SON DAKİKA
Reklam
Sertif PARLAK

Tüm yönleriyle Kerbelâ

Tüm yönleriyle Kerbelâ
A- A+
Reklam

10 Muharrem 61 (10 Ekim 680)’de Kerbelâ’da neler oldu? Gönül sızlatan bu elim olayı doğru anlayabilmek için, “Kerbelâ olayı hangi sebeplerle doğdu? Hz. Hüseyin Kûfe’ye niçin gitti, başına bu sıkıntılar neden geldi? Medine’de ya da Mekke’de kalamaz mıydı?”gibi soruları cevaplandırmak gerekir. 

 

Hz. Hüseyin, takva sahibi bir insandı. Kur’ân’dan haz alan, âyetlerin derin anlamları üzerinde düşünen, zühd ü takvasıyla tanınan ve Allah’ı zikretmeyi seven bir mümindi. Dedesinden öğrendiği hadisleri, dedesinin efalini, akvalini (davranışlarını ve sözlerini) insanlara aktarmada örneklik teşkil ediyordu. Hz. Hüseyin ehlibeytin en gözdelerinden, Peygamber Efendimiz’in “dünyadaki reyhanlarımdan, çiçeklerimden” dediği, “cennet gençlerinin seyyidi-beyefendisi” diye niteleyip müjdelediği mümtaz bir şahsiyetti… Sevgili Peygamberimiz’in gözbebeğiydi; öpüp kokladığı, dizine oturtup “ehlibeytimizden” dediği, ağabeyi Hasan, babası Ali, annesi Fâtıma ile birlikte Cenab-ı Hakk’ın kendilerini “günahlardan arındırıp tertemiz kılmak istediği (Ahzâb, 33), Ehl-i Kisâ ve Hamse-i Âl-i Abâ”dan bir candı. 

 

Hz. Hüseyin, Muâviye’yi hilâfete layık görmüyordu

 

Allâmelerden olan ve konunun künhüne vakıf olanların ortak kanaati şu istikamettedir: Kişiliği savaşmaya müsait olmayan, özellikle Kûfelilerden oluşan taraftarlarına güvenmeyen ve muhtemelen Muâviye ile baş edemeyeceğini anlayan Hz. Hasan, Hicrî 41 yılında bazı taraftarlarının muhalefetine rağmen, hilâfeti Muâviye’ye devretmiş ve ardından da Medîne’ye gidip oraya yerleşmiştir. Hz. Hüseyin, iktidarın Muâviye’ye teslim edilmesini tasvip etmemiş ve buna şiddetle karşı çıkmıştır. Ancak daha sonra, Hz. Hasan’ın uzun süren ikna çabaları neticesinde Hz. Hüseyin istemeyerek de olsa Muâviye’ye biat etmiştir. Görüldüğü gibi Hz. Hüseyin’in Muâviye’ye biatı, Hz. Hasan’ın devreye girmesiyle gerçekleşmiştir. Rivâyete göre iktidar devrine karşı çıkmak isteyen Hz. Hüseyin’e, Hz. Hasan şöyle demiştir: “Yemin olsun ki seni bir eve kapatmak isterdim ki, Şamlılarla bu işi (hilâfeti teslim etme) hallettikten sonra seni bırakayım.” Sonuçta Hz. Hüseyin, Muaviye’ye biat etmiştir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken, Hz. Hüseyin’in, iktidarın Muâviye’ye verilmesini ilke olarak doğru bulmamış ve buna karşı çıkmış olmasıdır. Bir anlamda o, mevcut şartları dikkate alarak gönülsüz bir şekilde Muâviye’ye biat etmek durumunda kalmıştır. 

 

Hz. Hüseyin’in Muaviye’ye biat etmek istemeyişinin kanaatimizce iki önemli sebebi vardı: Birincisi, Hz. Hüseyin’in, iktidarın Muâviye’ye teslim edilmesini, hilâfet için Muâviye ile mücadele eden ancak öldürülen babası Hz. Ali’nin hatırasıyla bağdaştırmaması; ikincisi ise Hz. Hüseyin’in Muâviye’yi hilâfete layık görmemiş olmasıdır. Hz. Hüseyin’in gerek Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali’nin safında yer almış olması, gerek Hz. Ali’nin vefatından sonra Muâviye karşıtı olan Hz. Hasan’a biat etmesi ve gerekse daha sonra hilafetin Muâviye’ye verilmesini eleştirmesi, onun siyasî görüş olarak Emevî iktidarı karşıtı olduğu anlamına gelmektedir. Ancak o, muhtemelen mevcut siyasî-sosyal güç dengelerini dikkate alarak ve biraz da ağabeyi olan Hasan’ın baskıları sonucunda dönemin çoğu Müslüman’ının yaptığı gibi o da Muâviye’ye biat etmiştir. Başka bir ifadeyle Hz. Hüseyin ve onun gibi düşünenler, bir anlamda Muâviye’ye teslim olmak durumunda kalmış ve ona isteksiz bir şekilde biat etmişlerdir.

 

Muâviye’nin iktidarı döneminde, yönetim ile Hz. Hüseyin arasında herhangi bir çatışma yaşanmamışsa da, Hz. Hüseyin ile Muâviye arasında samimiyete dayalı bir ilişkiden bahsetmek de pek mümkün değildir. Hz. Hüseyin ile dönemin siyasal erki arasında asıl ihtilafın yaşanması, tüm çabalara rağmen Hüseyin’in Muaviye’nin oğlu olan Yezîd’e biat etmeyi reddetmesiyle kendini göstermiştir. Hz. Hüseyin, Muâviye’nin belki de en önemli projelerinden biri olan Yezîd’i hilafete getirme isteğine karşı, Yezîd’e biat etmemek sûretiyle muhalif bir duruş ortaya koymuştur. Bu gelişme ise, hicrî 56 yılında olmuştur. Kısacası Hz. Hüseyin, Muâviye yaşadığı sürece tüm baskılara rağmen Yezîd’e biat etmemiştir. Hz. Hüseyin’in Yezîd’e biat etmemesi ise, o dönemin şartlarına göre önemli bir başkaldırı ya da iktidar karşıtı tavır olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla Muâviye döneminde iktidar ile Hz. Hüseyin arasındaki en ciddi problem, başka bir ifade ile mezkûr dönemde yönetim ile Hz. Hüseyin’i karşı karşıya getiren en önemli gelişme ya da sebep, Hz. Hüseyin’in Yezîd’e biat etmemiş olmasıdır diyebiliriz. 

 

Hz. Hüseyin’in tüm baskılara rağmen Yezîd’e biat etmek istemeyişinin kanaatimizce üç önemli nedeni vardı: Birincisi, Hz. Hüseyin’in, Muâviye’nin ikame etmeye çalıştığı ancak İslâm’ın yönetim anlayışı ve Dört Halife Dönemi uygulamalarıyla örtüşmeyen veliahtlık/ saltanat sistemine karşı oluşu; ikincisi, düşünce, söz ve fiilleriyle hilafet makamına uygun olmadığına inandığı bir kişilik olan Yezîd’e biat etmek istemeyişi;  üçüncüsü ise, onun Yezîd’e biat etmeyi kendi misyonuyla bağdaştırmaması ve topluma kötü örnek olmak istemeyişi idi.

 

 

 

Kerbelâ Olayı, asılsız rivayet ve yorumlardan arındırılarak doğru bilgiler ışığında değerlendirilmeli ve bu olaydan günümüze dair sağlıklı mesajlar çıkartılmalıdır.

 

 

Hz. Hüseyin’in Yezîd’e biat etmeyişi ve Kûfe’ye gidiş nedenleri 

 

Hz. Hüseyin’nin Mekke’den Kûfe’ye gitmesinin nedeni ise şüphesiz dinî-siyâsî idi.  Zira o, mevcut yönetimi haramı helâl, helâli haram sayan, feylerin dağıtımı konusunda âdil davranmayan, fesadı yayan ve hadleri uygulamayan din dışı bir yapı olarak nitelendirmiş ve Emevî yönetimini açıkça eleştirmiştir. Hz. Hüseyin, mevcut siyasal yapıyı eleştirmekle kalmamış, o, söz konusu yönetime karşı mücadele için de Basra ve Kûfe şehirlerine kendisini desteklemeleri için mektuplar göndermiştir. Hz. Hüseyin, gönderdiği mektuplarda öncelikle kendisine biat edilmesini istemiştir. O, gönderdiği mektuplarda, Kur’ân ve Sünnet’e dayalı bir yönetim kurmak istediğini, Ehl-i Beyt mensubu olarak kendisinin hilâfete daha lâyık olduğunu ve zulmü esas alan kişi ve kişilere karşı (dönemin yöneticilerini kastediyor) sözlü-fiilî mücadele etmenin dinî bir gereklilik/ sorumluluk olduğunu açıkça belirtmiştir. Dolayısıyla Hz. Hüseyin, mektuplarında, Müslüman toplumdaki kötü gidişata işaret etmiş, bunun müsebbibi olarak Emevî yönetimini göstermiş ve bu durumun önüne geçmek için halktan destek istemiştir. 

 

Kerbela hadisesi sürecinde siyasî-sosyal bütün şartların Hz. Hüseyin’in aleyhinde olduğu muhakkaktır. En azından bu dönemde Hz. Hüseyin’in iktidarı ele geçirmesinin ya da iktidara karşı galip gelmesinin oldukça zor olduğu görülmektedir. Bu durumu dikkate alan bazı tarihçiler, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ çıkışını zamanlama ve yöntem açısından doğru bulmazlar. Başka bir ifadeyle Hz. Hüseyin’in tedbirsiz davrandığı ve kendisini bile bile tehlikeye attığını düşünürler. Tüm şartların Hz. Hüseyin’in aleyhinde olduğu bir dönemde onun isyana kalkışmasının doğru olmadığı düşünülebilir. Ancak şunu da düşünülmesi gerektiği kanaatindeyiz: O dönemde Hz. Hüseyin, Yezîd’e biat etmekle ölüm arasında bir tercihe zorlanmıştır. Öyle görünüyor ki, Hz. Hüseyin biat etmeseydi yine öldürülecekti. Ya da ona her türlü baskı uygulanacaktı. Dolayısıyla Hz. Hüseyin, belki de kendisine yaptırılacak olanı bizzat kendisi yapmak durumunda kalmıştır. Kanaatimizce uyarılmasına ve kendisini bekleyen belirsizlikleri bilmesine rağmen Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gitmesinin en önemli nedeni, onun İslâm dünyasının kötü gidişatını durdurmak ve bunu da Kûfelilerle işbirliği yapıp iktidarı ele geçirmek sûretiyle gerçekleştirmek istemesi olmuştur. Ayrıca Kûfelilerin Hz. Hüseyin’e çok sayıda davet mektubu göndermeleri, mektuplarda kendilerinin Hz. Hüseyin’i bir kurtarıcı olarak beklediklerini belirtilmeleri ve Kûfe’de genelde Ehl-i Beyt taraftarlarının oturması gibi nedenler de Hz. Hüseyin’in hem hurûca sıcak bakmasında hem de yer olarak Kûfe’yi seçmesinde etkili olmuştur.

 

Hz. Hüseyin’in Yezîd’e biat etmeyişi ve Kûfe’ye gidiş sebepleri bağlamında şu değerlendirmeyi yapmak mümkündür: Hz. Hüseyin’i Kerbelâ isyanına götüren sebep ve sürecin doğru bir şekilde anlaşılması ve yorumlanması için, onun Yezîd hakkında neler düşündüğüne ve Kerbelâ yolculuğuna çıkmadan önce, hurûcuna ilişkin dile getirdiği gerekçelerin yanı sıra, kendi taraftarlarına yaptığı vaatlere bakmak gerekmektedir. Zira Hz. Hüseyin’in Yezid’e ilişkin düşünceleri ve taraftarlarına gönderdiği davet mektuplarının içeriği, onun zikredilen isyanı başlatmasının asıl sebeplerini ihtiva etmektedir diye düşünüyoruz. Hz. Hüseyin’in mevcut siyasal yönetimle karşı karşıya gelmesinin ve Kerbelâ isyanına girişmesinin belki de en önemli nedeni, onun Yezîd’e biat etmemesi olmuştur. Çünkü Hz. Hüseyin’e göre Yezîd, sahip olduğu düşünce, yaşantı ve kişilik olarak hilâfete layık biri değildi. Aynı zamanda Yezîd için halktan zorla biat alınması ve onun iktidara getiriliş biçimi de dinî açıdan doğru değildi. Hz. Hüseyin, zikredilen sebeplerle Yezîd’e biat etmeyince, bu, onun takip edilmesini ve baskılara maruz kalmasını beraberinde getirmiştir. Söz konusu baskıya dayanamayan Hz. Hüseyin ise, Kûfe’ye gidip taraftarlarıyla birlikte yönetimi ele geçirmeye karar vermiştir. Hz. Hüseyin, isyan etmeden önce Emevî yönetimini ve icraatlarını açıkça din dışı olarak nitelendirmiş ve eleştirmiştir. Ona göre mevcut iktidar, helâl-haram, adalet ve had uygulaması gibi konularda dine aykırı hareket etmiştir. Hz. Hüseyin’in bu suçlaması ya da iddiası dikkate alındığında, onun din dışı gördüğü bir siyasal yapıyı dinî gerekçelerle eleştirdiği ve ona karşı dinî saiklerle mücadele verdiği söylenebilir. Bu bağlamda diyebiliriz ki, Hz. Hüseyin’in mücadelesi ve bunun bir sonucu olarak Kerbelâ’ya yürüyüşü, yönetimin dine aykırılık teşkil eden yapısı ve icraatlarına karşı bir karşı koyuş idi. 

 

Hz. Hüseyin’in fikirlerine ilişkin bize ipucu veren diğer bir bilgi ise, onun isyan sürecinde taraftarlarına olan vaadi idi. O, kendisine biat edenlere Kur’ân ve Sünnet’e dayalı bir yönetim kurmayı vaad etmiştir. Bu ise, Hz. Hüseyin’in herhangi bir siyasî-sosyal ya da ekonomik amaç için değil de, din temelinde yapılandırılan ve işleyen bir idare kurmak için çalıştığını göstermektedir. Hz. Hüseyin’in fikirleri ve duruşu dikkatle incelendiğinde, onun olup bitenler karşısında duyarlı hareket eden bir mümin olduğu anlaşılmaktadır. Sorumluluk sahibi olan Hz. Hüseyin, haksızlığı/ zulmü esas alanlara karşı sözlü ya da fiilî mücadele verilmesi gerektiğini dinî bir zorunluluk olarak görmüştür. O, bu düşüncesinin gereği olarak, çevresini bilinçlendirme ve onları doğruya yönlendirmenin gayreti içerisinde olmaya çalışmıştır. Bu durum ise, Hz. Hüseyin’i seven/ sevdiğini iddia eden ve onu örnek almaya çalışanların, tüm haksızlıklara karşı çıkmaları ve doğrularla beraber hareket etmeleri gerektiğinin zorunluluğuna işaret etmektedir.

 

 

 

Tarihte yaşanmış olayları değerlendirmekten kaçınmak, geçmişe saygıyı güçlendirmekten çok tarihe güvensizliği artırmaktadır. Bu konuda yapılmış ve yapılacak iyi niyetli bilimsel çalışmalar, tarihte yaşanmış acı olayları kaşıma değil, tarihe olan saygının ve geçmişi doğru okuyarak gelecekte daha az hata yapma idealinin bir gereğidir.

 

 

Bu tarihî hadiseyi sağlıklı bir şekilde öğrenmek ve ondan ders çıkarmak gerekiyor

 

Kerbelâ hadisesinin mevsûkiyeti konusunda Müslümanlar arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Dolayısıyla Kerbelâ’nın yaşanmadığını söylemek ya da onu tartışmaktan korkmak doğru bir yaklaşım değildir. 

 

Aynı şekilde Kerbelâ’yı tarih üstü göstermek ve onu mitleştirmek, başta insanların tarih ilminden soğumalarını ve Hz. Hüseyin’i yanlış anlamaları gibi olumsuz bir durumu beraberinde getirebilir. 

 

Kerbelâ ile ilgili yapılması gereken, bu tarihî hadiseyi sağlıklı bir şekilde öğrenmek ve ondan ders çıkarmaktır. Günümüzde yapıldığı gibi, Hz. Hüseyin’in merkezinde bulunduğu Kerbelâ olayını bir kesimle özdeşleştirmek ve Kerbelâ üzerinden farklı mezhep mensuplarını ötekileştirmek, İslâm dini tarihî verilerle çelişmektedir. Çünkü Kerbelâ’nın yaşandığı dönemde, bugün Kerbelâ’yı tekellerine almaya çalışan Şia-Alevilik ve Kerbelâ üzerinden dışlanmaya çalışılan Sünnilik gibi kavram ve oluşumlar henüz yoktu. Ayrıca Hz. Hüseyin sadece belli bir kabile, mezhep ya da siyasî oluşum adına ya da bu yapılar için mücadele etmemiştir. Dolayısıyla Hz. Hüseyin’i belli bir kesimle özdeşleştirmek, Hz. Hüseyin sevgisi ve mesajıyla da örtüşmemektedir diye düşünüyoruz. 

 

Kerbelâ etkinliklerini Müslümanların ayrışması için değil, birlikteliklerinin sağlanması için bir vesile ve imkân olarak değerlendirmeliyiz. Hâl böyle iken, bir kesimin kendilerini Hz. Hüseyin’in temsilcisi olarak addedip, kedilerinden olmayanları Yezîd yanlısı olarak görmeleri hem tarihî gerçekler hem de Hz. Hüseyin’in mesajıyla örtüşmemektedir. Bu bağlamda Yezîd’i sevmeyen ve tarih boyunca çocuklarına Yezîd ismini hiç koymamış olan Sünni kesimi Yezîd yanlısı olarak nitelendirmek, hem bilimsel hem de ahlâkî bir tutum değildir. Hz. Hüseyin, söz ve davranışlarıyla model bir Müslüman olmaya çalışmıştır. O, toplumun kötü gidişatını durdurmak ve iktidarın müsebbibi olduğu yanlış icraatlara engel olmak için Kerbelâ’ya yürümüştür. Başka bir ifade ile Hz. Hüseyin, hayatını, doğruları söyleme/ yaşatma ve yanlışlıklara karşı koyma ilkesi doğrultusunda yaşamaya çalışmıştır. Kerbelâ’yı anma etkinlikleri vesilesiyle Hz. Hüseyin ve bu arada Ehl-i Beyt’in hatırlatılması, gündemde tutulması ve sevilmesini sağlamak, şüphesiz sevindirici bir durumdur. Aynı şekilde Emevî yönetiminin Kerbelâ politikasını eleştirmek, bu politika üzerinden tüm Müslümanları zulme karşı koymaya davet etmek ve haksızlığa karşı koymada ortak bir şuurun oluşmasına katkıda bulunmak, Müslümanlar açısından oldukça önemlidir. 

 

Ancak Kerbelâ ile bağlantılı olarak Muharrem ayında İslâm’ın meşru görmediği birtakım faaliyetlerde bulunmamak, Kerbelâ etkinlikleri çerçevesinde Hz. Hüseyin’i mitleştirmeye çalışmak, sinelere kırbaç vurmak, böylece şiddeti hatırlatmak ve bunu bir kültür haline getirmeye çalışmak, doğru bir düşünce/tutum değildir. Yine Kerbelâ’yı birtakım merasimlerle dondurmak ve içi boş şekillerle sınırlandırmak kanaatimizce Hz. Hüseyin’in ülküsüne/ dava şuuruna gölge düşürmekle kalmayıp, Kerbelâ mesajına zarar vermektedir. Kısacası Hz. Hüseyin, sevenlerinden, kendisinin anılmasını değil, anlaşılması ve örnek alınmasını istemektedir.

 

“Kerbelâ Olayı”ndan çıkartılabilecek dersler

 

1. Tarihte yaşanmış olayları değerlendirmekten kaçınmak, geçmişe saygıyı güçlendirmekten çok tarihe güvensizliği artırmaktadır. Bu konuda yapılmış ve yapılacak iyi niyetli bilimsel çalışmalar, tarihte yaşanmış acı olayları kaşıma değil, tarihe olan saygının ve geçmişi doğru okuyarak gelecekte daha az hata yapma idealinin bir gereğidir. 

 

2. Kerbelâ Olayı, Müslümanları ayrıştıran bir unsur değil, Şiî/Alevî-Sünnî herkesi Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt sevgisinde buluşturan ortak bir matemin adıdır. Öyleyse geçmişe takılıp kalmadan Kur’ân, Sünnet ve Ehl-i Beyt çizgisinde birleşip bütünleşmek gerekir. 

 

3. Siyaset, toplum idaresi için bir araç olmaktan çıkıp çeşitli alanlarda çıkar sağlamaya yönelik bir amaç haline dönüştüğünde kişisel çıkarlar ahlâk kurallarına, adalet duygusuna ve hukukun üstünlüğü ilkesine tercih edilebilmektedir. Yezid ve onun adına iş yapanların siyaset hırsı bunun açık bir göstergesidir. 

 

4. Siyâsî konularda karar alırken istişare etmek çok önemlidir. Ancak istişareyi, Muaviye’nin yaptığı gibi önceden verilmiş kararı başkalarına onaylatma şeklinde uygulamanın, problem çözmekten çok yeni problemlerin ortaya çıkmasına neden olacağı bilinmelidir. 

 

5. Siyâsî bir özellik taşıyan Kerbelâ Olayı, dinselleştirilmeden soğukkanlılıkla değerlendirilmeli, bu olayı anmaya ve anlamaya yönelik programlar Alevî ve Sünnî gruplar tarafından ortaklaşa düzenlenmelidir. 

 

6. Şiî/Alevî ve Sünnî gruplar birbirini geçmişten beri süregelen söylenti ve önyargıyla değil, olduğu gibi tanımaya çalışmalıdır. 

 

7. İslâm dünyasında Şiî/Alevî ve Sünnî kesimi arasında karşılıklı iletişim ve işbirliği güçlendirilmeli, düşünce ve yaşantı farklılığı hoşgörüyle karşılanarak birlik ve kardeşlik duygusu korunmalıdır. 

 

8. Henüz Orta Asya Türk kavimleri Müslüman değilken gerçekleşen ve bütün Müslümanları üzen Kerbelâ faciasının hesabını bugün görmeye kalkışmanın ve bu olayın gerçekleşmesinde asla sorumluluğu bulunmayan günümüz insanlarını suçluymuş gibi göstermenin kardeşlik duygusunu zedelediği bilinmelidir. 

 

9. Yeni nesil, tarihsel olaylardan beslenen şiddet ve nefret kültüründen uzak, birlik ve kardeşlik duygusuyla yetişmelidir. Bu konuda görev, başta anne babalara, öğretmenlere ve topluma düşmektedir. 

 

10. Ağıt yakıp gözyaşı dökerek acısını paylaştığımız, çocuklarımıza ismini vermekten gurur duyduğumuz Hz. Hüseyin’in uğruna canını feda ettiği dinî ve ahlâkî değerleri ne ölçüde anlayıp yaşadığımızı sorgulamamız gerekir. 

 

11. Kerbelâ Olayı, asılsız rivayet ve yorumlardan arındırılarak doğru bilgiler ışığında değerlendirilmeli ve bu olaydan günümüze dair sağlıklı mesajlar çıkartılmalıdır. 

 

Kerbelâ’yı anma etkinlikleri vesilesiyle Hz. Hüseyin ve bu arada Ehl-i Beyt’in hatırlatılması, gündemde tutulması ve sevilmesini sağlamak, şüphesiz sevindirici bir durumdur. Aynı şekilde Emevî yönetiminin Kerbelâ politikasını eleştirmek, bu politika üzerinden tüm Müslümanları zulme karşı koymaya davet etmek ve haksızlığa karşı koymada ortak bir şuurun oluşmasına katkıda bulunmak, Müslümanlar açısından oldukça önemlidir. 

 

Ancak Kerbelâ ile bağlantılı olarak Muharrem ayında İslâm’ın meşru görmediği birtakım faaliyetlerde bulunmamak, Kerbelâ etkinlikleri çerçevesinde Hz. Hüseyin’i mitleştirmeye çalışmak, sinelere kırbaç vurmak, böylece şiddeti hatırlatmak ve bunu bir kültür haline getirmeye çalışmak, doğru bir düşünce/tutum değildir. Yine Kerbelâ’yı birtakım merasimlerle dondurmak ve içi boş şekillerle sınırlandırmak kanaatimizce Hz. Hüseyin’in ülküsüne zarar vermektedir.

 

Kısacası Hz. Hüseyin, sevenlerinden, kendisinin anılmasını değil, anlaşılması ve örnek alınmasını anlatılmalıdır. 

 

Bu olay, İslâm dünyasında Şia ile Ehl-i Sünnet mensuplarının, ülkemizde de Alevîlerle Sünnîlerin birbirine karşı düşünce ve tavırlarında etkili olmaya devam etmektedir. Amacımız, tarihte yaşanan acı bir olayı kaşımak değil, bu olaydan ibret alarak günümüz Müslümanlarının tefrikadan uzak durup birlik ve beraberlik içerisinde bir hayat sürmesinin önemini vurgulamaktır. 

 

Son söz 

 

Allah (cc) buyuruyor ki: “Ey Müminler! Kendilerine açık deliller ve ayetler geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.”(Al-i İmran, 105) 

 

“Dinlerini parça parça eden ve fırkalara ayrılan müşriklerden olmayın. Onlardan her bir grup, kendi sahip olduğuyla övünür.” (Rûm, 31-32) 

 

“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşersiniz de kuvvetiniz dağılır...” (Enfal, 46)

 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar