre mekân ve zaman değişse de aile kurumunun önemi ve aileye duyulan ihtiyaç değişmeyeceğinden, Müslüman’ın bir yönüyle dünyadaki değişimi takip etmesi diğer bir yönüyle de Kur’ân ve sünnetin aile kurumu hakkında öngördüğü ilkelerin iyi bilinmesi ve tatbik edilmesi gerekmektedir. Kur’ân’da sosyal birlikteliğin en üst düzeyde sevgi, sadâkat, merhamet, adâlet, güven, yardımlaşma, doğruluk, iyilik, ihsân ve Allah korkusu gibi dinamiklerin göz önünde bulundurularak başta aile kurumuyla korunması ve devam ettirilmesi tavsiyesinde bulunulmaktadır. Bu anlamda “Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!” (et-Tahrîm, 6) ayetiyle de ailenin korunup gözetilmesinin ve yüceltilmesinin gerekliliği vurgulanmıştır. Hz. Peygamber de birçok hadisinde ve uygulamasında evliliği teşvik etmiş, gençleri evlendirmenin ve yuva kurmalarında yardımcı olmanın büyük bir iyilik olduğuna dikkat çekmiş, özellikle “Evlenmek benim sünnetimdir, sünnetimden yüz çeviren ise benden değildir” ifadeleriyle de evliliğin önemini vurgulamıştır.

Kur’ân’da inanan erkekler ve kadınlar birbirlerinin eşleri ve dostları olarak nitelenmiş, onların birbirlerine karşı iyiyi ve güzeli tavsiye etmekle, kötüden de sakındırmakla yükümlü oldukları bildirilmiştir. (et-Tevbe, 71) Ayrıca eşler, birbirlerinin mahremiyetlerini örten birer elbiseye benzetilmiştir. (el-Bakara, 187) Müfessirler, bu benzetme ile eşlerin meşru sınırlar içerisinde, huzur ve mutlulukla başka şekilde giderilmesi mümkün olmayan temel bazı ihtiyaçlarını aile ortamında birbirlerinin kusur ve ayıplarını adeta bir elbise gibi örterek birbirini güzelleştirdikleri ve bu şekilde huzur ve sükûna erdikleri ifade edilmektedir. Eşlerin birbirine bağlılıklarını ve dostluklarını gösterecekleri en iyi kurum şüphesiz aile yuvası olması hasebiyle Kur’ân’da, erkekler, eşlerini görüp gözeteni, kollayanı olarak nitelendirilmiştir. (en-Nisâ, 34) Hz. Peygamber de erkeği ailesinden, kadını da evinden mesul birer çobana benzetmiştir. Bu minvalde o, ailesini savunduğu esnada öldürülen kimsenin şehit mertebesine ulaşacağı müjdesini de vermiştir. 

Dolayısıyla Kur’ân ve sünnette ifade edilen evlilik kurumunun bir ast-üst ilişkisinden ziyade bir dostluk ve arkadaşlık ilişkisini ihtiva ettiği anlaşılmaktadır. Kur’ân ve sünnette aile kavramı, oluşumunda en üst seviyede hassasiyet gerektiren, içerisinde bulunan her üyesiyle ayrı bir fonksiyon barındıran, bu anlamda toplumun çekirdeği olmakla birlikte toplumu ayakta tutan bir kurum olarak ifade edilmektedir. Huzur ortamı olan aile, insanın sevinç ve mutluluk kaynağı olması yönüyle Kur’ân’ın emir ve telkinleriyle üyeleri arasında din merkezli bir bağ kurulmaktadır. Bu bağlamda Kur’ân, aileyi şerefli bir kurum olarak gördüğü için eşleri, bu müesseseyi koruma noktasında aralarındaki birlikteliği ve ilişkiyi “sağlam söz” olarak ifade etmektedir. 

Ailenin çimentosu olan temellerden biri de, Kur’ân’da ifade edilen temel ahlâkî erdemlerden birisi olan sadâkati, diğer ahlâkî erdemlerin temeli olarak görmek de mümkündür. Bu manada sadâkat kavramı Kur’ân’da, sözde, fikirde, niyette, inançta, amelde doğruluğu kapsayacak mana genişliği çerçevesinde sunulmaktadır. İlk bakışta insanlar arası ilişkilerin konusu olduğu çağrışımı yapmakla birlikte, sadâkat, Kur’ân’da Allah’a karşı olan bağlılıkla birlikte ele alınmaktadır.

İnsanlığın temeli ailede atılır

Sonuç… İnsanlık tarihine bakıldığında aile, toplum ve millet için çok önemli bir role sahip olmuş ve insanların toplum haline gelmesinde önemli ve büyük görevler üstlenmiştir. Bu anlamda insanlığın temelinin ailede atıldığı söylenilebilir. Tarihe bakıldığında da ilk toplumun aileden meydana geldiği anlaşılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu konuya dikkat çekilirken yaratılan ilk insanın Hz. Âdem olduğu ve onunla eşinin bir aile olarak yaşadığı anlatılmakta, insanların toplum içerisindeki inanç ve davranışlarını yönlendirmek adına, bazen kişi veya kişiler üzerinden bazen de bir topluluk veya topluluklar üzerinden mesaj verilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de verilmek istenilen mesajı muhatabına iletmek için çoğu konuda örneklik teşkil edecek bilgi ve haber sunulduğu gibi aile konusunda da geçmiş peygamberlerden bahsedilmektedir. Bu noktada Kur’ân’da bazı peygamberlerin aile yaşantılarından kesitler aktarılmak suretiyle muhatapların ufkunu açacak, yolunu aydınlatacak birçok ilke ve prensipler anlatılmaktadır. Aile bağlarını sağlamlaştıran ve aileyi her türlü riske karşı korunaklı hale getiren ahlâkî prensiplerin bazılarına ve Hz. İbrahim’in bu anlamdaki örnekliğine bakıldığında, mekân ve zaman değişse bile ailenin öneminin ve aileye olan ihtiyacın hiçbir zaman değişmeyeceği anlaşılmaktadır. 

Bu sebeple Müslümanın bir yönüyle yaşanan değişimi iyi takip etmesi, diğer bir yönüyle de Kur’ân ve sünnette aileyle ilgili öngörülen ilke ve kurallardan ödün vermeden yaşamaya çalışması gerekmektedir. Toplumun birlik ve beraberliğinin ailede başlayarak tüm toplumu kapsadığı gibi çözülme de ilk olarak ailede başlayacaktır. Binası sağlam temeller üzerine kurulmuş ailelerde zaman zaman bazı sorunlar ortaya çıksa da tekrar toparlanması, problemlerin giderilmesi ve o temeller üzerinde ailenin yeniden inşa edilmesi sevgi, sadâkat ve güven gibi aileyi ayakta tutan dinamikleri canlı tutmakla mümkün olabilir. Kur’ân’da seçkin bir aile olduğu, âlemlere üstün kılındığı vurgulanan Hz. İbrahim ve ailesi davranış modelleri açısından Müslümanlar için örnek bir aile teşkil etmektedir. İtaat, teslimiyet ve fedakârlığın timsali olmakla birlikte sevgi, sadâkat ve güven kavramlarının da örnekliğini Hz. İbrahim’in oğlu İsmail ile olan diyaloglarında görmek mümkündür. Yapılan çalışmada Kur’ân’da anlatılan örnekliği üzerinden Allah’a olan teslimiyetin, sabır ve tevekkülün adeta zirvesini yaşayan Hz. İbrahim’in bazı davranış özellikleri tespit edilmiştir. Buna göre evladın her ne şart, zaman veya mekânda olursa olsun ebeveynine sevgi ve saygı göstermesi, ebeveynin de çocuklarına sevgi duyması, hayırlı tavsiyelerde bulunmaları ve her zaman şefkat göstermeleri önem arz etmektedir. Kur’ân’ın nüzulünden çok önce yaşamış Hz. İbrahim’in Kur’ân’da yeniden gündeme alınması ve güzel örnek olarak sunulması o günün muhatap toplumuna olduğu kadar günümüz toplumu için de unutulan bazı ahlâkî kuralları tekrar hatırlatmaktadır. Bu manada Hz. İbrahim özelinde anlatılan durumlar aslında günümüzde de güncelliğini korumaktadır. Bu manada baba, evlat ve diğer bireyler arasındaki ilişkilerin sevgi, sadakat ve güven gibi ahlâkî ilkelere uygun olarak güzel bir dille yürütülmesinin gerekliliği anlaşılmaktadır. 

Aileyi ayakta tutan değer ve erdemlerin en güçlüsü sevgidir 

Hülâsa eder isek… Günümüz dünyasının ailesindeki sıkıntı ve problemlerin temel kaynağının bu değerlerden yoksun olması olarak ifade edilebilir. 

Duamız ve temennimiz; geleceğe dair mutluluk ve umut beklentisiyle kurulan her aile müessesesinin, Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın, Hz. Muhammed (sav) ile Hz. Hatice’nin ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın aralarındaki muhabbet ve ülfet anılmak suretiyle ve onlar gibi güçlü bağlara sahip birer yuva olabilmesidir. 

Aynı yastıkta kocayabilmek niyazıyla evliliğe adım atan her insandan da aile fertlerini koruması ve bazı kavramlara sıkı sıkıya sarılarak aile içerisindeki pozisyonuna göre üzerine düşeni yapması beklenmektedir. Ailenin ayakta durmasını olumsuz anlamda etkileyen en önemli etkenin modernizm ve sonrasında yaşanan anlayış farklılığı olduğu düşünülürse, günümüz dünyasında ailenin ayakta durabilmesi de her geçen gün zorlaşırken, önce anne-baba olmak üzere tüm aile bireylerinin bu konuda hassas ve bilinçli olması gerekmektedir. Son derece yüksek bir hızla değişen/ dönüşen dünya karşısında, kuşaklar, alışkanlıklar, davranışlar, düşünce kalıpları değişse de aile kurumunun muhafazası ve ayakta durması, değişkenler karşısında sabitelerin belirlenerek geleceğe taşınmasıyla ve bu sabitelere sımsıkı sarılmakla mümkün olabilir. Buna göre inanan kimse değişimin ve dönüşümün baş döndürücü hızına engel olamasa da aile kurumunun Kur’ân ve sünnet tarafından belirlenmiş ve örneklerle de hayata geçirilmiş bazı değer ve sabitelerini tespit edebilir ve bunları yaşatabilir. Bu noktada günümüz aile yaşantısıyla Hz. Peygamber’in aile yaşantısı veya Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Arap toplumuyla kültürel farklılığımız veya o günün gerçekleriyle günümüz gerçekleri arasındaki farklar akla gelebilir; fakat bunlar bizler için mazerete kapı aralamamalıdır. Çünkü günümüz Müslümanının Kur’ân ve sünnet endeksli bir aile yaşantısını idame etmesi, naslarda aile hususunda belirtilen birtakım köşe taşlarına sarılmasıyla mümkündür. Gerek ayet ve gerekse hadislerde Hz. Peygamber tarafından öğretilen, evlerde tüm bireyler tarafından uyulması gereken âdâb-ı muaşeret kuralları, evlerin gerçek anlamda sevgi, huzur ve sükûnet ortamı olmasını sağlayıcı temel prensiplerdir. Bu manada aile kurumunu ayakta tutan değer ve erdemlerin en güçlüsünün sevgi olduğu söylenebilir. İçerisinde meveddet (kulun Allah ile ülfet etmesi halini ifade eden bir tasavvuf terimi), ülfet ve muhabbet gibi kavramları da barındıran sevgi duygusu, herhangi bir bedel beklenmeden yapıldığında değer kazanmaktadır. Evleri sevgi yuvaları haline getirmek, yediden yetmişe bu prensiplere sarılmakla mümkün olacaktır. Vesselâm…

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar