15 NİSAN TANDOĞAN MİTİNGİ

Ülkücü hareketten korkan emperyalist güçler ve onların yardakçıları, 15 Nisan 1978 tarihinde Ankara Tandoğan Meydanı’nda yapılan mitinge katılan Ülkücü hareketin gücünü görünce, bu hareketin önünü kesmek ve Türkiye’de bir darbe yapmak için harekete geçtiler. Yapılması planlanan ihtilalin hazırlığı çerçevesinde, ordunun üst kademelerinde işlerine engel olacak subaylar emekliye sevk edilirken, kendilerine yardımcı olacak subaylar terfi ettirilerek önemli görevlere atandı.
İktidarda olan CHP hükümeti, 26 Aralık 1978 tarihinde sıkıyönetim ilan etti. Adalet ve İçişleri Bakanlıkları da kendi ideolojilerine uygun atamalar gerçekleştirdi. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Can, Marksist felsefeye gönül vermişti ve bu doğrultuda, hâkim ve savcıları yetkili makamlara atayarak yargıyı dizayn etti. 12 Eylül 1980 İhtilali sonrasında da, bu savcı ve hâkimler, daha önceden kurgulanmış olan MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nda görev aldılar.
İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş de, POL-DER üyesi olup aynı zamanda Marksist ideolojiye bağlı olan personeli emniyetin üst mevkilerine atayınca, ihtilalin temelleri de böylece atılmış oldu.
1968 yılında masum öğrenci hareketleri olarak başlayan olaylar, kısa sürede Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin demokratik yapısını yıkıp, yerine Marksist bir yönetim kurmak amacıyla başta üniversiteler olmak üzere tüm ülkede terör ortamı yarattı. 1978 yılında kurulan CHP iktidarı döneminde, Marksist teröristler gemi azıya alarak sadece Ülkücüleri değil, polis, asker, üst düzey bürokratlar, sivil vatandaşlar ve hatta eski bir bakan ve başbakan olan Nihat Erim’i bile katlettiler.
12 Eylül 1980 sabahına kadar bu cinayetlerin sayısı hızla artmıştı. 12 Eylül günü anarşi nedeniyle akan kanlar durunca, ihtilali gerçekleştiren generaller, halkın gözünde kahraman gibi görüldü. Oysa bu generaller, aslında bir yerlerden aldıkları emirleri yerine getiriyorlardı. Çünkü Ülkücü hareket, Türkiye genelinde 1280 Ülkü Ocağı kurmuştu. Hareketin hedefi; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sömürge olmasını önlemek, İstiklal Marşı ve Ay Yıldızlı Türk bayrağını tüm dünyaya tanıtmaktı. Ancak 12 Eylül mahkemelerinin hedefi Türk milliyetçiliğini mahkûm etmekti.
Marksist felsefeye gönül vermiş olan Cumhuriyet Başsavcısı Nurettin Soyer, Mahkeme Başkanı Vural Özenirler ve diğer hâkimler, MHP’li yöneticileri önce Türkiye'de silah zoruyla demokrasiyi yıkıp yerine ırkçı ve faşist bir rejim kurmakla suçlarken, sonraları bu kez şeriat düzeni kurmakla itham ettiler.
Dünyanın hiçbir ülkesinde, kendi vatanını ve milletini sevdiği için kimse suçlanmazken, ne yazık ki Türkiye’de vatanperver olmak bir suç olarak görülüyordu. Ülkücü hareketin felsefesi, Türkiye’de iktidara geldiğinde, tüm emperyalist güçlerin Türk devletine saygı göstereceğini bilen dış mihraklar ve yerli iş birlikçileri, ülkemizin sadece ekonomide değil, askeri alanda da güçlü olmasından rahatsız olacaklardı.
1980 öncesi, Türkiye’de Marksist bir düzen kurmak ve ülkemizi Sovyetler Birliği’ne bağlı bir uydu devlet haline getirmek isteyen teröristler, ülkemizi kan gölüne çevirmişti. Ancak ne CHP ne de diğer komünist partiler herhangi bir soruşturma geçirmedi. Buna karşılık Türkiye’nin idare sistemi olan demokrasiyi korumak ve ülkenin başka bir devletin sömürgesi olmasını önlemek için canını seve seve feda eden MHP yöneticileri ve Ülkücü hareket mensuplarından tam 587 kişi, devleti yıkmakla suçlanarak yargılandı.
Marksist felsefeye bağlı kişilerce eşi benzeri görülmemiş işkencelerden geçirilen, yedi yıl boyunca zindanlarda çürütülen Ülkücü hareketin adsız cengâverleri sayesinde, bu ülke bir başka devletin sömürgesi olmaktan kurtulmuştur.