SON DAKİKA
Sertif PARLAK

Millileşemeyen maarif sistemimiz ... (3)

A- A+

İslâm dini, faydasız değil, faydalı bilgileri öğrenmeyi ve öğretmeyi amaçlamıştır. Yüce Peygamberimiz, “Allah’ım, fayda vermeyen bilgiden Sana sığınırım!” diyerek faydasız bilgiyi öğrenmenin gereksizliğini açıkça vurgulamıştır. Atalarımız da, “Lüzumsuzu bırak, lüzumluya bak” sözüyle bu konuya dikkati çekmişlerdir.

 

Asr-ı Saadet’te eğitim-öğretime verilen önem

Sevgili Peygamberimiz, “Allah beni bir muallim (öğretici) olarak gönderdi” diyerek, Kendisinin insanları eğiten bir öğretici olduğunu açıklamıştır. Nitekim O’nun hayatına baktığımızda, 23 yıllık peygamberliğinde insanları eğitmek, hakikati öğretmek ve doğru yola getirmek için uğraştığını görürüz.

Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sav), insanlığa gönderilmiş bir elçi ve peygamberler halkasının sonuncusudur. O’nun örnek kişiliği, öğreticiliği ve hayat tarzını bilmeye fert, toplum, aile ve bütün insanlık olarak büyük ihtiyaç vardır. Eğer öğretmen yani muallimsek, O’nun mescidin sofasında öğrencilerine öğretmenlik yaptığı zamanı göz önünde bulundurmamız, öğrenciysek de Cebrail’in yanında diz çöküp hidayet istediği zamanı tasavvur etmemiz gerekir. Zira O’nun hayatı, insan hayatının her yönünü kuşatan bir özelliğe sahiptir. Ayrıca O’nun hayatını bilmeden, O’nun sahip olduğu değer ve vasıfları öğrenmeden hayatı ve insanı bilmek, dinimizi yaşamak ve anlamak mümkün değildir. Çünkü Hazreti Peygamber (sav), söz, davranış, uygulama ve eğitimiyle insanlık tarihinde benzeri bulunmayan bir hayat ortaya koymuş ve muallimlik yapmıştır.

Hicret’ten önce Mekke devrinde eziyet ve işkence devri olmasına rağmen Hazreti Peygamber (sav), eğitim ve öğretim faaliyetlerini çoğu zaman gizlice evlerde toplanıp yapıyordu. Hicret ederek Medine’ye varır varmaz, burada bir mescit inşâ ettirmişti. Bu mescitte namaz için bir bölüm, eğitim-öğretim faaliyetleri için “Suffa” denilen ayrı bir bölüm ve Hazreti Peygamber’in ailesi için de üçüncü bir kısım yapılmıştır. Eğitim ve öğretim hizmetlerine ayrılan Suffa bölümünde Bizzat Hazreti Peygamber (sav) ders veriyordu. Okuma ve yazmanın yanında diğer ilimleri öğrencilere öğretmek için Ubade Bin Sabit ve Sa’d Bin As gibi zevatı faâl öğretmenlik görevi ile görevlendirmişti. Bedir Savaşı’nda esir olarak karşı taraftan ele geçen her bir kimse için 4 bin dirhem kurtuluş akçesi takdir edilmişken, okuma-yazma bilenlerden her biri Medineli 10 Müslüman’a bunu öğretmek karşılığında hürriyetlerine kavuşmuşlardı.

Hazreti Peygamber (sav) bir yandan bilenlerin bildiklerini bilmeyenlere öğretmelerini emrederken, diğer yandan da ihtiyaç duyulan bölgelere öğretmenler göndermiştir. Böylece eğitim ve öğretimde Bizzat Müslümanlara örnek olmuştur. Laikosların, modern feministlerin, İslâm’ı yanlış anlatan ve istismar eden lâdini cenahının kulakları çınlasın!

İlim yapmak/öğrenmek kadın ve erkek üzerine farzdır

İslâm dini eğitim ve öğretimde kadın-erkek ayrımı asla yapmamıştır. İlk ayet ve ilk emir, “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku” şeklindedir ve kadın-erkek ayrımı olmaksızın, Peygamberimizin Şahsında her iki cins için de geçerlidir. Üstelik Peygamberimiz, “İlim, kadın ve erkek üzerine farzdır” diyerek ilmin hem kadın, hem de erkek için gerekliliğini ifade etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de ilimden bahseden veya ilmi teşvik eden 750 ayetin hepsi, cins ayrımı yapmadan hem kadına hem erkeğe hitap etmektedir. İlim ve eğitim hakkındaki hadislerde de bir ayrım yoktur.  

İslâm tarihini incelediğimizde, sadece hadis ve fıkıh sahasında 90’ın üzerinde Müslüman kadın muhaddis ve fakihini görmekteyiz. İlâhî tebliğde de kadınlar erkeklerle yarış içinde olmuşlardır. Kureyşli Şifa Hatun, Ümmü’l-Müminîn Hazreti Hafsa’ya yazı öğretmiştir. İşbu hanım, Hazreti Ömer’e müşavirlik yapmıştır.

İlmî çalışmaların ilerlediği Tabiîn devrinde, bilgin hanımlar ilim talibi erkeklerin yazılı müracaatlarına muhatap olacak seviyeye ulaşmışlardır. Aşere-i Mübeşşere’den Hazreti Talha’nın kızı Aişe, teyzesi olan Hazreti Aişe’nin evinde sorulan sorulara cevap veriyordu. Keza çocuğu anne yetiştirir. Meşruiyet çerçevesinde iyi eğitilmiş nesiller ve toplumlar annelerin omuzlarında yükselir. Kadınlarını cahil bırakanlar, kendilerini felç olmaya terk etmiş toplumlardır.

Çocuk demek, istikbâl demek

Toplumların geleceği, çocuklarının eğitim derecesi ile orantılıdır. Kutadgu Bilig yazarı, büyük Türk düşünürü Yusuf Has Hacîb, “Çocukların iyi veya kötü olmalarına anne ve babaları sebep olur” der.

Çocukları yaşayacakları zamana göre eğitme konusunda da Hazreti Ali, “Çocuklarınızı içinde bulunduğunuz zamandan ziyade, gelecek için hazırlayıp yetiştiriniz. Çünkü onlar sizin zamanınız için değil, gelecek zaman için yaratılmışlardır” diyerek çocukları yaşayacakları zaman için eğitip hazırlamak gereğini vurgulamışlardır. Atalarımız ise, “Ağaç yaş iken eğilir” diyerek insanın eğitiminin ancak çocukken kolay verilebileceğini ifade etmişlerdir. Çocuklara sevgi ve eğitici davranışlarıyla candan yaklaşan Hazreti Peygamber (sav), “Çocuklarınıza hoş muamelede bulunun ve onları güzel eğitin” diyerek çocuklara karşı güzel davranmanın ve onları iyi eğitmenin önemini açıkça belirtmiştir.

Çocukların eğitimi konusunu onlara mal bırakmaktan daha önemli gören Peygamberimiz, “Hiçbir ana-baba, çocuğuna güzel terbiyeden/eğitimden daha iyi bir miras bırakamaz” diyerek çocukları iyi eğitme konusunda dikkati çekmiştir. Çocuğun eğitimi ailede, okulda ve çevrede yapılır. Fakat eğitimin her safhasında “çocuğa iyi örnek olma motifini” kullanmak lâzımdır.

Bir diğer mühim nokta, İslâm dininde eğitim ve öğretimin ömür boyu olmasıdır. İslâm’da eğitim ve öğretim belli bir yaşla sınırlı değildir ve çocukların eğitimine çok önem vermenin yanında insanın eğitimini her yaşta olmasını teşvik etmiştir. Hazreti Peygamber, “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz” hadisinin yanında, “İki günü birbirine müsavi olan Müslüman zarardadır” buyurur. Bu Peygamberî sözden alınacak hikmetler vardır. Burada iki günün eşitliği dahi istenmeyerek Müslümanın her gün bir önceki gününden daha ileride olması istenmektedir. “Günler 24 saat eşitliğinde olduğuna göre, bu ilerilik nasıl sağlanacaktır?” sorusu insanın aklına takılıyor. Bu durum ancak iki şekilde sağlanabilir: İlki, devamlı eğitim ile insanın mesleğinde uzmanlaşması; ikincisi, yeni metot ve teknolojiler geliştirilerek az zamanda çok üretim sağlanması.

İmam-ı Gazalî, İhya-i “Ulûmi’d-Dîn” adlı eserinde, “ilim öğrenmenin farz” oluşunun sadece dinî ilimlerle sınırlı olmadığını, bu farziyetin diğer ilimleri de kapsadığını belirterek, “meslekte uzmanlığa” işaret etmektedir. Buna göre her Müslüman itikat, ibadet ve ahlâka dair bilgileri yeterince öğrenecek, herkes kendi mesleğinde uzman olacaktır. Şu durumda İslâm dini, ömür boyu insanın kendi bilgisini artırarak mesleğinde devamlı ilerlemesini istemektedir.

Eğitim ve öğretimdeki hedef ve metotlar

İslam dini, hiç şüphesiz, insanın iyi yetişmesini hedeflemiştir. Hem manevî, hem de maddî sahada insanın ilerlemesini istemiştir. “İki günü birbirine eşit olan zarardadır” denmesinin sebebi de bu ilerlemeyi temin içindir.

İslâm dini, faydasız değil, faydalı bilgileri öğrenmeyi ve öğretmeyi amaçlamıştır. Yüce Peygamberimiz, “Allah’ım, fayda vermeyen bilgiden Sana sığınırım!” diyerek faydasız bilgiyi öğrenmenin gereksizliğini açıkça vurgulamıştır. Atalarımız da, “Lüzumsuzu bırak, lüzumluya bak” sözüyle bu konuya dikkati çekmişlerdir. Faydasız şeylerle meşgul olmak, zaman, enerji ve materyal israfına yol açtığı gibi, gelişmeye de bir katkıda bulunmaz.

İslam dini, hem müspet, hem de dinî ilimleri öğrenmeyi amaçlamıştır. Meselâ, fıkıh ilminin sahasına açıkça giren 150 kadar ayete mukabil fizik, kimya, astronomi, biyoloji ve tıp gibi müspet ilimlere dair 750 kadar ayet vardır.

Ayrıca İslâm’a göre hem teorik, hem de pratik/uygulamalı öğrenim hedeflenmiştir. “İlmiyle âmil olmak” şeklindeki dinî ifadeyi devamlı kullanırız. Yani “bildiğini uygulamak” önemlidir. Bu durum ibadetlerde geçerli olduğu gibi müspet ilimlerde de geçerlidir.

Öğrenilenin tatbikata geçirilmesi de İslâm dininin önem verdiği bir diğer konudur. Uygulamalı eğitim ve öğretim yapan milletler eğitimde ezbercilikten kurtulmuş ve buna dayalı olarak da eğitim yoluyla kalkınmanın meyvelerini yemişlerdir. Günümüz dünyasında, bilhassa meslekî eğitimde teorik olarak öğretilenlerin pratik uygulaması da yaptırılmaktadır.

Eğitimde örnek olma motifinin kullanımı ise başka değerli husustur. Peygamberimiz, insanları eğitmede devamlı “örnek olma motifini” kullanmıştır. Peygamberlik öncesi yani 40 yaşına kadar dahi çevresine iyi bir örnek olmuştur. Bunun için Kendisine “El-Emin” (güvenilir) sıfatı takılmıştır. Eğitici, öğrettiğinin uygulamasını başkalarından istemeden önce kendisi uygulayıcı olmalıdır. Bu durum bilhassa çocukların eğitiminde önemlidir.

 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar