SON DAKİKA
Reklam

UNUTULAMAYAN SEVGİLİYE MEKTUP

UNUTULAMAYAN SEVGİLİYE MEKTUP
A- A+

Sana, geçen gün sana gönderebilmek için yazdığım mektubu okuyayım.

Unutulamayan Sevgili,

Bu mektubun sana ne zaman, nasıl ulaşacağını bilmiyorum; belki de hiç ulaşmayacak. Yıllardır içimde susturduğum bir ses, sonunda kelimelere dökülmek istedi. Ben de ona engel olmadım ve yazmaya karar verdim.

Aradan tam kırk üç yıl geçti. Zaman ne kadar uzun, değil mi? Ama bazı duygular vardır ki yıllarla solmaz, geçip gitmez; sadece sessizce içimizde yaşamaya devam eder. Seni her gün olduğu gibi bugünde de anmak benim için öyle oldu.

Hayatın seni nereye götürdüğünü bilmiyorum. Belki çok mutlu oldun, belki yorgun… Kim bilir. Yine de bilmeni isterim ki bir zamanlar kalbimde açan o çiçek, hiçbir mevsimde solmadı. Adını anmadan geçen bir günüm olmadı; seni unutamadım.

Sana yazmak istememin sebebi hayatına karışmak değil. Ne geçmişi geri almak ne de bir şeyi değiştirmek arzusundayım. Bunlar zaten şu an için imkânsız. Sadece bir selam göndermek istedim: “Ben hâlâ seni iyi dileklerle anıyorum.” Ve mümkünse, ölmeden, uzaktan da olsa yüzünü bir kez daha görmek…

Biliyorum, bu belki yersiz ya da geç kalmış bir mektup. Belki sen beni çoktan unuttun; belki bambaşka bir hayat yaşıyorsun. Belki bu satırlar seni şaşırtır ya da kızdırır. Ne olursa olsun, saygımla, geçmişe minnetle ve yüreğimde hâlâ var olan o eski sevgiyle yazıyorum.

Eğer bu mektubu okuduysan bil ki sana olan sevgim ne azaldı ne de yok oldu. Hayat bana şunu öğretti: Bazı insanlar sadece kalbimizde yaşar ve orası onlara aittir, yalnızca bir kişiye. Benimki de sana ait.

Dilerim hayat sana güzel davranmıştır. Dilerim beni içten bir tebessümle hatırlarsın.

Selamla, sevgiyle ve hep güzel hatıralarla…

Seni unutamayan biri

 

Evet kırk üç yıl öncesiydi… Şehrin sokakları öğle güneşinin altında bir tablo kadar sessiz ve dingindi. Sararmış kaldırım taşlarının üstüne düşen ışık, bir ressamın fırçasından süzülen altın sarısı boya gibi parlıyordu. Seninle yan yana yürürken yüreğim, o ışığın içinde yeniden doğmuş gibi aydınlanıyordu.

Kolumdaki saatin akrebi inadına hızlı dönüyor; zamanı ben durdurmak istesem de bizi sürükleyip götürüyordu. O an elimde sana uzatmak için bir gül olmasını ne çok isterdim. Yanından geçtiğimiz evlerin bahçelerinde, duvar kenarlarında salkım salkım açmış güller vardı; her birini avuçlarıma toplamak, sonra senin avuçlarına bırakmak istedim, ama yapamadım.

Sen… Mis gibi taze kokun, yeni taranmış ve örülmüş saçlarınla ışıl ışıldın. Gözlerim gökyüzüne yönelmiş kuşlar gibi senden ayrılamıyordu. İçimden taşan bütün güzel sözleri dile getirecek cesareti bulamıyor; yerine yarım, eksik, sıradan cümleler kuruyordum.

Bir an gözlerin bana döndü. O bakışta zaman kısacık bir nefes kadar dondu; yeryüzü sustu, güneş bile artık yakmıyordu. Ama sonra saat yeniden işlemeye, hayat tekrar akıp gitmeye başladı ve kalbimin içinde yıllarca sürecek bir boşluk açtı.

Aradan yıllar geçti. Mevsimler döndü, şehirler değişti, Saçım apak oldu, yüzümdeki çizgiler derinleşti. Ama içimde bir fotoğraf hâlâ taptaze duruyor: senin yeni örülmüş saçların, ellerinin titrek sıcaklığı ve o andan sonraki sessizlik. Nereye gidersem gideyim, ne kadar çalıştıysam, hangi yollara saptıysam o fotoğraf gönlümün gizli bir köşesinde benimleydi. Her sabah bu fotoğrafın kenarından başlayan bir özlemle uyanıyordum.

Şimdi, elimde yalnızca o günlerden kalma hayali bir fotoğraf var. Adını yavaşça mırıldanıyor, o anı yeniden yaşamak istiyorum. Seni düşünürken, seninle geçen günler bir bir dökülüyor aklıma: o sokaklar, seninle yan yana oturup yaptığımız sohbetler, bana yaptığın elmalı pasta… Bir zamanlar kalbimde açan o çiçek, kırk üç yılın ayazına rağmen hiç solmadı.

Geceleri, odamda tek başıma otururken sanki hâlâ o sokaktayım. Birkaç küçük sahne hep geri gelir: Senin ince bir gülümseyişin, gözlerinin kenarındaki küçük gamze, bana anlatmadan yanımdan kaçıp gittiğin o seni son görüşüm… Sonra o günden sonra senin nişanlandığın haberini almam, benim ve senin aranda açılan o mesafe… Bu görüntüler hafızamda birbirine bağlanır, kimi zaman rüyalarıma bile sızar.

Sana hiç yazmadım; sana söyleyemedim, sormadım neden diye. Sen de bana o günden sonra bir şey söylemedin. Hayatın seni hangi kıyıya savurduğunu bilmiyorum. Belki çok mutlu oldun, belki yorgun bir göçmen kuş gibi şehirden şehire kondun. Yine de bilmeni isterim ki her sabah adını anmadan doğmadı güneşim; seni unutmadım.

Bu mektubu sana yazmamın nedeni mektupta da belirttiğim gibi hayatına karışmak değil. Ne geçmişi geri alabilirim ne de kaderi değiştirebilirim. Bu, sadece içimde yıllardır dolaşan bir selamın yolculuğu. Bir gün olur da bir köşede okursan, bil ki bir zamanlar seni sevmiş bir adam hâlâ güzel dileklerle anıyor seni.

Bazen düşünüyorum; belki de sen şimdi bir evinin mutfağında sabah çayını yudumluyorsun, belki bir torununu kucağına almış seviyorsun. Belki de bir ülkenin bir şehrin uzak semtlerinde hâlâ saçlarını örüyorsun. Kim bilir… Olasılıkların hepsi içimde aynı sıcaklıkla duruyor.

Hayat bana öğretti: dediğim gibi bazı insanlar yalnızca kalbimizde yaşar; orası onlara ait, kimsenin el süremediği bir ülkedir. Sen de benim için öylesin. O yer sadece ve sadece sana ait. Ve ben bu satırları yazarken, yıllardır kuruduğunu sandığım bir dere yeniden akmaya başlıyor içimde.

Ve şimdi biliyorum: Belki bir daha hiç karşılaşmayacağız. Ama sen, düşlerimin, hayallerimin arasından yükselen bir güneş gibi hâlâ içimde dolaşıyorsun. Adını anınca içimi bir hüzün kaplıyor, gökyüzü bir anlığına bulutlanıyor...

O gün seninle gezdiğimiz sokağa gittim. Sokak çok değişmişti; en başta sen yoksun, gençliğimiz yok. Bir an için gözlerimi kapattım ve o eski günlere geri döndüm. Yanımda yine sen vardın. Sessiz sesin bir yerlerden duyuldu: bana diyemediğin “Elveda…” Sonra her şey kayboldu ve ben bugüne, bu hasret dolu güne döndüm.

Ben hâlâ bu şehirdeyim. Sokakların arasında yankılanan bir ses gibi seni bekliyorum. Belki senin haberin bile olmadan, her gün o anı yeniden yaşıyorum. Ve biliyorum: bazı bekleyişler bitmez; onlar sadece bir ömrün içine yayılır, bir ömrün hikâyesi olur.

Sende benim ve senin sessizliğinin hikayesiyim. En büyük dileğim seni bir an içinde olsa görmek, güzel yüzünü, güzel sesini duymak ve o mis gibi taze kokunu içime çekebilmek. 

 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

İrfan BAŞARANOĞLU yazıları

Çok okunanlar