KEŞKE KALBİM SENDE YAŞAYABİLSEYDİ


Kalabalık hastane koridorunda elinde çantasıyla hızlı adımlarla ilerleyen Tayfun, Prof. Dr. Murat’ın odasının kapısına geldiğinde tanıdık yüzlerle karşılaştı. Karşısında Rana’nın annesi Aysel, babası İsmet ve eşi duruyordu. Onları en son yıllar önce görmüştü.
Tayfun, hem arkadaşı Murat’ı ziyaret etmek hem de bağlı olduğu ilaç firmasının yeni çıkardığı ilacın tanıtımını yapmak üzere gelmişti. İçeri girmeden önce İsmet’le kısa bir sohbet etti, halini hatırını sordu. Ancak tam o sırada söze Aysel girdi; kocasını işaret ederek, “Asıl hasta o değil, kızımız Rana,” dedi. “Böbrek nakli bekliyoruz.”
Tayfun bir an afalladı. Yüzüne yerleşen şaşkınlık kısa sürede yerini derin bir üzüntüye bıraktı. Sessizce “Geçmiş olsun,” diyerek iyi dileklerini iletti ve ardından Prof. Dr. Murat’ın kapısını çalıp içeri girmek için izin istedi.
Kapıda onu gören Murat, gülümseyerek “Tayfun, hoş geldin!” dedi ve hemen içeri davet etti.
Murat, o sırada hastası Rana’nın dosyasını inceliyordu. Tayfun kısa bir hâl hatır faslından sonra çantasını açıp içinden ilaç numunesi ve tanıtım broşürlerini çıkardı, masasının üzerine bırakarak yeni ilacın özelliklerinden bahsetmeye başladı.
Murat dikkatle dinledikten sonra dosyayı eline aldı, hüzünle başını iki yana salladı.
“Keşke her hastamızı ilaçla iyileştirebilsek, Tayfun,” dedi. “Ama olmuyor. Mesela şu hastam...” dosyayı işaret etti, “Rana Hanım... Böbrek nakli olması gerekiyor ama hâlâ uygun bir donör bulunamadı.”
Tayfun bir an sustu. Gözleri boşluğa dalmış, sanki orada değilmiş gibiydi.
Murat’ın “İyi misin Tayfun?” diye seslenmesiyle kendine geldi.
Bir süre düşündükten sonra, sesi titrek ama kararlı bir tonla,
“Bir de... ben donör olabilir miyim?” diye sordu.
Murat şaşkınlıkla başını kaldırdı.
“Bu da nereden çıktı şimdi? Önce hangi hastaya donör olmak istiyorsun, sonra da organ uyumuna bakmamız gerekir,” dedi.
Tayfun kısa bir nefes aldı. “Rana Hanım için,” dedi kısaca.
Murat bir an sustu, ardından yumuşak bir sesle,
“Bu çok güzel bir düşünce, Tayfun... ama neden özellikle Rana Hanım?” diye sordu.
Tayfun uzaklara daldı, sesi geçmişin tozlu hatıralarından gelir gibiydi:
“Onu lise yıllarından tanıyorum,” dedi. “Bir beden eğitimi dersinde kaza geçirmişti. O gün onu hastaneye götürenlerden biriydim. Kan gerekiyordu… benim kanım uymuştu, ben vermiştim. Belki... kim bilir, belki organlarımız da uyum sağlar diye düşündüm.”
Murat bir an sessiz kaldı. Karşısında, gözlerinde geçmişin izlerini taşıyan bir adam duruyordu. Tayfun’un sözleri odada yankılanmış, sonra ağır bir sessizlik çökmüştü.
“Rana Hanım için.”
Bu cümle, Murat’ın zihninde dönüp durdu. Elindeki dosyaya baktı; sayfaların arasında sadece tahliller, raporlar, değerler vardı — ama bir insanın hikâyesi yoktu. Şimdi o hikâyeyi tamamlayan başka bir yüz, başka bir kader çıkmıştı karşısına.
“Tayfun gerçekten bunu istiyor mu, yoksa geçmişin bir borcunu mu ödüyor?” diye düşündü.
“Bir doktor olarak böyle bir şeyi hemen kabul edemem. Ama bir dost olarak… bir insan olarak… içimde bir umut kıvılcımı doğmadı desem yalan olur.”
Başını hafifçe eğdi, derin bir nefes aldı. Tayfun’un gözlerindeki kararlılığı görünce boğazındaki düğümü yutkundu.
“Ya gerçekten uyum sağlarsa? Ya kader bir kez daha bu iki insanı aynı çizgide buluşturuyorsa?”
Kendine geldiğinde Tayfun hâlâ karşısında, sessizce cevap bekliyordu. Murat dosyayı kapattı, yüzünde karışık bir ifade belirdi.
“Önce bazı testler yapmamız gerekiyor,” dedi, sesi hem profesyonel hem de içten bir tondaydı. “Ama… içimde bir his var, Tayfun. Belki de bu kez şans bizden yana olur.”
Murat konuşurken Tayfun’un zihni çoktan uzaklara gitmişti. Sesleri duysa da kelimeler anlamını yitiriyordu. Kalbi göğsünde ağır ağır çarpıyor, yılların biriktirdiği bir eksiklik duygusu içini kemiriyordu.
“Rana…”
“Yıllar geçti, belki o beni çoktan unuttu. Ama ben o günü hiç unutmadım. O hastane koridorunu, kan verirken içimi kaplayan o korkuyu... sonra bir daha hiç görüşemedik. Hayat yollarımız ayrıldı. Şimdi kader beni yine onun karşısına mı çıkarıyor?”
Derin bir nefes aldı, gözleri boşluğa dikildi.
“Belki bu bir tesadüf değildir. Belki Tanrı bana bir fırsat veriyor; o zaman sadece kanımı vermiştim, şimdi belki hayatımı vereceğim. Ama neden içimde bir huzur var? Korkmalıydım oysa…”
Bir an kendi kendine gülümsedi.
“Ne garip… İnsan bazen en büyük cesareti, en derin sevgisinden buluyor.”
Murat’ın sesi onu yeniden şimdiye döndürdü.
“Önce bazı testler yapmamız gerekiyor,” diyordu.
Tayfun başını salladı, gözlerinde kararlılıkla karışık bir huzur belirdi.
“Evet,” diye düşündü, “ne çıkarsa çıksın, en azından denemiş olacağım.”
Tayfun hastaneden ayrıldıktan sonra Murat bir süre odasında sessiz kaldı. Masanın üzerindeki dosyaya baktı; içinde sayısız tahlil sonucu, rapor, notlar vardı… ama asıl ağırlık, o kâğıtlarda değil, insan yüreğindeydi.
Bir süre sonra kapı çalındı. Rana’nın annesi Aysel, babası İsmet ve eşi içeri girdi. Yüzlerinde aynı soru, aynı endişe vardı. Murat onları buyur etti, sandalyeleri işaret ederek oturmalarını söyledi.
“Dosyayı tekrar inceledim,” dedi sakin bir sesle. “Henüz uygun bir donör bulunamadı. Ancak umutlarımızı kaybetmemeliyiz. Arayış devam ediyor. Uygun biri çıktığında hiç vakit kaybetmeden gerekeni yapacağız. Gelişme olursa ilk siz haberdar olacaksınız.”
Aysel başını öne eğdi, ellerini birbirine kenetledi.
“Bazen… bazen sanki hiç çıkmayacak gibi geliyor hocam,” dedi kısık bir sesle.
Murat gözlerinin içine baktı, içinde söylenmemiş bir gerçeğin ağırlığı vardı.
“Belki o donör çok yakınımızda,” diye geçirdi içinden, “ama henüz zamanı değil söylemenin.”
Yine de yüzüne güven veren bir ifade takındı.
“Umudun olduğu yerde hayat vardır,” dedi. “Biz elimizden geleni yapıyoruz, siz de güçlü olun.”
Aile teşekkür ederek odadan ayrılırken Murat dosyayı kapattı, derin bir nefes aldı.
“Umarım doğru olanı yapıyorum,” diye düşündü. “Tayfun’un kararlılığı… Rana’nın sessiz direnişi… bazen tıp, kaderin yanında sadece bir ayrıntı gibi kalıyor.”
Ertesi sabah Tayfun hastaneye erkenden geldi. Kan tahlili, doku uyumu ve diğer testler için laboratuvara yönlendirildi. Beyaz duvarlar arasında yürürken, her adımı geçmişine biraz daha yaklaşıyormuş gibi hissediyordu.
Hemşire, “Birazdan kan alacağız, rahat olun,” dediğinde Tayfun sadece başını sallayabildi. Koluna bağlanan turnikenin baskısını bile hissetmiyordu.
“Ne garip,” diye düşündü, “yıllar önce de aynı koldan onun için kan vermiştim. O zaman gençtim, korkuyordum. Şimdi ise sanki içimde bir huzur var.”
Kan tüplerine dolarken gözleri masanın üzerindeki etiketlere kaydı. “Rana K.” yazısını gördüğünde yüreği burkuldu.
“Demek farklı bir soyadıyla... Evli. Hayat ona benden farklı bir yol çizmiş. Ama ben yine buradayım; belki geç kalmış bir eylemin peşindeyim.”
Testler bittikten sonra Murat odasına çağırdı.
“Sonuçlar birkaç güne çıkar,” dedi. “Bu süreçte kararından emin misin, Tayfun? Geri dönüşü olmayan bir yola girebiliriz.”
Tayfun derin bir nefes aldı, gözleri Murat’ınkilerle buluştu.
“Evet, eminim,” dedi kararlılıkla. “Eğer uyum sağlarsa… hayatımda ilk kez bir şeyi gerçekten doğru yapmış olacağım.”
Murat başını eğdi, bu söze bir şey diyemedi. Tayfun odayı sessizce terk ederken koridordaki ışıklar gözlerini kamaştırdı.
“Artık geriye sadece beklemek kaldı,” diye düşündü. “Ve belki de, kaderin beni nereye götüreceğini görmek.”
Aradan üç gün geçmişti. Hastane koridorları her zamanki gibi kalabalıktı; ancak Murat’ın içinden geçen sessizlik, dışarıdaki uğultudan çok daha ağırdı.
Sabah erkenden laboratuvardan gelen dosyaları masasına aldı. Üzerlerinde kalın kırmızı harflerle “Doku Uyumu Sonuçları” yazıyordu.
Dosyayı açmadan önce derin bir nefes aldı.
“Ne çıkarsa çıksın,” diye düşündü, “bunu hem doktor hem insan olarak doğru biçimde karşılamam gerek.”
Sonra Tayfun’un ve Rana’nın isimlerinin yazılı olduğu formları buldu. Gözleri satırlar arasında gezindi, her bir değeri dikkatle inceledi. Bir süre sonra kaşları hafifçe kalktı; dudaklarının kenarına belli belirsiz bir gülümseme yerleşti.
“Uyum... şaşırtıcı derecede iyi.”
Dosyayı kapatıp bir süre düşündü. İçinde hem sevinç hem de endişe vardı.
“Bu kadar yüksek uyum oranı… Tesadüf mü, kader mi?”
Telefonunu eline aldı, ama hemen çevirmedi.
“Ailesine mi söylemeli? Hayır… henüz değil. Önce Tayfun’la konuşmalıyım. Böyle bir kararı hafife alamayız.”
Saat öğleni gösterdiğinde Tayfun hastaneye Murat’ın yanına uğradı. Murat onu görünce ayağa kalktı, dosyayı elinde sıkıca tutuyordu.
“Tayfun,” dedi yavaşça, “sonuçlar geldi.”
Tayfun’un yutkunması odadaki sessizlikte yankılandı.
“Nasıl… bir sorun mu var?” diye sordu.
Murat gözlerini dosyadan kaldırıp Tayfun’a baktı.
“Hayır, tam tersi,” dedi ciddi ama yumuşak bir sesle. “Sonuçlar oldukça iyi. Organ uyum oranınız yüksek. Eğer kararında hâlâ kararlıysan, Rana Hanım’ın yaşama şansı çok yüksek.”
Tayfun bir an sessiz kaldı. Gözleri doldu ama yüzünde bir huzur vardı.
“Demek ki kader gerçekten yeniden yazılıyor,” diye geçirdi içinden. “Belki de hayat, bazen insanın kalbini ikinci kez sınar.”
Ertesi sabah Murat odasında elinde test sonuçlarının yer aldığı dosya vardı; dünden beri defalarca değerleri kontrol etmiş, en ufak bir hata olmasın diye laboratuvarla tekrar görüşmüştü.
Her şey kesindi — Tayfun’un organları Rana’yla son derece uyumluydu.
“Artık bu haberi onlara vermenin zamanı,” diye düşündü.
Önce Rana’nın ailesini çağırdı. Aysel Hanım, İsmet Bey ve Rana’nın eşi odasına girdiklerinde yüzlerinde her zamanki tedirgin ifade vardı.
Murat ayağa kalktı, onları oturttuktan sonra kısa bir sessizlik oldu.
“Size önemli bir gelişmeden bahsetmek istiyorum,” dedi. “Yaptığımız testlerde hastamız için uygun bir donör bulundu.”
Bir anda odada sessizlik çöktü. Aysel’in gözleri doldu, elleri titredi.
“Gerçekten mi hocam? Şaka yapmıyorsunuz değil mi?” diye sordu heyecanla.
Murat gülümsedi.
“Hayır, şaka değil. Sonuçlar kesinleşti. Uyum oranı beklediğimizin çok üzerinde. Elbette bazı ek testler ve etik onay süreçleri var ama tıbben umut çok güçlü.”
İsmet Bey gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, dudaklarından sadece şu kelime döküldü:
“Elhamdülillah...”
Murat bir an duraksadı, sonra ekledi,
“Henüz donörün kimliğini açıklayamayacağım, çünkü yasal süreç tamamlanmadan bu doğru olmaz. Ama bilin ki bu kişi gönüllü olarak, içten bir niyetle yardım etmek istiyor.”
Aile Murat’a teşekkür ederek birlikte Rana’nın odasına geçtiler.
Rana yatakta halsiz ama bilinçliydi. Zayıf yüzünde uzun zamandır görülmeyen bir parıltı vardı.
Murat, yatağın yanına oturdu.
“Rana Hanım, size güzel bir haberim var,” dedi yumuşak bir sesle. “Uygun bir donör bulundu. Eğer her şey planlandığı gibi giderse kısa süre içinde nakil yapılabilecek.”
Rana’nın gözleri bir anda doldu. Dudakları titredi, kelimeler boğazına düğümlendi.
“Gerçekten mi hocam? Artık… kurtulma şansım var mı?”
“Evet,” dedi Murat. “Hem de yüksek bir ihtimalle. Sizi hayata döndürmek için biri hiç düşünmeden bu yola çıktı.”
Rana’nın ailesinin gözlerinin içi gülerken Rana başını yavaşça yastığa yasladı, gözlerinden süzülen yaşlar yastığı ıslattı.
“Kim olabilir ki… bir yabancı mı, yoksa kaderin bana gönderdiği bir el mi?” diye geçirdi içinden.
Murat, onun elini hafifçe tuttu.
“Şimdilik sadece dinlenin,” dedi. “Her şey iyiye gidiyor.”
Odadan çıktığında kendi odasına giderek Tayfun’a telefon etti.
“Onlara söyledim ama sen olduğunu söylemedim daha çok erken” dedi.
Tayfun’un dudaklarından tek bir kelime döküldü:
“Teşekkür ederim.”
Nakil için tüm hazırlıklar tamamlanmış, Tayfun ve Rana ameliyathaneye alınmıştı. Koridorda sessiz bir bekleyiş hâkimdi. Rana’nın ailesi kızlarının ardından ameliyathaneye giren Tayfun’u görünce şaşkınlıkla birbirlerine baktı. O an kimse ne diyeceğini bilemedi; sadece gözleriyle konuşuyorlardı.
Rana’nın eşi bir anda donup kaldı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu; alnındaki damarlar belirginleşti. İçinde öyle bir öfke kabardı ki, boğazında düğümlenen kelimeleri bastırmakta zorlandı. Fakat o an, bir şey söylemek elinden gelmedi. Dişlerini sıktı, yumruklarını cebinde gizledi. Çünkü yıllar önce, Rana’nın ağzından Tayfun adını duymuştu. Her ne kadar o konuyu kapatmış, bir daha açılmamak üzere unutmaya çalışmış olsa da şimdi o geçmiş, ameliyathane kapısının önünde yeniden karşısına dikilmişti.
Ailesinin şaşkın bakışları, sessiz bir sorgulama gibiydi. Kimse yüksek sesle sormasa da herkesin aklında aynı soru yankılanıyordu: “Tayfun, Neden o?”
Rana’nın eşi derin bir nefes aldı, gözlerini kapattı. İçinde kıskançlıkla karışık bir çaresizlik vardı. Ne orada durabiliyor ne de oradan uzaklaşabiliyordu.
Ameliyathanede narkoz henüz etkisini göstermemişti. Rana, yarı kapalı gözlerle etrafına baktığında yan masada yatan birini fark etti. Gözleri buğulu olsa da o yüzü tanımıştı. Kalbi bir an hızla çarpmaya başladı; bu, Tayfun’du. Bir an için aklını mı yitiriyordu, yoksa narkozun etkisiyle bir hayal mi görüyordu, anlayamadı. Gözkapakları ağırlaştı, başı dönmeye başladı. “Yoksa gerçekten o mu?” diye geçirdi içinden. Sonra her şey karardı.
Saatler sonra kendine geldiğinde, gözlerini yoğun bakımın loş ışığında açtı. Oda sessizdi, sadece cihazların ritmik sesi duyuluyordu. Başını hafifçe çevirdi ama yanındaki yatakta yatan hastayı göremedi; arada beyaz bir perde çekilmişti. Bir süre tavana baktı, ameliyattan önce gördüğü o sahne zihninde yeniden canlandı.
Yan masadaki gerçekten Tayfun muydu, yoksa beyninin ona oynadığı bir oyun mu?
Rana, bu düşünceyle bir süre sessizce bekledi. Kalbinde hem korku hem de tuhaf bir huzursuzluk vardı. Gözlerini kapadı, ama ne kadar denese de o anki görüntü gözlerinin önünden gitmiyordu.
Ertesi gün, Rana yoğun bakımdan alınarak kendi odasına yerleştirildi. Ancak hâlâ ailesinin ziyaretine izin verilmiyordu. Oda sessizdi; sadece cihazların ara sıra çıkan uyarı sesleri duyuluyordu. Rana uyanık olduğu her an, ameliyathanede gördüğü o yüzü düşünüyordu. Gözlerinin önünden gitmeyen o an, giderek bir hayalden çok bir gerçeğe dönüşüyordu.
Defalarca hemşirelere sordu, “Ameliyathanede yan masada kim vardı? Bana böbreğini veren kimdi?” diye. Fakat her defasında aynı cevabı aldı:
“Bu konuda bilgi veremeyiz, gerekli açıklamayı doktor bey yapacak.”
Prof. Dr. Murat, sık sık Rana’yı kontrol etmeye geliyordu. Fakat ya Rana narkozun etkisindeydi ya da derin bir uykuda oluyordu. Murat, onun durumunu titizlikle izliyor, ardından hemen diğer odadaki Tayfun’u ziyaret ediyordu. Her ikisinin de ameliyatının başarılı geçmesi ve sağlık durumlarının iyiye gitmesi onu oldukça sevindirmişti.
Rana, Murat’ı her gördüğünde içinde büyüyen o merakı bastıramıyordu. Cesaretini toplayıp birkaç kez sormaya çalıştı:
“Hocam… o gün ameliyathanede… yan masada kim vardı. Bana böbreğini veren kimdi?”
Murat, her seferinde sakin bir ses tonuyla cevap verdi:
“Şimdilik bunları düşünme Rana. Önce iyileş. Her şeyi zamanı geldiğinde açıklayacağız.”
Bu sözler, Rana’nın merakını dindirmek yerine daha da büyüttü. O artık emin gibiydi; o yüzü, o bakışı, o sessizliği başka kimseye ait olamazdı.
Bir sabah kapı yavaşça açıldı. Prof. Dr. Murat içeri girdiğinde yanında Rana’nın ailesi ve artık ayağa kalkmış olan Tayfun vardı. O an odada kısa bir sessizlik hâkim oldu; sadece kalp monitörünün düzenli sesi duyuluyordu.
Murat, sakin ama anlamlı bir ses tonuyla konuştu:
“Rana, şimdi sormak istediğin tüm soruları sorabilirsin. Ben… ve daha doğrusu biz, hepsine cevap vereceğiz.”
Rana’nın gözleri bir anda Tayfun’a çevrildi. Onu ailesinin arasında, dimdik ayakta görünce kalbi bir an duracak gibi oldu. Yüzünde hem şaşkınlık hem de derin bir kabulleniş ifadesi belirdi. Gözleri doldu, dudakları titredi ama hiçbir şey söylemedi. Sadece başını hafifçe eğip sessizce,
“Hiçbir sorum yok…” diyebildi.
O anda odadaki herkes susmuştu. Geçmişteki tüm sorular, pişmanlıklar, kırgınlıklar sanki o tek cümlede eriyip gitmişti.
Murat sessizliği bozdu:
“Sağlığın gayet iyi, Rana. Birkaç gün içinde taburcu olacaksın. Ama sana bir tavsiyem var — kendine eskisinden çok daha fazla dikkat etmelisin.”
Rana, Murat’ın sözlerini duyarken gözlerini Tayfun’dan ayıramıyordu. O an, ne geçmişin yükü kalmıştı ne de söylenecek bir kelime. Sadece derin bir sessizlik ve içlerinde kalan, yarım kalmış bir hikâyenin huzurlu sonu vardı.
Murat ve Tayfun, kısa bir süre sonra izin isteyerek odadan çıkmaya hazırlanırken, Rana ve ailesi onlara minnet dolu bakışlarla baktı. Hem Prof. Dr. Murat’a hem de böbreğini bağışlayan, bir zamanlar Rana’nın sevdiği —ve belli ki hâlâ içinde bir yerlerde sevmeye devam eden— Tayfun’a teşekkür ettiler.
Rana’nın eşi, önce bir an tereddüt etti, sonra Tayfun’un yanına gidip elini sıktı. Sözleri sade ama içtendi:
“Teşekkür ederim... eşimin hayatını kurtardınız.”
Kader, yıllar sonra Tayfun ile Rana’nın yollarını bir kez daha kesiştirmişti. Ama bu buluşma artık bir başlangıç değil, sessiz bir veda gibiydi. Rana’nın eşi, bu karşılaşmanın bir daha tekrarlanmamasını içten içe diliyor; Tanrı’dan bunun son olmasını istiyordu.
Tayfun, Rana’nın yatağının yanına yaklaştı. Yüzünde sakin ama yorgun bir tebessüm vardı.
“Geçmiş olsun Rana... Çok çabuk iyileş, kendine iyi bak,” dedi.
Rana, gözleri dolu dolu, hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi:
“Böbreğin artık bende yaşıyor... ona iyi bakacağım.”
O an Tayfun başını hafifçe eğdi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar alçak çıktı — sadece Rana duyabildi:
“Keşke... kalbim sende yaşayabilseydi.”
Rana’nın gözleri doldu, boğazında düğümlenen sözcükleri yutkunarak susturdu. Tayfun bir adım geri çekildi, sessizce kapıya yöneldi. Arkasında yalnızca o cümle kaldı; geçmişin acısıyla bugünün minnettarlığını aynı anda taşıyan bir cümle…
Tayfun taburcu olacağı için küçük çantasını Rana’yı ziyaretten önce Murat’ın odasına bırakmıştı. Çantası almak için Murat’la birlikte onun odasına indi. Murat masasının kenarına yaslandı, gözlüğünü çıkarıp Tayfun’a baktı. Yüzünde hem merak hem de dostça bir ifade vardı.
“Hadi bakalım,” dedi yumuşak bir gülümsemeyle. “Şimdi anlat her şeyi.”
Tayfun kısa bir an sustu. Gözlerini yere indirdi, elleriyle çantasının askısını düzeltti. Sonra derin bir nefes alıp konuştu:
“Anlatılacak pek bir şey yok aslında... Bir zamanlar birbirimizi seviyorduk. Hatta evlenmeyi bile düşünmüştük. Ama... ailesi izin vermedi. O zamanlar çok gençtik, elimizden geleni yaptık ama olmadı.”
Murat başını hafifçe salladı, Tayfun’un gözlerindeki yorgunluğu fark etmişti.
“Demek kaderiniz orada ayrılmış,” dedi sessizce. “Ama bak... kader sizi bambaşka bir şekilde yeniden karşılaştırdı.”
Tayfun acı bir tebessümle başını kaldırdı.
“Evet, hocam... bu sefer kalbini değil, hayatını kurtardım.”
Murat bir süre sessiz kaldı. Sonra Tayfun’un omzuna dokunup yumuşak bir sesle,
“Bazen kader, yarım kalan sevgileri başka bir biçimde tamamlar,” dedi.
Tayfun çantasını eline aldı, kapıya yönelirken son kez dönüp Murat’a baktı.
“Benim hikâyem burada bitti hocam,” dedi. “Gerisini hayat yazsın artık.”
Ve yavaşça kapıdan çıktı.