SON DAKİKA
Reklam
Sertif PARLAK

Kamu Yönetiminde Liyakat ve Adalet Olmazsa Düzen Çöker

A- A+

Kamu yönetiminde adalet ve liyakat ilkelerinin ihlali, hem toplum düzenini hem de devletin geleceğini tehdit ediyor. Kur’ân’da “emanetlerin ehline verilmesi” emri anayasal bir ilke olarak vurgulanırken, bu ilkenin çiğnenmesi milletin güvenini sarsıyor ve zulme kapı aralıyor.

HALKIN, diğer bir ifade ile “amme” nitelikteki hizmetlerin sunulmasında, Devlet’in en büyük ve en önemli teşkilat yapısını oluşturan kamu yönetiminin -Devlet’in resmî daireleri, bilhassa belediyeler- etkin ve verimli bir şekilde işlemesi hem vatandaşın ihtiyaçlarının giderilmesinde hem de genel manada devletin sunmuş olduğu hizmetlerde başarı oranının yükselmesinde oldukça etkilidir. 

 

Kamu yönetiminin, seçilmiş olanların varlık nedenleri doğrultusunda faaliyet göstermeleri ve kendilerinden beklenen ve hedeflenen menzile, amaçlara ulaşabilmeleri gerekmektedir. Kamu yönetiminin amacı doğrultusunda faaliyet göstermeleri, onların mümkün mertebe problemsiz bir şekilde işlemesi ile yakından ilişkilidir. Problemsiz ve başarılı bir yönetim için ise adalet ve liyakat kavramları önem kazanmaktadır. 

 

Genel anlamda her insana hak ettiğinin verilmesini ifade eden adalet, herkesin yeteneklerine uygun olan işle meşgul olmasını ifade eden liyakati gerekli kılmaktadır. Adaletin en güzel tezahürlerinden biri olan liyakatin kamu yönetiminde uygulanması, kamu yönetiminin en önemli unsuru olan “insan” unsurundan verim elde edilmesini ve yönetimin başarılı olmasını sağlamaktadır. Bu cümleden olmak üzere konunun inancımız açısından ahvâline bakmak lazım. Bu konuda rehberimiz Kur’ân ve Sunnetullah ne diyor?

 

Allah katında sorumluluk için ehliyet şarttır

 

Hz. Peygamber (sas) ve ashabının ihtimam gösterdiği ehliyet prensibine sonraki dönemlerde yeterince ehemmiyet verilmediği anlaşılmaktadır. Bu prensibe riayet edildiğinde toplumda refah ve memnuniyet artarken, önemsenmediği dönemlerde liyakatsiz görevlilerin hoşnutsuzluğa yol açan hatalar yaptıkları bir gerçektir. Bu sebeple göreve getirilecek kişilerin hakkaniyet ve adalet ölçülerini esas alan objektif kriterlerle belirlenmesi önemlidir. 

 

Dinî bir kavram olarak ehliyet, kişinin sorumluluk üstlenme ve haklarını kullanma yetkinliğini ifade eder. Örneğin dinî sorumluluk, o sorumluluğu üstlenebilecek yeterliliğe sahip olmayı gerektirir. Ehliyet, kişiye yetki vermeyi sağladığı gibi onun dinî ve hukukî mesuliyeti yerine getirebilecek vasıflara sahip olduğunu da göstermektedir. Bir kişinin ibadetle mükellef tutulmasından evlilik ve ticarete varıncaya kadar her türlü sosyal, ekonomik ve hukukî sorumluluğu için ehliyet aranır. Yüce Allah insanı sorumluluk üstlenmeye uygun, yani ehliyet sahibi olarak yarattığını şu şekilde bildirir: 

 

“Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demişti. Onlar da, ‘Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)’ demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir.” (A‘râf, 172) 

 

Allah katında sorumluluk için ehliyet şarttır. Böylece insanın ameli, Allah’a (cc) karşı sorumluluğunun bir neticesi olarak hesaba tabi olacaktır: “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız.”(İsrâ, 13) 

 

Kullukta olduğu gibi insanın toplumdaki sorumlulukları da ehliyet kavramı çerçevesinde değerlendirilir. Yasalar karşısındaki mesuliyeti açısından pozisyonunu ehliyet belirler, belirlemelidir. Allah (cc) Elçisi’nin tebliğ ettiği din, kulun davranışlarının hem dünyada karşılığının olacağını hem de ahirette hesaplarının verileceği prensibi çerçevesinde bir ahlâk sistemi oluşturmuştur. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: 

 

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisâ, 58)

 

Emanetlerin yerine getirilmediği, antlaşmaların gözetilmediği toplumlarda anarşi ve anlaşmazlıklar had safhada olur

 

Şimdi de mevki, makam ve sorumluluk tahtındakilerin durumlarının ne olması gerektiğine bakalım…

 

Kur’ân’ı Kerîm buyuruyor: “O mü’minler, kendilerine tevdî edilen her türlü emâneti korur ve verdikleri sözleri tastamam yerine getirirler.” (Mü’minun, 8)

 

Fert ve toplum olarak emanetlerine ve sözlerine bağlı kalırlar. Âlimler, “Emanet, yalnız mal, para ve eşyalara ait bir durum değildir. Bütün şer’î teklifler, Allah’a (cc) ait haklar, kullara ait haklar, vekâletler, velâyetler, memuriyetler de emanetlerdendir. Ahid de, gerek Allah’a (cc) ve Peygambere, gerekse insanlara karşı olan anlaşmaları ve taahhütleri içine alır. Müminler en geniş anlamıyla tüm emanetleri gözetirler ve fıtratlarının bu doğrultudan sapmasına izin vermezler. Onlar anlaşmalarını ve verdikleri sözleri de yerine getirirler. Öncelikle Allah’a verdikleri kulluk sözünü hakkiyle ifa ederler…” şeklinde yorumluyorlar. Devamında, “Allah adına kullara verdikleri sözlerin ifasına da dikkat gösterirler” diyorlar. 

 

Adaletle kavramıyla ma’ruf, ismiyle müsemmâ Hz. Ömer (ra) şöyle der: “Bir kimsenin iyi biri olduğunu anlamak için kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayın. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete riayet ediyor mu, dünya ile meşgul olurken helâl-haram gözetiyor mu, ona bakınız…”

 

Görüldüğü üzere âyet-i kerîme sözü kısa ve tüm emanet ve sözleşmeleri kapsayacak şekilde genel tutmaktadır. Müminleri emanetlerine ve antlaşmalarına bağlı kimseler olarak tasvir etmektedir. Bu onların her zamanki karakter özellikleridir. Sıhhatli bir toplum düzeni oluşturmak için bunlar temel prensiplerdir. Emanetlerin yerine getirilmediği, antlaşmaların gözetilmediği toplumlarda anarşi ve anlaşmazlıklar had safhada olur. Bu temel kaideler, sosyal hayatın temeli olarak görülmediği sürece toplum hayatı doğru ve sağlıklı bir görünüm arz edemez. Bu bakımdan, güven ve huzurun yaygınlaşması için bu ilkelere bağlılık bir zorunluluktur. Son olarak müminlerin ayrılmaz özellikleri olarak tekrar namaza dikkat çekilerek bu güzel vasıflara sahip olan müminlere verilecek mükâfat bildirilir. 

 

Yahudi zulmüne Gazze’nin şahsında şahit oluyoruz

 

Yazımıza başlık olan içimizdeki Yahudi zihniyetli ve Beyt’ül mâle el uzatanların ahvâlini işaret eden Kur’ân’ı Kerîm hükmüne bakalım:

 

“Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, kendisine yüklerle mal ve altın emanet etsen, onu sana eksiksiz geri verir. İçlerinden öylesi de vardır ki kendisine bir dinar para emanet etsen, tepesinde dikilip durmadıkça onu asla geri vermez. Bunun sebebi, ‘Bizim gibi bir kitaba sahip olmayan ümmîlere yaptığımız haksızlık yüzünden bize bir günah yoktur’ demeleridir. Hâlbuki onlar, Allah hakkında bile bile yalan söylemektedirler.” (Âl-i İmrân,75)

 

Müfessirlerin ortak kanaati şöyledir: Rivayete göre Kureyş’ten bir adam, Yahudi âlimlerinden Abdullah b. Selâm’a bin iki yüz okka altını emanet bırakmıştı. Döndüğünde Abdullah onu tam olarak kendisine teslim etti. Bir diğer Kureyşli de yine Yahudilerden Finhâs b. Azûrâ’ya bir dinar emanet bıraktı, o da bu emanete hıyanette bulundu. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Âyet-i kerîmenin ifade buyurduğu gibi özellikle Yahudiler, kendi dinlerinde olmayanların öldürülmesinin ve hangi yolla olursa olsun mallarının alınmasının helâl olduğunu söylüyorlardı. Yine onlar kendi dışındaki insanların onların köleleri olduğunu, dolayısıyla kölelerinin mallarını yemelerinden ötürü kimsenin bir hesap sorma yetkisinin bulunmadığını düşünüyorlardı. Bunun da Tevrat’ta yazılı bir hüküm olduğunu iddia ediyorlardı. Hâlbuki Allah Teâlâ, hiçbir kimseye, hiçbir din veya ırk mensubuna başkalarının haklarını haksız yollarla yeme müsaadesi vermemiştir. Dolayısıyla bu hususta kendilerinin imti­yaz sahibi olduğunu iddia edenler, açıkça yalan söylemiş ve Allah’a (cc) iftira etmiş olurlar. 

 

Bugün beşeriyet olarak yaşadığımız zaman diliminde kuvvetlinin mazlumun hakkını gasp ettiği, âyet-î kerîmede ifadesi bulunan Yahudi zulmüne Gazze’nin şahsında şahit oluyoruz. Yine Yahudi zihniyetli ve içimizdeki haramzâdelerin seçildikleri(!) mevkilerinin gücüyle beytülmalı nasıl payimal/ çalıp çırptıklarını duyuyor ve utanmadan her olanları da pişkinlikle-utanmadan sıkılmadan reddettiklerini duyuyor ve seyrediyoruz. Hayrete mucip olan, bütün bu olanları ter-yüz etmek için medya vasıtasıyla insanlarımızın zihin ve gönül dünyasıyla âdeta alay ediyorlar. Vuk’û bulan hadisatın hal-i pürmelâli ortadadır. Ârife tarif gerekmez…

 

Başka başka isimlerle, süslü sloganlara inat, “Yeni Türkiye Yüzyılı”nda milletimizin inancı iktidarda ve muktedir olmalıdır

 

Çok kere ifade ettiğimiz bu temennimizi tekrarlıyorum… Müslüman milletimizin dua ve temennisi şudur: Türk Devleti’nde iktidarda olanların, devlet denilen “siyasî organizasyon”da hangi görevde bulunurlarsa bulunsunlar, yine kendilerine emanet edilen şerh-i emini olan belediyelerde ve diğer kurumlarda Kur’ân ahkâmını, Risâlatı Rasulüllah’ı rehber edinmeleri zorunludur. Başka başka isimlerle, süslü sloganlara inat, “Yeni Türkiye Yüzyılı”nda milletimizin inancı iktidarda ve muktedir olmalıdır. 

 

Hayatî bir temennimizi de şöyle ifade edelim: Yetkili zevâtın, cazip bilip hak etmedikleri makam-mevki peşinde koşturmamaları gerekir. Hak ile hemhal olanlar için âdil olan durum behemahal hayata geçirilmelidir. Adaletin gerçekleşmesi -âdil uygulayıcılar yanında- kimin neye lâyık, kimin neyi hak ettiği konusunda doğru, hakkaniyete uygun, dengeli bilgi ve ölçülere sahip olmaya bağlıdır. Hukuk kuralları, bağlayıcı mevzuat işte bu bilgi ve ölçüleri vermek için oluşturulur, vazedilir. Hukuk kurallarını, İlâhî irşaddan bağımsız olarak insanlar koyarlarsa -insanların kendilerini aşmaları, beşerî kayıtlardan, cemiyet kültür ve değerlerinden etkilenmemeleri mümkün olmadığı için, hakkaniyet ölçüleri- hak ediş dengeleri bozuk olabilir. Bilgi eksik, ölçü bozuk olunca da -düzen, hukuk ve mahkeme bulunsa bile- adalet gerçekleşmez. İnsanı ve kâinatı yaratan Allah (cc) mîzanı da koymuştur. Mîzan, “maddî ve mânevî alanlarda denge, hakkaniyet ve adalet ölçüsü” demektir. Hukukla ilgili mîzanın aranıp bulunması bakımından vazgeçilemez kaynak, ilgili naslardır (âyet ve hadisler). Âyet ve hadislerin nokta tayini şeklinde açıklamadığı konularda ise fayda (mesâlih), yorum (anlama, beyan), kıyas içtihadlarına ve örfe başvurulacak; bu yoldan, adaleti gerçekleştirecek olan hüküm ve ölçülere ulaşılacaktır. Hüküm ve ölçüler bulunup bilindikten sonra sıra uygulamaya gelir. Uygulamada adaletin bozulmamasının iki teminatı vardır: A) İmana dayalı ahlâk… B) Cemiyetin emanet ve sorumluluk duygusu içinde gerçekleştireceği denetim... Sağlam hukuk kuralları, ahlâk ve kamu denetiminin bulunduğu yerde adaletin gerçekleşmemesi için bir sebep kalmaz. Müfessirlerin bu kıymetli görüşü baştacı ve uyulması gereken bir “anayasa” hükmü olmalıdır.

 

Sonuç olarak… Kur’ân’da yöneten ve yönetilenler arasında en önemli ilkelerden biri de emanetlerin ehline verilmesidir. Bu Kur’ân’ın anayasal bir ilkesidir. Üst norm niteliğindedir. Yöneten ve yönetilenler arasında ikincil ve kapsamlı bir emirdir. Allah emanetleri ehline vermeyi emreder. Bu ilkenin ihlali, anayasal bir ihlaldir. Bu ilkeyi ihlal edenler her ne kadar dindar görünseler de ancak Devlet’e ve millete hıyanetlik ederler. Emanet ehline verilmediği zaman Devlet’in ve insanların kıyameti kopmuştur. Devlet ve vatandaşların geleceği çalınmış, terakkisi engellenmiştir. Devlet ve millete zülüm reva görülmüş olur. Devlet görevleri emanet görevlerdir, emanet görevlerde ise bilgi, tecrübe ve liyakat esastır. Bu emanet görevlerdeki idareye ehil olmayan kişilerin getirilmesi, Devlet’in ve vatandaşların çilesidir. 

 

Duamız ve temennimiz olsun… Son söz Kur’ân’ın: “O mü’minler, kendilerine verilen her türlü emâneti, vazîfeyi dikkatle gözetir ve verdikleri sözleri tastamam yerine getirirler.”(Meâric, 32) Vesselâm…

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar