SON DAKİKA
Reklam
Reklam
Sertif PARLAK

Şüphe, insanı katlanılması zor bir ruh hâline sürükler

Şüphe, insanı katlanılması zor bir ruh hâline sürükler
A- A+
Reklam

ALLAH (cc)’ı unutmak, inkâr etmek, mutsuzluğun, bütün buhranların, bunalımların, sıkıntıların, akıl hastalıklarının mühim sebeplerinden birisidir. İmandan yoksun olmak, İlâhî gerçeklikleri inkâr etmek, insanların ruhlarında önemli sarsıntılar meydana getirir, onları bunalıma götürür. Kur’ân’da bu gerçekliği ifade eden birçok ayet vardır. İnsanlar çeşitli sebeplerle, irsî ya da menfi çevre şartlarının etkisiyle ruh sağlıklarını az ya da çok kaybedebilirler. İnançsızlık faktörünün de insanın ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olduğu ileri sürülmektedir. Dinî referanslara göre, Allah (cc)’a iman, ruhsal rahatsızlıkların oluşmasını önleyen bir faktör olmanın yanında, herhangi bir sebeple bozulan ruh sağlığının iyileşmesinde de etkili olabilen bir güçtür. 

 

İnkâr ise, ruh sağlığına imanın tam tersi bir etki yapar. Ruhî rahatsızlıkların ortaya çıkmasını kolaylaştırır, var olan ruhî rahatsızlıkları da derinleştirir, tedavi edilemez hâle getirir. Kur’ân’a göre insan doğası hem kendisiyle ve dünya ile hem de Yüce Allah ile bağ kurmak üzere tasarlanmıştır. Allah ile ilişki kurmaya yanaşmayan inkârcı kimselerin dengeleri manevî hayattan yana bozulduğu için, ruh sağlıkları da bu durumdan etkilenmektedir. Kur’ân’da, Allah ile olan bağlarını koparan inkârcı kimselerin iç dünyalarının sıkıntılı ve bunalımlı olduğunu tasvir eden birçok ayet vardır.

 

Mutluluk ve iç huzur, dinî inancın insanlara sağlamış olduğu en büyük avantajlardan birisidir

 

Modernizmin hayata getirdiği kolaylıklar, bireylerin bütün maddî ihtiyaçlarının giderilmesi, beraberinde insanların huzur ve mutluluğunu sağlayamamıştır. Gelinen bu noktada tüm maddî isteklerinin tatmin edilmesi bile insanları mutlu etmeye yetmemiştir. Din, modernizmin maddî dayatmalarına, psiko-sosyal bunalımlarına karşı bir cevap özelliği taşımaktadır. İnsanların, içine düştükleri bu çaresizliğe karşı koyabilmeleri için, dinî inancın ruh dünyasını tatminini sağlayan denge ve düzen iklimine ihtiyaç vardır. Mutluluk ve iç huzur, dinî inancın insanlara sağlamış olduğu en büyük avantajlardan birisidir. Allah inancına sahip olan kişilerin ruh yapıları diğerlerine göre daha sağlıklı ve daha istikrarlıdır. Gerçek anlamdaki iman sahipleri, Allah’a bağlanıp güvendikleri oranda huzurlu ve mutludurlar. İman ile sakinleşen ve rahatlayan kalp, ancak müminlerin tecrübe edebilecekleri bir mutluluk içerisinde yaşayabilir. Böyle bir inanç, bireyin bunalıma düşmesine, yersiz kaygılara kapılmasına izin vermez; ruhî baskılardan kurtulabilmesi için çıkış yolu gösterir. Dinin ruh sağlığı üzerinde derin bir tesiri vardır. Din, insanın güven, huzur, gönül rahatlığı ve mutluluğuna yönelik olduğu için madden ve manen doyurucudur. İnsanın üzüntü ve ıstıraplarını azaltır, ona teselli verir. İnanç kavramı öncelikle, kişinin iç dünyasındaki kararlılığı, huzur ve sükûneti çağrıştırır. İnanç, insanı yüceliğe bağlayarak kaygısını azaltır. İnanç sayesinde kalpte sıkıntı duyulmaz, aksine psikolojik rahatlık hissedilir. Ruhun susuzluğu ve açlığı inanç sayesinde giderilir. Gerçi bu tesirin derecesi kişiden kişiye, toplumdan topluma değişiklik gösterir. Dinin insan üzerindeki bu etkileri, yüzeysel bir dindarlık sayesinde değil, dinî inancın derûnî bir biçimde içselleştirilmesi sayesinde tam olarak gerçekleşebilir.

 

Dinin insanlara sunduğu ruhî şifa ikliminden faydalanabilmenin yolu öncelikle bozulmamış, tahrife uğramamış, İlâhî kaynaklı bir müesseseye başvurmaktır. Ayrıca, bu hak ve bozulmamış olan dini, doğru bir şekilde anlamak, tutarlı ve dengeli bir şekilde yaşamayı başarabilmek gerekir. Kişi, ilkeleri ve yapısı sağlam bir dine yöneldiği hâlde, dinî hayat konusunda gerekli ölçü ve uyumu gösterememişse, patolojik bir dindarlık algısı ve anlayışı geliştirmişse, dinin bahşettiği iç huzuru ve rahatlıktan faydalanamaz. Sağlıklı ve tutarlı bir inanca sahip olan kişi, sinirlerini güçlü bir zırhla koruyor demektir. Çünkü din, cinneti ortaya çıkartan faktörlerden insanı uzak tutar. Bilhassa İslâm, insanın sinir sisteminin sağlığını temin eden bir dindir. Gerçek inancın verdiği haz, teslimiyet ve tevekkül, bireyler için manevî bir ilaç gibi tedavi edici etki yapar. Dinî inançlar, çeşitli sebeplere bağlı olarak insanların maruz kaldıkları gerilimlerin zararlı sonuçlarını hafifletecek araçlara ve mekanizmalara sahiptirler. İşte bu ve benzeri yönleriyle dinî inançlar, insan psikolojisinin iyileştirilmesine katkı sağlarlar.

 

Dinî inancın stresle başa çıkmada önemli bir etken olduğu bilimsel araştırmalar tarafından ortaya konulmuştur

 

Günümüzde din ve dinî değerlerin psikolojisi üzerinde çalışan araştırmacıların önemli bir kesimi, dindarlıkla ruh sağlığı arasında olumlu bir ilişkinin mevcudiyetini kabul etmektedirler. Yapılan araştırmalarda, dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerin daha az depresyona girdikleri, depresyonu olan kişilerin de daha çabuk iyileştikleri, daha az kaygılandıkları, psikolojik açıdan daha iyi durumda ve iyimser oldukları, hayatta daha fazla anlam ve amaç buldukları, intihara kalkışma oranlarının düşüklüğü gözlenmiştir. 

 

Konuyla ilgili Batı’da yapılan çalışmaların geneli değerlendirildiğinde, dinî başa çıkma yöntemlerinin stres, kaygı ve depresyon gibi olumsuz psikolojik yaşantıların iyileştirilmesinde önemli ölçüde etkili olduğu tespit edilmiştir. Dinî inancın stresle başa çıkmada önemli bir etken olduğu bilimsel araştırmalar tarafından ortaya konulmuştur. İnanç ile kişinin kendisini iyi, stresten uzak hissetmesi arasında pozitif ilişkiler bulunmuştur. Yapılan çalışmalar, dindarlık göstergeleri ile anksiyete belirtileri arasındaki ilişkilerin negatif olduğunu, dindarlığın kaygıyı azaltıcı bir işlev üstlendiğini göstermektedir. Yapılan ampirik çalışmaların çoğunda, dindarlık düzeyi arttıkça depresif belirtilerin azaldığı görülmüştür. Artık evrensel olmasa da bilim adamlarının büyük bir kısmı, dinin ruh sağlığı üzerindeki etkisini kabul etmekte, bunun modern tıp açısından da dikkate alınması gerektiğini tartışmaktadırlar. Bazı psikologlar, ruhsal hastalıkların tedavisinde dinin önemini vurgulayan görüşler ortaya koymaktadırlar.

 

Şüphe, insanı katlanılması zor bir ruh hâline sürükler

 

Dinsizler, dine inananlar kadar mutlu olamazlar. İnkârcılar, bunalımlı, huzursuz, endişeli ve sıkıntılı insanlardır. Tercih ettikleri bu inançsızlık hâli, kendilerine hiçbir zaman huzur ve rahatlık sağlamaz. 

 

İnançsız insan hem ölüm kaygısı hem de gelecek kaygısı yaşar. Bu kaygılar çeşitli ruhî bunalımlar yaratır, bireyin tüm benliğini sarar ve onu moral çöküntüsü içerisine düşürür, dayanılmaz acılar ve mutsuzluk içerisinde bırakır. Bazı mütefekkirlere göre, dinsizlik, Allah’ı unutmak, inkâr etmek, mutsuzluğun, bütün buhranların, bunalımların, sıkıntıların, akıl hastalıklarının mühim sebeplerinden birisidir. 

 

İmandan yoksun olmak, İlâhî gerçeklikleri inkâr etmek, insanların ruhlarında önemli sarsıntılar meydana getirir; onları bunalıma götürür. Dinsiz bir kişi, kapkaranlık bir gecede fırtınaya tutulmuş, yelkensiz, dümensiz, kaptansız bir gemiye benzer. Hadiseler denizinde, korkunç dalgalar arasında çalkalanır durur. Karaya sağ salim ulaşamadan yok olur gider. İnkâr ve dinsizlik bunalımı vücudun bütün hücrelerine yayılır. Bireyin uykusu azap hâline gelirken, uyanıklık hâli ise endişeyle dolar. Akıl hastalıkları, her türlü ruhsal kaosa bağlı nörolojik şikâyetler, bireyin dinî yönelişten uzaklaşması nispetinde ortaya çıkabilmektedir. Manevî şuurda meydana gelen sapmalar, manevî hayattaki bozulmalar, mani, melankoli, şizofreni gibi akıl hastalıklarına kadar her türlü ruhsal hastalığın sebebi olabilmektedirler. 

 

İnançsız insanlar kendilerini sürekli bir buhranın, bitmeyen bir ıstırabın içerisinde bulurlar. Manevî hayatı ihmal eden bu kimselerde şüphecilik baş gösterir; dinsizlerin çoğu kuşku içindedirler. Şüphede kalan, amacını, yönünü ve yolunu belirleyemeyen kimseler sürekli bir ıstırap ve huzursuzluk içinde yaşarlar. Şüphe, insanı katlanılması zor bir ruh hâline sürükler. Bu yüzden, Nietzche ve Malraux gibilerinin dinsizliğinin azap içinde kıvrandıran, azap içerisinde bırakan bir dinsizlik olduğu söylenir. Gerçek bir dindarla ateizm sâlikinin dünyaya bakış açıları birbirinden farklıdır. 

 

Allah’ı inkâr eden, tanımayan kişi, sahipsiz, hâmisizdir

 

Dindar kişi dünyayı aşkın ve yetkin bir Tanrı’nın (İlâhî) kudretinin bir yansıması olarak temaşa eder. Ateist ise, aynı manzarayı, arkasında ve temelinde hiçbir aşkın sebep ve anlam bulunmayan bir bunalım kaynağı olarak değerlendirir ve bu durumu bulantı hissiyle ifade eder. “Bulantı”, insanın, varlığın manasızlığı ve hayatın boşunalığı karşısında içine düştüğü irkilme ve tiksinmenin ifadesidir. İnsanın kâinatın yaratıcısına iman etmemesi, İlâhî vahiyden, sağlıklı inançtan uzaklaşması, bu uzaklaşma sebebiyle, kökeninin, misyonunun/ görevinin ne olduğu, sonunun ne olacağı gibi sorular karşısında tatmin edici cevaplar bulamaması, “boşluk problemi”ne yol açmıştır. 

 

Allah’ı inkâr eden, tanımayan kişi, sahipsiz, hamisizdir. Bir yandan zamanın kıskacında kıvranırken, diğer yandan mekânın darlığında bunalır. Her zaman sıkıntılı bir ruh hâli içerisindedir.  Allah’a gönülden bağlanmayan, hayatın sadece bu dünyadan ibaret olduğunu kabul edenler için, stresten kurtulmak mümkün değildir. 

 

Çağımızın en büyük hastalığı ve en başta gelen huzursuzluk kaynağı olan stresin belirgin sebeplerinden birisi de inançsızlıktır. Allah’a güçlü bir imanla bağlı olmayan insanlar stres, kaygı, üzüntü gibi olumsuz ruh hâllerine kolayca düşerler. İnsanların yaşadığı kaygının başlıca nedenlerinden birisi, Allah ile olan bağların kopukluğudur. Allah’ın varlığını kabul etmedikçe insanın ruhu tam anlamıyla huzur bulamaz.

 

Bir kimsenin din ile olan bağları zayıflamaya, yok olmaya yüz tuttuğu zaman, kendisini sadece dünya ve dünyadakilerle tatmin etmeye çalışır; bu andan itibaren kaçınılmaz olarak kaygı ve sıkıntı baş gösterir. Ancak Allah’a iman ve kulluk sayesinde elde edebileceği tatmine ulaşamadığı için, asıl sebep yerine sıkıntının kendisiyle uğraşmaya kalkışacaktır. Sıkıntıdan kurtulmanın yollarını, Allah’a iman etmenin dışında, başka yerlerde aradığı için ruhî bunalımların acı sonuçlarından hiçbir zaman kendisini kurtaramayacaktır. 

Bazı psikolog ve psikanalistlere göre, maddî bolluk ve zenginlik içerisindeki modern hayat, insanın ıstırap ve varoluşsal kaygısını artırmıştır. İnsan maddî ihtiyaçlarını, nefsânî arzularını bütünüyle tatmin etse, varlık ve imkân içerisinde yüzse bile, inanmadığı sürece huzursuz olmaya mahkûmdur. İnsan işlerinde çalışmalarında ne kadar başarılı olursa olsun, inançsızsa daima içinde bir boşluk duyar, aradığı huzuru bir türlü bulamaz. Manevî inançla dolduramadığı bu boşluğu ise, mal, mülk, makam, mevki hırsıyla, şehvet arzusuyla doldurmaya çalışır. 

Maalesef dünya toplumları gittikçe bunalımlar dönemine girmektedir. Bu bunalımlar her yaştan insan üzerinde tesirini göstermektedir. Gelişmiş, en ileri yöntem ve tekniklerle çalışan psikologlar bile bu bunalım karşısında çaresizdirler. Günümüzün maddeci hayat tarzında manevî değerlerin mahkûm edilmesi sebebiyle, insanların ruh dünyasına inilememektedir. İşte insandaki bunalım ve sıkıntının gerçek sebebi, insan doğasında var olan ruhî potansiyelin atıl kalmasıdır. Din duygusunun zayıfladığı toplumlarda akıl hastalıklarının arttığına dair gözlemler yapılmıştır. İnançsızlığın ve sırf maddî hazlara dalmanın sonuçları Batı toplumlarında etkisini her geçen gün hissettirmektedir. İçtimaî hayata ilişkin hoşnutsuzluk, kaygı ve gerginlik örnekleri birer birer ortaya çıkmaktadır. 

Maddî ihtiyaçların sağlanması yönünde her türlü önlemin alındığı, garantinin temin dildiği İsveç’te yapılan araştırmada insanların sıkıntılı bir hayat yaşadıkları, sürekli yakındıkları, sinirlerinin gergin olduğu gözlenmiştir. Bazıları bu sıkıcılıktan kurtulmak için intihara sığınmayı seçmektedirler. Araştırmacı, söz konusu mutsuzluğun arkasındaki sırrın imansızlık olduğu sonucuna varmıştır. İnanç yoksunluğu ve maneviyat zayıflığı olan insanlar arasında intihar olaylarına daha sık rastlanır. Yapılan araştırmalara bakıldığında, dinî inancı zayıf olanların, sağlıklı bir dinî inanca sahip olanlardan daha çok intihara kalkıştıkları görülür.

Kur’ân’da inkârın ruh sağlığını olumsuz olarak etkilediğine işaret eden ayetler 

Kur’ân, Allah’a ve diğer iman esaslarına inanmayı emretmek suretiyle ruhî hastalıkların meydana gelmesini önemli ölçüde engellemiş, müminlerin ruh sağlığını dengede tutmayı ve düzenlemeyi amaçlamıştır. Allah’a yabancılaşmanın sebep olduğu manevî boşluğu ve bu durumun yol açtığı acı sonu farklı şekillerde anlatmıştır. İnkârı, gönül dünyasında huzuru sağlamanın önündeki en büyük engel olarak görür. Kullanmış olduğu tasvir ve anlatımlarda müşriklerin büyük stres yaşadıklarına dikkat çeker. Yüce Allah, bir ayette, “dîk” ve “harec” kelimelerini kullanarak, yeryüzünden göğe doğru yükseldiği için nefes almakta zorlanan insan benzetmesine başvurarak, inkârcı bir kimsenin ruh hâlini tasvir eder: “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse onun göğsünü, o kimse göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar. Allah, inanmayanların üstüne işte böyle pislik (sıkıntı) çökertir.” (En’âm, 125) Gelin konuya bu minval üzere devam edelim…

İnsan ne kadar maddî bolluk ve imkân içerisinde bulunursa bulunsun, iman etmediği sürece ıstırap ve kaygıdan kurtulamaz. İman etmeyen kimse, maddî ihtiyaçlarını bütünüyle karşılasa bile, her zaman huzursuzluk yaşar. İçinde duyduğu boşluğu, manevî açlığı, mal mülk, makam mevki hırsıyla, maddî hazlarla doldurmaya çalışır. Sahip olduğu maddî bolluğa rağmen, manevî doyumsuzluğun sebep olduğu huzursuzluğa mahkûm olur. İyi bir maddî hayat düzeyine sahip olduğu, her türlü maddî hayat garantisinin sağlanmaya çalışıldığı durumlarda bile inkârcı kimselerin şikâyetleri, sıkıntıları, bunalımları, krizleri sona ermez. Kur’ân’ı Kerîm, maddî imkân ve bolluk içerisindeki inkârcıların, dünya hayatını acı ve azap içerisinde geçireceklerini haber verir. İnkârcıların bütün benlikleriyle sarıldıkları maddî imkânların, dünyevî hazların, inançsızlıktan doğan manevî boşluğu dolduramadığına dikkat çeker: “Onların ne malları, ne de evlâtları seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azap etmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” (Tevbe, 55) 

Özetle, dünya, insan için tatlı ve cezbedicidir, duygular ona meyillidir. Bu meyil aşırı bir şekilde çoğalırsa, insan bütünüyle ona yönelir ve kendini kaptırırsa, Allah’ı anmaktan yoksun kalır; kalbinde imana karşı bir kasvet/ katılık meydana gelir. İnkârcılar için malların ve çocukların çokluğu onları imandan ve Allah için samimiyet göstermekten alıkoyan bir uğraştır. İnkârcılar mal ve oğul gibi dünyevî şeylerle öylesine meşgul olurlar ki, İlâhî gerçeklerden gafil, ebedî geleceği ve mutluluğu düşünmekten yoksun kalırlar. Mal ile böylesine meşgul olmak, kişiyi Allah’ı anmaktan alıkoyacak şekilde oyalar. Kalpleri büsbütün mala bağlanır; mal, arzu ve isteklerinin en üst gayesi, ilgilerini üzerinde topladıkları amaçlarının odak noktası hâline gelir, böylece hayatlarında ahirete ilişkin hiçbir şeye yer vermezler. Dünyevî hazlarla oyalanırken, mal ve evlat ile aşırı şekilde meşgul olurken akıbetlerinin ne olacağını düşünmezler. Allah’u Teâlâ başka bir sure-i celilede “Allah’a ortak koşmadan hâlis olarak O’nu birleyenler olun. Kim Allah’a ortak koşarsa o, sanki gökten düşmüş de kendisini kuş kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir” diyor. (Hac, 31)

Sonuç olarak… Modernizmin hayata getirdiği kolaylıklar, hatta bazılarının dine alternatif olarak gördüğü bilim ve teknolojik gelişmeler, insanlara aradıkları mutluluk ve huzuru nihâî olarak, tam manasıyla getirememiştir. Dünyadaki gelişme ve ilerlemeler hangi düzeye ulaşırsa ulaşsın, bunlar insanı hiçbir zaman Allah’a ihtiyaç duymayacak bir konuma getirememiştir. Çünkü Allah (cc)’a duyulan ihtiyaç, dünyadaki gelişmelerden bağımsız bir olgudur ve hiçbir şey bu ihtiyacın alternatifi değildir. Bu yüzdendir ki, dünyanın en geniş imkânlarına sahip olmasına rağmen, Allah ile bağını kopardığı için tam olarak (içsel) gönül dünyası huzuru elde edebilenler görülmemiştir. 

Dinden uzaklaşmak, Allah (cc) ile bağları koparmak, insanların genel ruh sağlığını olumsuz etkilediği gibi, herhangi bir sebeple ruh sağlığı bozulanların da iyileşmelerini güçleştirmiştir. Beşerî gözlem ve araştırmalara dayalı veriler, bu tezi doğrular niteliktedir. Dinin İlâhî kaynaklı referansı olan Kur’ân ayetleri de, imandan yoksunluğun, iç huzuru ve kalbî rahatlıktan yoksunluğu beraberinde getirdiğini vurgulamaktadır. İnsanlar, inançlarının sağlıklı ve tutarlı olması oranında dinin sunduğu sağlığını bozacak kaygı ve endişelerden uzak kalmayı başarabilirler. Allah (cc)’tan uzaklaştıkları ve bu uzaklığın artması/ derinleşmesi oranında da bunalımlara, manevî kriz ve elemlere maruz kalırlar. İnkârcılığın sonucunun/ meyvesinin bunalım, kaygı, sıkıntı olacağı, İlâhî yasa tarafından tayin edilmiştir. Yüce Allah, Kendi’sinden yüz çevirenlere, bunun bedelini, daha dünyadayken manevî elem olarak tattıracağını vaat etmiştir. Kur’ân öğretilerine göre, inkârcılığın sonucu her zaman mutsuzluk ve huzursuzluk, manevî kriz ve bunalım seklinde ortaya çıkacaktır. Bu gelişmeler, insana büyük maddî imkânlar ve kolaylılar sağlayacaktır. Ama bütün bunlar, insanın manevî doyum ihtiyacının karşılığı olamamaktadır. Aslında her çağa göre, o çağın maddî imkânlarından azami derecede yararlanan insanlar çıkmıştır. Fakat bu maddî yararlanma, manevî açlık ihtiyacını gidermede hiçbir işe yaramamıştır. Aksine sadece ve daha çok maddeyle ilişki içerisinde olmak, manevî krizi ve açlığı daha çok artırmış, bunalım ve sıkıntıları derinleştirmiştir, denilebilir. Nitekim Kur’ân, kendilerine ihtiyaç duydukları her türlü imkân verildiği hâlde, inkârın sıktığı, bunalttığı insanların tasvirlerine yer verir.

Söz Kur’ân’ın

Kur’ân’dan indirdiğimiz şeyler, mü’minler için şifadır, rahmettir. Zalimlerin ise yalnızca hüsranını arttırır. Biz Kur’ân’dan peyderpey onu indiriyoruz ki (herbiri) mü’minler için şifâ ve rahmetdir o. Zaalimlerin ise o, (maddî ve ma’nevî) ziyanından başkasını artırmaz.”(İsrâ, 82)  

Önemli not: Ayette Kur’ân’ın “zalimlerin de sadece ziyanını arttıracağı” ifade edilmektedir. Buradaki zalimlerden maksat, kör bir inat ve şuursuzlukla İslâm ve onun içerdiği hakikatleri reddederek bunun yerine başta şirk olmak üzere yalan ve düzmecelerden ibaret olan bâtıl inançları koyanlar, bunlara inanan putperestler ve benzerleridir. Bunlar için Kur’ân’ın şifa ve rahmet kaynağı olması şöyle dursun, onlar Kur’ân’ın beyanlarına rağmen sapkın inanç ve davranışlarında direnmeleri sebebiyle mânevî yönden kendi zararlarını daha da çoğaltırlar. Vesselâm…

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar