SON DAKİKA
Reklam
Sertif PARLAK

Irz ve namusu korumak sadece kadının değil, erkeğin de görevidir

Irz ve namusu korumak sadece kadının değil, erkeğin de görevidir
A- A+

SEZAİ Karakoç, “Örtünüş, İslâm’ın, kadına haysiyetini bağışlayan bir buyruğudur” der. Bu tanım, İslâm’ın temel ahlâkî ilkeleri ve toplumsal huzuru sağlamaya yönelik hükümlerini bize özetlemektedir. Şunu da söylemek gerekir ki, giyinme, insana has bir durum olup yaratılış gereğidir. Kur’ân’daki örtünme emirleri, kadını baskı altına almak, toplumsal hayattan dışlamak ya da değersizleştirmek için değil, kadının haysiyetini korumak, onu metalaşmaktan alıkoymak ve güvenli bir toplumsal ortam inşâ etmek içindir. İslâm’ın kendine has bir örtünme anlayışı ve adabı vardır. İslâm’a göre insan, bedenini sergilemek ve arzu uyandırmak için değil, bilakis bedenini örtmek, arzuları gemlemek ve azaltmak için giyinir. İslâm, şehvetin tahrik edilmediği, cinsel kaosun yaşanmadığı temiz ve dengeli bir toplum kurmayı amaçlar. Sürekli tahrik edilen bireyin doyumsuz şehveti, insanı psikolojik rahatsızlıklara ve cinsel anarşiye sürükleyebilir. 

 

İslâm dininin korumayı amaçladığı beş temel unsur vardır. Bunlar din, akıl, can, mal ve nesil güvenliğidir. Zarurât-ı hamse olarak da ifade edilen bu hususlar, her insanın eşit şekilde sahip olduğu temel haklarıdır. Bu bağlamda örtünme emri, hem nesli koruma hem de toplumsal iffeti sağlama açısından önemlidir.

 

Müslüman kadın, cahiliye devri kadınlarından farklı olarak örtünmek suretiyle kendi onurunu ve iffetini korur. Bu yazıda, Kur’ân’da kadının örtünmesine dair âyetler klasik tefsirler ışığında incelenecek, özellikle Nûr Suresi 31. ayet, Ahzâb Suresi 59. ayet ve Nûr Suresi 60. ayet bağlamında örtünmenin anlamı, sınırları ve hikmetleri değerlendirilecektir. 

 

Gözlerin haramdan sakınması, kalbin korunmasının ilk adımıdır

 

Nûr Suresi 31. ayet: “Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, başka kadınlar, hizmetlerinde bulunan köleleri ve cariyeleri, cinsel arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz!” 

 

Bu ayet, cahiliye döneminin kadına dair yanlış uygulamalarını ortadan kaldırarak mümin kadınları onurlu bir kimliğe kavuşturmayı hedefler. 

 

Ayette geçen emirler birkaç temel ilkeyi içerir…

 

Bakışların korunması: Gözlerin haramdan sakınması, kalbin korunmasının ilk adımıdır. Zira haram bakışlar kalpte fitne doğurabilir. Göz, kalbe açılan kapıdır. “Zira bakmak, zinanın postacısıdır” derler. 

 

Ziynetlerin gizlenmesi: Ziynet kelimesi klasik tefsirlerde hem takılar hem de süs yerleri olarak yorumlanmıştır. Ayette kadınların ziynetlerini teşhir etmemeleri yalnızca mahremleri dışındaki kimseler için geçerlidir. Bu sınır, hem kadının onurunu hem de toplumun genel ahlâkını korumayı amaçlar. Meşakkatin giderilmesi, günlük işlerde ve alışverişte bu uzuvların kullanılma ve açık tutulma gerekliliği; namazda ve hacda bu kısımların açık tutulmasının emredilmesi gibi gerekçelere binaen, Nûr suresinin 31. ayetindeki “Kendiliğinden görünen uzuvlar hariç” ifadesinden kadının iki eli, yüzü ve ayağı gibi uzuvlar anlaşılmıştır. İsabetli olduğunu kabul ettiğimiz bu anlayışa göre kadının iki eli, yüzü ve ayağı tesettürden istisna tutulmuştur. 

 

Başörtüsünün işlevi: Ayet, sadece başın değil, göğüs ve yaka bölgesinin de örtülmesini emreder. Bu, dönemin yaygın giyim tarzlarına yabancılara gösterilmesi câiz olmayan süsleri görmelerinde sakınca bulunmayan hısım akrabanın (bu manada istisna edilenlerin) açıklanmasında: Kadınların iç ziynetlerini gösteremeyeceği erkeklerden, Nûr Suresi 31. ayeti gereği kocası ve yakın akrabası olan erkekler istisnadır. Bu istisnanın illeti ise, yakınlığa bağlı olarak bu erkeklerin mahremi olan bayanlarla sürekli beraber yaşamaları, yanlarına sürekli girip çıkmaları dolayısıyla birbirlerine bakmalarını gerektiren bir zaruretin bulunması ve cinsel fitneden emin olunmasıdır. Bu ayet, örtünmenin yalnızca biçimsel bir giyim değil, aynı zamanda bir ahlâkî duruş, bir bilinç, bir tavır, bir ibadet olduğunu ortaya koyar. Ümmü Seleme (ra) şöyle anlatır: “Bu ayet nazil olduğunda Ensar kadınları üzerlerine siyah elbiseler giyerek öyle bir vakar ve sükûnetle dışarı çıktılar ki, başlarında sanki kuş varmış gibi yürürlerdi.” Bu davranış, kadının toplumsal alanda hem saygı hem de güven içerisinde yer alabilmesinin ancak İslâmî örtünme ile mümkün olabileceğini göstermektedir. Kur’ân’daki örtünme emirleri, kadını değersizleştirmek için değil, toplum içinde haysiyetli bir duruş kazandırmak için gelmiştir. Örtünme, kadının hem kendini hem de toplumu koruma bilincinin bir tezahürüdür. Aynı zamanda, mümin bir kadının Allah’a karşı duyduğu saygının ve bağlılığın da bir göstergesidir. Kadının örtünmesi, onun değerini artırır; dış dünyanın hoyrat bakışlarından korur ve onun izzetiyle, iffetiyle yaşamasına yardım eder. Modern zamanlarda örtünme, çoğu zaman bireysel bir tercih, kimi zaman ise baskı unsuru olarak tartışılsa da İslâm’ın perspektifinden bakıldığında örtünme, hem ibadetin şartı hem de bir ibadettir, kulluk bilinci ve ahlâkî duruştur.

Örtünmenin İslâmî şekli: “Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva elbisesi ise daha hayırlıdır.” (A’râf, 26) İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri de avret yerlerini örtmesidir. Malum olduğu üzere, diğer canlılarda utanma ve belirli yerlerini örtme gibi bir duygu yoktur. Zaten onlardan böyle bir duygu ve davranış beklemek de gerekmez. İnsanda ise bu duygu fıtridir yani doğuştan gelmektedir. Babamız Hz. Âdem’le annemiz Hz. Havva cennette şeytana uyduklarında avret yerleri açıldı, tabiatlarında olan utanma duygusu sebebiyle avret mahallerini yapraklarla örtmeye koyuldular. Kur’ân’da bu durum şöyle ifade ediliyor: “Yasak meyveyi yediklerinde avret yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını üst üste koyarak avret yerlerini örtmeye başladılar.” 

 

Demek oluyor ki örtünme, insanla başlayan bir tutumdur ve bir insanlık imtiyazıdır. Cenâb-ı Hak, yaratıkların en değerlisi olan insanın değerini korumak ve onu diğer varlıklardan ayırt etmek için tesettürü emretmiş, buna dair belli ölçüler koymuştur. 

 

Örtünmeyle ilgili hükümler sadece Kur’ân’da değil, Tevrat ve İncil’de de mevcuttur. İncil’de şöyle denmektedir: “Eğer kadın örtünmüyorsa saçı da kesilsin. Fakat kadının saç kesmesi yahut tıraş olması ayıp ise örtünsün. Kadın, erkeğin izzetidir.” 

 

Avret mahallerini örtmek, insanlara mahsus bir emir olmakla beraber pek az istisna hariç, hayvanlarda bile cinsiyet organlarının tabiî olarak saklandığını görüyoruz. İnsanlara nazaran hayvanların daha tüylü olmaları da bir bakıma tabii örtüye sahip olmalarını ifade eder. İnsan, dünyaya çıplak olarak gelir ve kendisini soğuk ve sıcaktan koruyacak, avret mahallerini örtecek ve ayrıca süslenip güzelleştirecek elbiseler edinme imkânına kavuşur. Baştaki ayette de buna işaret edilmekte, giyinmenin avret mahallerini örtme yanında süslenme yönüne de dikkat çekilmektedir. Ayette ayrıca, “Takva elbisesi daha hayırlıdır” denmektedir. Zira takva, “korunma–sakınma” demektir. Dış elbiseler insanın bedenini avret yerlerini örter. Takva ise insan ruhunu ve ahlâkını her türlü manevî kir ve pisliklerden korur, insana kötülüklere karşı zarar verebilecek her türlü menfiliklere karşı adeta bir zırh olur. Aslolan da bu takva zırhına bürünmektir. Takva zırhından mahrum olanlar kıyafetleri ne olursa olsun manen çıplak sayılırlar. Avret mahallerini örttükleri elbiseleri, taktıkları süs ve ziynetleri; çalım, kibir ve gurur vasıtası yapanlar, her ne kadar bedenlerini örtmüş olsalar bile manevî ayıplarını saklayamazlar. Takva örtüsü, sübjektif bir olgudur. Bu, kişinin manevî tekâmülüyle orantılıdır. Bedenimizin nerelerinin, nasıl ve kimlere karşı örtülmesiyle ilgili geri ölçüler ise belirlenmiştir. Bu konuda pek çok âyet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Örtünme ile ilgili en kapsamlı âyet-i kerimeler Nur suresinin 30 ve 31’inci ayetleridir: “Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramlardan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir. Şüphesiz ki Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısımlar müstesnadır. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler. Ziynetlerini açmasınlar. Ancak kendi kocalarına, babalarına, kocalarının babalarına, kendi oğullarına, kocalarının (başka hanımlardan olan) oğullarına, erkek kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, Müslüman kadınlara, sahip oldukları cariyelere, kadına ihtiyacı kalmamış uyuntu erkeklere, henüz kadınların gizli yerlerinin farkına varmamış çocuklara açabilirler. Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birlikte Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.” 

 

Ayet-i kerimelerde Cenâb-ı Hak, mümin erkek ve kadınlara gözlerini haram, ayıp ve çirkin şeylerden sakındırmalarını, ırzlarını korumalarını, yani kendi haram yerlerini de başkalarına gösterip tecavüze maruz bırakmamalarını, böylece hem kendilerini hem de başkalarını haramdan korumalarını emretmektedir. Hem cinsi latif olmaları hem de erkeklere nispetle daha ziyade tecavüz ve sarkıntılıklara maruz bulunmaları açısından kadınların örtüleri konusu daha detaylı ele alınmıştır. 

 

Irz ve namusu korumak sadece kadının değil, erkeğin de görevidir

 

Tesettürle ilgili bu hükümler kadının şahsiyetini, huzur ve saygınlığını korumaya yöneliktir. Ayette belirtilen ziynetten maksat, ziynet mahalleridir. Meselâ yüz, sürme ve allık yeri; baş, taç yeri; saç, örgü ve bükülüm yeri; kulaklar, küpe yeri; boyun ve göğüs, gerdanlık yeri; baldırlar, halhal yeri; el, kına ve yüzük yeri; bilekler, bilezik yeri vs... Bu ziynet mahalleri yabancılara gösterilemez. Zaruret olduğu için elbiselerin dış taraflarıyla eller ve yüz istisna edilmiştir. Zira iş yapmak için elin, görmek ve nefes almak için yüzün açık olmasında zaruret görülmüştür. Ayet-i kerimede ziynet mahallerinin açılabileceği kimseler belirlenmiştir. 

 

Elmalılı Hamdi Yazır, bunları şöyle tarif etmiştir: Kocalar için hanımlarının her yerine bakmak helâldir. Kadın, ayette belirtilen mahrem yerlerine (nikâh düşmeyenlere) yüz, el ve ayaklarla, iş ve hizmet anında açılan başını, saçını, kulaklarını, boynunu, kollarını ve inciklerini açabilir. Onların da buralara bakmaları helâldir. Çünkü yakınlıkları doğaldır. Fitne düşünülmez. Fakat karılarını o türden göstermek caiz değil, arsızlıktır. Erkeğin erkeğe karşı olduğu gibi kadının kadına karşı avreti de göbekten diz kapağına kadardır. Erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış, cinsi güçten düşmüş hizmetkârların, etkilenmemekle ve fitne düşünülmemekle üzerlerine bakmaları, mahrem olanlara bakmalarına benzer. Çocuklar mükellef değildir, ancak anlayış ve idraklerine göre edep ve terbiye öğretilmesi gerekir. Bu örtünme emri, esir cariyeler hakkındakinden değil, hür olan Müslüman hanımlar hakkındadır. Örtünme, kadının hem kendi iffet ve itibarını koruması, hem de yabancı erkekleri etkileyip günaha sokmaması açısından fevkalade önemlidir. Bu bakımdan kadının, cahiliye döneminde olduğu gibi, dikkat çekmek için kırıtık yürümesi, açılıp saçılması, yabancıları tahrik için şeytanî hünerlerini ortaya koyması âyet-i kerimelerde yasaklanmıştır. Bizim inanç ve anlayışımıza göre bir kadın, nikâhı altında bulundukça yalnız bir erkeğe aittir. Eşini memnun etmek, onu şeytanî tuzaklardan korumak için bütün ilgi ve alakayı ortaya koymak gerekir. Yuvanın saadet ve selameti için bu fevkalade önemlidir.

 

Irz ve namusu korumak sadece kadının değil, erkeğin de görevidir. Hz. Peygamber (sav) erkeklere, “Siz iffetli olunuz ki kadınlarınız da iffetli olsunlar, babalarınıza iyilik edin ki çocuklarınıza da nice iyilik etsinler” buyurmuştur. Din, iman, iffet, haya gibi insanî ve ahlâkî değerlerin karşısına “özgürlük”, “laiklik” ve “çağdaşlık” gibi söylemlerle karşı çıkan bir güruh da söz konusudur. Herhangi bir kimliği ifade etmeyen sadece kozmopolitlik ve züppeliği simgeleyen bu güruh, tesettüre karşı dikilen bu güruh, en tabii insan hakkı olan örtünme serbestliğinin önüne geçmekte ve kamusal alanlarda örtünenin görünür olmasından rahatsız olmaktadır. Onların derdi de tesettüre yeniden engel olmaktır. Düşünün, iffetli bir kıyafet, insanı iffetsizlikten koruyor ve ahlâka hizmet ediyorsa, İslâm karşıtlığının adı olduğu gibi bugün de tesettür üzerinden kamufle edilmeye çalışılmaktadır. Hâlbuki tarih boyunca ilkel olan, örtünme değil çıplaklık olmuştur. Eski Yunan ve Roma’da çıplaklık hâkimdi. Hamamlarında kadın-erkek gruplar hâlinde beraber olurlardı. Roma ve Yunan kalıntılarına baktığınızda bunu net görebiliyorsunuz. Roma ve Yunan sanatında insanın tenasül organları meydanda pek çok heykel vardır. Afrika ve Avustralya yerlilerinin de çıplak dolaştıklarını belgelerle görebilmekteyiz. Şayet bizim yerli özgürlükçü çağdaşlarımız mantığıyla hareket edecek olursak en çağdaş kimseler bu çıplak Afrika ve Avustralya yerlileri olmalıdır. 

 

Ülkemizin yakın geçmişinde kızlarımızın başörtüsüyle üniversiteye gitmesine tahammül edemeyenler ve bunu laiklik ve çağdaşlığa aykırı görenler vardı. Farklı din ve inançlarda olup sımsıkı örtünenlere bir şey demeyip hatta ödül verenler, “Efendim mühim olan kafanın içidir, şekille uğraşmak çağ dışılıktır” diyebilmektedir. Bu ifadeleri kullananlar neden acaba kendileri gibi düşünmeyen, giyinmeyen insanları düşman ilan edebiliyorlar? Söyledikleri ile yaptıkları apaçık bir tenakuz değil midir? 

 

Şehvet duygusu ile güzellik duygusu aynı şeyler değildir

 

Dünyanın hangi medeni ülkesinde insanların kılık kıyafeti ile uğraşılıyor? Uzaya çıkanlar, bilgi çağının bayraktarlığını yapanlar, ekonomik, sosyal ve siyasal problemlerini çözenler, bulundukları seviyelere herhâlde kılık kıyafet kavgası yaparak gelmediler; onlar insanların kafa ve gayretlerine, verimliliklerine baktılar. Şekillere takılıp insanların potansiyellerini heba etmediler. Maymunu ne modern kılığa soksanız herhâlde en ilkel insan seviyesine bile çıkamaz. Artık bu çağdaş yobazlıktan kurtulup, insanların potansiyel tehlike sayılmadan ve her ferdin güç ve kabiliyetini ülke ve insanlık menfaatine kanalize ederek hoşgörü ve güven ortamına girilmelidir. Soyunarak, açılıp saçılarak bir ilerleme olsaydı Ay’a Amerikalılardan önce çıplak Avustralya yerlileri ayak basardı. Bu söylediklerimizin zorla gerçekleştirilecek örtünme için de geçerli olduğunu ifade edelim. 

 

İnsanların zorla başını örtmeye çalışmak, belirlenmiş bir kıyafet giymeye zorlamak da asla kabul edilemez. Böyle bir girişimi din adına yapmak İslâm’a yapılan bir zulümdür. Bu mesele üzerinden kavga etmekten, insanların giyimine düşmanlaştırmaktan geçilmelidir. 

 

İnsanın ilim, iman, aksiyon ve estetik gibi dört önemli boyutu vardır. Güzellik ve zarafet duygusu en güzel insanî hasletlerdendir. Müslüman kadın ve erkek, zarafet ve güzellik simgesi olmakla mükelleftir. Zira hadis-i şerifte de belirtildiği gibi, “Allah güzeldir, güzelliği sever”. Allah Teâlâ her şeyi yerli yerince ve güzelce yaratmıştır. İnsanın görevi, güzeli çirkinleştirmek değil, daha iyi ve daha güzeli aramaktır. Kadın ve erkeğin güzellik ve zarafetini şehvet planında değerlendirmemek gerekir. Zira şehvet duygusu ile güzellik duygusu aynı şeyler değildir. Kadın ve erkeğin seksi olmasıyla kibar ve zarif olması birbirine karıştırılmamalıdır.

 

Tesettür: Vazgeçilmez Değerimiz: Aslına bakılırsa, tesettür konusu insanlık tarihinden itibaren gündemde olan bir olgudur. Nedir tesettür? Örtmek, kapatmak anlamına gelen tesettür kavramı, fıkhi açıdan erkek ve kadının dinen örtülmesi gereken yerlerini örtmesi demektir, muhafaza etmesidir. Sadece fizikî bir örtüye bürünmek değil, teslimiyeti kuşanmaktır tesettür. Bedeni saran bir kumaştan öte, kalbi Yaratan’a yaklaştıran bir ahlâk zırhıdır. İnsana yakışır ve yaraşır davranışlarla tarzın farza dönüştüğü bir duruştur tesettür. Tesettür, imanın meyvesidir. Hayâ duygusunun can bulmuş hâlidir. Malzemesi edep olan bir zarafet elbisesidir. İnsanın erdemleriyle yücelmesindeki en önemli adımlardandır. İlâhî bir yazılım olan fıtratına uygun davranmasıdır insanın. Bir Müslüman için kulluk bilincinin ve mahremiyetin ifadesidir. İncitmekten, incinmekten ve nefsin tuzaklarına düşmekten koruyan bir kalkandır. Kimi zaman bir başörtüsünde, kimi zaman bir elbisededir tesettür. Kimi zaman gözleri haramdan, kalbi kibirden, dili gıybetten korumaktır. Tesettür, “Ben Rabbimin çizdiği sınırlarda huzurluyum” diyebilmektir. Takva elbisesidir tesettür… “Ey Ademoğulları! Size bedenlerinizi (edep yerlerinizi) örtecek elbise ve giyinip süsleneceğiniz kıyafet indirdik. Ancak, takva elbisesi hepsinden daha hayırlıdır.” (A’râf, 26)

 

Ruhsuz bir beden tam bir mana ifade etmiyorsa takvâdan uzak bir örtünmenin de anlamı eksiktir

 

Takvâ nedir peki? Bizleri yaratan, yaşatan; verdiği, vermediği tüm nimetlerle bir hikmetin içinde bizi barındıran Allah’a saygı göstermek, O’na karşı sorumluluğumuzun bilincinde olmak ve O’nun koyduğu kuralları ihlal etmekten sakınmaktır öncelikle. Zira fizikî örtü, ruhun da o örtünün maksadına ulaşması ile anlam kazanacaktır. Ayette takvâ elbisesinin “hepsinden daha hayırlı” olarak zikredilmesindeki asıl amaç örtünmenin ruhun takvâsı olduğunu vurgulamaktır. Nasıl ki ruhsuz bir beden tam bir mana ifade etmiyorsa takvâdan uzak bir örtünmenin de anlamı eksiktir. 

 

Vurgulanması gereken bir başka husus da sadece iç güzelliği ön plana çıkararak bedensel tesettürü gereksiz gören düşünce yapısının doğruyu yansıtmadığıdır. Dinimiz, ifrat ve tefritlerden uzak, insanın hem bedenî hem de ruhî yönünü gözeten mutedil bir tesettür anlayışı ortaya koymuştur. 

 

Neden Tesettür? Tesettür, Rabbimizin emridir (Ahzâb, 59). Kul, bu emre itaat ederek Rahman’ın rahmetine talip olur. “Hız ve haz çağı” olarak adlandırılan bu çağda gündemimizden düşmemesi ve aynı zamanda kaybetmememiz gereken bir değerdir tesettür. Zira gözlerin ahlâk perdesiyle, kalbin iffet ve izzetle bezenmeye muhtaç olduğu bir çağdayız. Hem gerçek hayattaki hem de sanal ortamdaki birçok şey tüm cazibesiyle karşımızda dururken biz kulların bir sığınağa ihtiyacı olduğu kesin. Nefsin sınırsızca isteklerine karşı, neslin korunması adına birtakım tedbirlere duyulan ihtiyaç da ortadadır. Harama dokunmamak, bakmamak ya da haramı konuşmamak gibi tesettürün manevî yönünü oluşturan esaslar öncelikle fertlerin, ailelerin ve tabii ki toplumun ahlâkî açıdan kaliteli olmasını amaçlamaktadır. Eşler arasındaki aile bağlarını kuvvetlendirerek sağlam aile ve toplum yapısını inşâ etmek, örtünme emrinin hedefleri arasındadır. 

 

Kur’ân’da “ …Onlar sizin için elbisedir, siz de onlar için elbisesiniz...” ayetinde (Bakara, 18) geçen “libas” kavramıyla mahremiyetlerini koruyan, böylece birbirine örtü olan eşler ifade edilmiştir. Öyleyse örtünme hükmünün arka planında, aileyi ve toplumu ayakta tutacak ahlâkî ilke ve amaçlar mevcuttur. Dışı örtmek kadar içi arındırmak da gerekir. Gönlü helalle teskin etmek, bu denli kimlik ve kişilik karmaşasının arasında “kendi olmak ve kendi kalmak” hâli, ancak imanlı bir tavırla mümkündür. İmanı kuvvetlendirecek ve hayatı her an ibadet tadında yaşatacak hakikatler ise Allah’ın emir ve yasaklarında saklıdır! Nitekim, sadece modanın yön verdiği bir yaşam tarzı ruhun aradığı sükûneti, huzur ve mutluluğu sunmayacaktır. Sunmamaktadır da… Değerli olan korunur; incinin sert, korunaklı bir kabukla korunduğu gibi… Altının, çeşitli mücevherlerin korunaklı bir şekilde sunulduğu gibi… Sahte parıltılardan uzak, kalbindeki nurun yüzüne yansıdığı; sade, derin, sessiz ama duruşu ve tavrıyla çok şey anlatan bir Müslüman kadın ya da erkek lisan-ı hâliyle der ki: “Ben, Rabbimin emrine bağlıyım, modernizmin tuzaklarına bağımlı değil!”

 

 

 

Tesettür kadın için de erkek için de olmazsa olmaz bir değerdir. İnsan… Beden ve ruhtan oluşan özel ve özellikli bir varlık. Bedenin de ruhun da ihtiyaçları var. 

 

Güven duygusu, bu ihtiyaçlardan biridir. Kendisine emanet verilen bedeni örterek güven duygusunu yaşar insan… Tesettür için beden mahremiyeti vazgeçilmez bir unsurdur. Bunun yanında tesettürü sadece beden mahremiyeti olarak anlamak ve sadece kadınların uyması gereken bir kural olarak görmek ise yanlış bir yaklaşımdır. Hem kadınlara hem de erkeklere yönelik bir emir ve uygulamadır tesettür: 

 

“(Ey Peygamber!) Mümin erkeklere söyle! Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. (Zira) bu, onlar için daha nezihtir/ uygundur. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” (Nûr, 30)

 

“Mümin kadınlara da söyle! Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, iffetlerini korusunlar, (yüz ve el gibi) görünen kısımları müstesna zînetlerini teşhir etmesinler ve başörtülerini tâ yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zînetlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğullarından … başkasına göstermesinler. Gizledikleri zînetleri bilinip (fark edilsin) diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birlikte Allah’a yönelin ki kurtuluşa eresiniz.” (Nûr, 31) 

 

Mahremiyete dikkat etmek ve iffeti korumak noktasında kadın, erkek herkesin sorumlu olduğunu ortaya koyan bu iki ayet, asırlarca farklı medeniyetlerde kadının mahzâ bir fitne unsuru olarak gösterilmesinin İslâmî bir bakış açısı olmadığını açıkça ispat eder. Dolayısıyla Kur’ân’ın tamamına bakıldığında kadın ve erkeğin aynı imtihana tâbi tutulduğu, aynı ödül ya da cezayı hak ettiği görülecektir. 

 

Mahremiyetin inşasında tesettür vazgeçilmezdir. Mahremiyet, gizliliktir esasında. Değerli olanın korunmasıdır. Dokunulmazlıktır. Her bir fert için en özel ve dokunulmaz olanı ifade eden bir kavramdır. Sınırların ihlal edilmemesidir. Saygı duymasıdır bir kimsenin diğerinin özel hayatına. İnsanı nesne olmaktan çıkarıp özne olmasına fırsat veren ve değeriyle buluşturan İlâhî bir emir olan tesettür, mahremiyetleri muhafaza etmeyi sağlayan bir kale misalidir. O kalenin duvarlarını ören tuğlalar, Allah için sevmek, Allah’ın sevdiklerini sevmek ya da sevmediklerini sevmemek ve Allah’ın rızasını kazanmak için örtünmektir. Tesettür, her şeyin fütursuzca ulu orta sergilendiği bir çağda, kendini sakınabilme cesareti göstererek mahremiyeti gözetmektir.

 

Mahremiyet mahrumiyet değil, sınırlar içerisinde sınırsız özgürlüktür

 

Sonuç olarak… İnternet ve sosyal medyanın sunduğu imkânlarla bizlere dikte edilen “sınırsız ve kuralsız özgürlük” anlayışı, özellikle insan bedeninin değerinin yitirilmesine sebep olabilmektedir. Âdâb-ı muaşeretten, ahlâkî, kültürel ve dinî değerlerden uzak bir toplum inşâ ve imar edilmek istenmektedir. Kuralları yok sayan, isyanı sözde özgürlük olarak sunan bu postmodern dönem, bizleri eşref-i mahlûkat vasfından uzaklaştırmaktadır. Başkalarıyla paylaşılmasında sakınca bulunmayanlarla gizli kalması gerekenleri ayırt etmek gerekmektedir. Özgürlük adı altında gerçekleştirilen kontrolsüz ve kural tanımayan davranışların bireysel ve toplumsal düzlemde bizi değerlerimizden uzaklaştırdığını görmek ve bunun için gerekli tüm tedbiri almak da gerekmektedir. 

 

O hâlde, “Sınır tanımıyorum” diyen dünyaya; “Mahremiyet mahrumiyet değil, sınırlar içerisinde sınırsız özgürlüktür…” diyebilen bir asaleti kuşanmanın tam vaktidir. 

 

Tesettür, yapmak istediklerimize engel midir? Özgürlük, nefsin her istediğinin peşinden gitmek değil, kişinin, kendisi için neyin gerekli ve değerli olduğunu seçebilmektir. Tesettür ise bu seçimin önemli bir şiarıdır. 

 

Şu hakikat unutulmamalıdır: Günümüzün modacıları zarafetten ziyade şehveti ön planda tutmaktadır. Vahşi kapitalizmin emrindeki çoğu moda evleri ve sahiplerinin hedefi maddî kazançtır. Podyumdaki mankenler mi yoksa üzerlerindeki elbiseler mi daha çok ilgi çekiyor konusu tartışılabilir. Müslüman kadın ve erkekler kılık kıyafet, söz ve davranışlarıyla İslâm’ın temsilcisi durumundadır. Hiçbir Müslüman, dinin kötü bir vitrini olamaz. Kılık kıyafet bir bakıma kimliği ifade ettiğine göre her Müslüman, en zarif görünümü sergilemelidir. Bu, şehvet değil estetik görüntüsüdür. 

 

Mümine bir hatun soruyor ve cevabını de zarafetten veriyor: 

 

“Peki… Başörtüsü bir aksesuar mıdır?(*) Başörtüsü, hangi renk, hangi özellikte olacağına önem verdiğimiz bir kumaş parçası değildir sadece; imanımızın görünüşümüze yansıması olarak başımıza taktığımız bir taçtır. Aksesuardan öte bir duruş, bir kulluk alâmetidir. Bir simge değil, ayettir! Başörtüsü, dayatma değil, Rabbimizin emrine verdiğimiz sadakatli bir cevaptır. Seven, sevdiğine sevgisini ispat etmek ister ya hep… İşte kulun Allah’a olan sevgisinin ispatı da O’nun emir ve yasaklarını isteyerek yapmaktır. Başörtüsü, sadece görünmemesi gerekeni değil, değerli olanı örter. A’râf Suresi 26. ayette geçen ‘rîş’ kelimesi, insanın süslenme ihtiyacına atıf yapar niteliktedir âdeta. Âyetin devamında gelen ‘takva elbisesi’ ifadesi ise, tesettürün aslında bir süsten ibaret olmadığını haykırır sanki. Sözden öze bir şehadeti telkin eder Rabbinin huzurunda… Şimdi soruyorum: Son zamanlarda kafası karışan ve aslında özünden uzaklaşan, kalabalıklar içerisinde yalnızlaşan, en yakınındaki ailesiyle bağları kopan ve belki de ‘Ben buradayım, ben varım, beni görün!’ demenin başka bir şekliyle başörtüsünü çıkarmak isteyen genç hanımefendilere: Bunu gerçekten istiyor muyuz? Ve ne için istiyoruz? Gerçekten istiyor muyuz kendimiz olmaktan vazgeçmeyi? Gerçekten istiyor muyuz tesettürden uzak bir hayatı devrim gibi sunanları dinlemeyi? Ve… Gerçekten istiyor muyuz, inci tanesinin kabuğunu terk etmesi misali değerlerimizi terk etmeyi?”

 

Konuyu Hz. Peygamber’in şu hadis-i şerifleriyle taçlandıralım: “Bineklerinizi düzgün, elbiselerinizi düzgün yapın ki insanlar arasında parmakla gösterilecek şekilde olun. Allah kötü görünümü ve kötü görünümde ısrar edeni sevmez.” 

 

Son söz Kur’ân’ın: “Ey Peygamber’in hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Allah’tan sakınıyorsanız edâlı konuşmayın, yoksa kalbi bozuk olan kimse kötü şeyler ümit eder; dâimâ ciddî ve ağırbaşlı söz söyleyin. Evlerinizde oturun; eski câhiliyyede olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Peygamber’ine itâat edin. Ey Peygamber’in ev halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister. Evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmetini hatırda tutun. Şüphesiz Allah haberdâr olandır, her şeyi bütün incelikleriyle bilen ve mesajını ince bir şekilde bildirendir.” (**) Vesselâm…                   

 

----------------------

 

(*) Sevdegül Çekiç, Diyanet İşleri Başkanlığı Uzman Vaize, İnsicam (İnsan, Düşünce, Kültür Dergisi) Temmuz, 2025, Sayı: 57.

 

 (**) Ahzâb Sûresi, 32-34. âyetlerin meâli âlisi.

 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar