SON DAKİKA
Reklam

FATMA'NIN HAYAT MÜCADELESİ

FATMA'NIN HAYAT MÜCADELESİ
A- A+
Reklam


Fatma, güneş henüz doğmadan uyanmıştı. Büyük kızı Fındık ve onun küçüğü İnsaf için kahvaltı hazırlıyordu. Çünkü kendisi, çalıştığı hanımının evine erkenden gitmek zorundaydı. Bu yüzden her sabah karanlıkla birlikte kalkmaya alışmıştı zaten.
On yıl önce, daha evlenmeden ve Ankara’nın gecekondu semti Esat’a taşınmadan önce de durum pek farklı değildi. Köyde, sabahın ilk ışıklarıyla kalkar; evin, bahçenin işlerini görür, annesine babasına elinden geldiğince yardım ederdi.
Köyde yapılan sade bir düğünle İsmail’le evlenmiş; ardından Ankara’ya gelmiş, bu mütevazı gecekondu evine yerleşmişti. Şimdi ise hem annelik hem çalışmak, hem geçmişin yükünü hem bugünün sorumluluğunu sırtında taşıyordu.
İsmail de her mesai sabahı olduğu gibi erkenden kalkmıştı. Günlük tıraşını olmuş, takım elbisesini giymiş, kravatını takmıştı. Fatma’nın hazırladığı kahvaltıdan bir parça ekmekle biraz peynir yemiş, bir bardak da çay içmişti. Her zamanki gibi içinden geçirdi:
"Kızılay’daki simitçiden simit alırım, iş yerinde tamamlarım kahvaltıyı."
Bu sabah hava biraz yağışlıydı. Pardösüsünü giydi, şemsiyesini aldı ve kapının önüne çıktı. Fatma’yı beklemeye başladı.
Fatma, evden çıkmadan önce son bir kez evi kontrol etti. Ardından büyük kızı Fındık’ı uyandırıp yapılacakları tembihledi. Fındık biraz daha uyuyacak, sonra kardeşi İnsaf’ı kaldıracak, birlikte kahvaltı edeceklerdi. Fındık, kardeşinin saçlarını tarayıp iki yandan örecek, önlüklerini giydirip birlikte okula götürecekti. Okuldan döndüğünde, annesinin akşamdan hazırladığı malzemelerle yemek pişirecek; hem kendilerine öğle yemeği hem de annesiyle babasına akşam yemeği olacak yemeği hazırlayacaktı.
Fatma, çalıştığı evin hanımının verdiği pardösüyü giydi, eşarbını çenesinin altından bağladı. Dışarı çıktığında İsmail onu bekliyordu. Fatma, İsmail’in koluna girdi; birlikte dolmuş durağına kadar yürümeye başladılar. Yağmurdan dolayı yol çamurluydu, yürümek zordu ama alışmışlardı.
İsmail bir bakanlıkta ambar memuru olarak çalışıyordu. Her sabah dolmuşa binerek Kızılay’daki işine gidiyor, dönüşte eğer hava müsaitse yürüyerek eve geliyordu. Durağa geldiklerinde Fatma, eşine veda edip kendi yoluna saptı.
Yaklaşık on beş dakika sonra çalıştığı apartmana vardı. Evin hanımı kendisine anahtar bırakmıştı. Kapıyı yavaşça açtı, pardösüsünü ve eşarbını vestiyere astı. Orada duran tülbentini başına bağladı ve doğrudan mutfağa geçti. Çayı demleyip kahvaltı sofrasını hazırlarken, ev sahipleri de birer birer uyanıp hazırlanıyorlardı.
Evin hanımı bir bankada müdürdü. Eşi ise İsmail’in çalıştığı bakanlıkta üst düzey bir yöneticiydi. Zaten İsmail’in bakanlıktaki işini de bu adam ayarlamıştı. Hanımı, Fatma’ya bakanlıkta personel alınacağını söylemiş, İsmail’e başvurmasını tavsiye etmişti. İsmail sınavı kazanmış, ambar memuru olarak göreve başlamıştı.
Fatma, ev sahiplerini yolcu ettikten sonra kendine bir kahvaltı tabağı hazırladı, çayını doldurup sessizce karnını doyurdu. Masayı topladıktan sonra işe koyuldu. Hanımının akşam için istediği yemekleri hazırlamaya başladı. Yemekler pişerken apartman görevlisi geldi, günlük siparişlerini verdi. Siparişleri teslim aldı, mutfağa yerleştirdi.
Ardından evi süpürdü, kovaya su doldurup mobilyaların üzerini sildi. Gün ilerledikçe işleri azaldı. Akşama doğru evden çıkacak, hava kararmadan pazara uğrayıp eve dönecekti. Pazar tezgâhlarında gezerken renkli tokalar dikkatini çekti. Kızlarına tokalar aldı; “örgülü saçlarına takarlar” diye düşündü, gözleri parladı.
O sırada okuldan dönen Fındık ve İnsaf, önlüklerini çıkarıp işe koyuldular. Önce evi süpürdüler, ardından ocaktaki yemeği kontrol ettiler. Fındık, kardeşiyle birlikte ekmek almak için aşağı sokaktaki bakkala indi. İnsaf, dönüşte sokakta arkadaşlarını görünce biraz oynamak istedi. Ablası da ona izin verdi, “Yemek hazır olunca çağırırım,” dedi.
Fındık eve dönüp yemeği pişirdi, sofrayı hazırladı. Biraz sonra İnsaf geldi. Ellerini yüzünü yıkadıktan sonra sofraya oturdular. Yemekten sonra bulaşıkları birlikte yıkayıp yerlerine kaldırdılar. Ardından divanda oturup çantalarını açtılar, defter ve kitaplarını çıkararak ödevlerini yapmaya başladılar.
İnsaf, bazı yerlerde ablasına sorular soruyor; Fındık da sabırla açıklamaya çalışıyordu. İki küçük yürek, bir yandan çocukluğun masumiyetiyle yaşayıp bir yandan sorumluluğu yavaş yavaş öğreniyordu.
Fatma eve döndüğünde çocukları divanın üzerinde, yan yana uyumuş halde buldu. Ödevlerini bitirmişlerdi. Onlara sevgi dolu gözlerle bir süre baktı. Sessizce pazardan aldıklarını mutfağa taşıdı. Renkli tokaları çıkarıp kızlarının başucuna bıraktı. Onların biraz daha uyumasını istedi; babaları geldiğinde birlikte akşam yemeği yiyeceklerdi.
Çocuklar sabahları erkenden kalkıyor, okula gidiyor, ev işleriyle ilgileniyor, yemek yapıyor, ders çalışıyor, ödevlerini tamamlıyorlardı. Daha yaşlarını yaşamadan yoruluyorlardı.
Günler bu tempoyla akıp giderken, Fatma bir sabah hamile olduğunu fark etti. Durumu belli olana dek işe gitmeye devam etti. Son aylarında, çalıştığı evin hanımı ona izin verdi. Fatma, yerine geçici bir kadın bulmuş, hanımıyla tanıştırmış, neler yapması gerektiğini tek tek anlatmıştı.
Bir oğlu oldu, adını Ali koydular. Kızlar hem sevinmiş hem de kardeşlerini biraz kıskanmışlardı. Ne de olsa o bir erkek bebekti.
O günlerde okullar da tatil olmuştu. Kızlar evdeydi ve Fatma yeniden işe dönmek zorundaydı. Artık evin tüm yükü, kardeşlerinin bakımı da dahil olmak üzere Fındık’ın omuzlarındaydı. Zaten o, her zaman evin ikinci annesiydi.
Yıllar geçti. Fatma ve İsmail’in bir kızı daha oldu: Gülcan. Çocuklar büyüdü. Kimi ortaokula, kimi liseye gitti. Fındık, yaşı geldiğinde dayısının oğlu ile evlendirildi. Fatma, tüm bu yaşam mücadelesine rağmen çalışmayı sürdürdü. Hâlâ her sabah İsmail’le birlikte işe gidiyordu.
Bu arada İsmail, bakanlığın Çankaya’da yaptırdığı konutlar için başvurmuş, küçük taksitlerle ev sahibi olmuşlardı. Gecekondu evlerini damadına ve kızları Fındık’a bırakarak, iki oda bir salonluk, banyolu mutfaklı küçük ama modern evlerine taşındılar.
Fakat bir gün Fındık rahatsızlandı. Sanki yılların yorgunluğunu bir anda bırakmak istercesine 20 yaşında hayata gözlerini yumdu. Geride eşi ve üç yaşında oğlu Erkan Kalmıştı. Fatma ve İsmail’in içi parçalandı. Fatma, Erkanı yanına alarak askere gidene kadar ona baktı. Erkan anneannesini anne bildi ölene kadarda onu anne diye çağırdı. Fatma ve İsmail Erkanı da evlendirerek mürüvvetini görmüşlerdi ve yaşlanmışlardı artık. Emeklilik zamanları çoktan gelmişti. İnsaf da evlenip yuvadan uçmuştu.
Zamanla oğulları Ali’yi ve küçük kızları Gülcan’ı da evlendirdiler. Artık Fatma ve İsmail, oğulları Ali ve gelinleri İnsaf ’la birlikte oturuyorlardı. Yaz aylarında köye gider, eski evlerinde kalır, bağla bahçeyle ilgilenirlerdi.
Yıllar İsmail’in sağlığından da götürmüştü. Şeker hastasıydı. Uzun bir hastalık sürecinin ardından, bir sabah sessizce bu dünyaya veda etti. Ardından birkaç yıl sonra Fatma da ömrün yükünü daha fazla taşıyamadı. Kızının ve eşinin yanına göçtü.
Ama hayatın sınavları bitmemişti. Fındık’ın oğlu Erkan genç yaşta geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda etti. Aile bir kez daha acıya boğuldu. Henüz o yaraları saramadan, pandemi döneminde Ali de hastalandı. O da babası gibi şeker hastasıydı. Uzun süren tedavilere rağmen toparlanamadı ve o da göçüp gitti.
Bu ölümler ailede derin bir boşluk yarattı. Özellikle Erkan’ın eşi Selver ve Ali’nin eşi İnsaf en büyük acıyı yaşayanlardı. Herkes için zor yıllardı.
Bugün, Selver ve İnsaf hayattalar. Çocukları ve torunlarıyla avunuyor, onların sağlığı ve mutluluğu için dua ediyorlar. Tek dilekleri, onların böyle acılar yaşamaması.

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

1 yorum yapılmış

  • Garip KARAKUŞ (1 hafta önce)
    Kutluyorum, Kalemin tükenmesin.
    0
    0
    Yanıtla

İrfan BAŞARANOĞLU yazıları

Çok okunanlar