BİR FİNCAN KAHVE
Sessiz ve huzurlu bir evdi ablasınınki. Dışarıda hayatın gürültüsü sürüp giderken, o evin içinde zaman biraz daha yavaş akardı. Ayfer, sınavlara hazırlanmak için geldiği bu evde ders çalışmadığı zamanlarda ablasına yardım ederdi. Ablası her ne kadar “Sen sadece dersine odaklan.” diyerek ısrar etse de Ayfer’in içi rahat etmezdi. Elinden geldiğince sofra kurar, bulaşıkları yıkar, evi toplardı.
Bazen akşamları mutfağın sıcak ışığında kitaplarının başına oturur, anlamadığı konularda eniştesine danışırdı. Eniştesi elinden geleni yapardı ama onun da çaresiz kaldığı, “Bu konuyu ben de tam bilemiyorum.” dediği anlar olurdu. O zaman Ayfer, bir an sessizce gülümser, “Olsun, ben yine denerim.” derdi kendi kendine.
Çalışkanlığının yanı sıra içinde ince bir mahcubiyet de vardı; sanki bu evde misafir değil de borcunu ödemeye çalışan biriydi.
Dersler ilerleyip konular ağırlaştıkça Ayfer iyiden iyiye zorlanmaya başlamıştı. Artık eniştesi bile bazı konularda ona yardımcı olamıyordu. Ablası ise bu durumu fark ettikçe içten içe üzülüyor, elinden bir şey gelmemesinin çaresizliğiyle ne yapacağını bilemiyordu.
Bir akşam, bulaşıkları yıkarken aklına karşı komşusu Selin geldi. Selin’in kaynı Elektronik Mühendisiymiş; belki o yardımcı olabilirdi. Hemen ertesi gün komşusuna uğrayıp konuyu açtı.
Selin dikkatle dinledi. Kaynı bir iki ay sonra askere gidecekti. Yaz boyunca köyde çalışmış, şimdi de abisinin yanında şehirde birkaç sakin hafta geçirip dinlenmeye çalışıyordu. Günlerini biraz gezerek, biraz da yaklaşan askerlik günlerini düşünerek geçiriyordu.
Selin, “Akşam kocamla ve kayınımla konuşayım,” dedi. “Ne derlerse sana haber veririm.”
Ablası umutla başını salladı. Belki bu genç mühendis, Ayfer’in zorlandığı konularda ona destek olabilir, içini kemiren o başarısızlık korkusunu biraz olsun hafifletebilirdi.
Akşam olunca Selin sofrayı hazırlayıp kocasını ve kaynını beklemeye başladı. Evde mis gibi çorba kokusu yayılmıştı. Birazdan kapı açıldı, yorgun ama neşeli iki ses duyuldu.
“Hoş geldiniz!” dedi Selin gülümseyerek.
“Hoş bulduk, abla! Şehir havası iyi geldi vallahi,” dedi genç adam, üstündeki montu çıkarırken.
Kocası sandalyesine otururken sordu: “Ne var ne yok, neler yaptın bugün?”
Selin, sofraya çorbayı koyarken konuyu yavaşça açtı:
“Bugün karşı komşu Yeliz uğradı. Hani şu sessiz, kendi halinde olan var ya… Kız kardeşi sınava hazırlanıyormuş, ama biraz zorlanıyormuş. Eniştesi de artık yardımcı olamıyormuş. Aklına sen gelmişsin.”
Genç mühendis kaşlarını kaldırıp şaşkın bir ifadeyle baktı.
“Ben mi?”
“Evet sen,” dedi Selin gülümseyerek. “Elektronikten, fizikten anlıyorsun ya… Kız da bu konularda epey zorlanıyormuş.”
Kocası söze karıştı:
“E, yardım et gitsin. Hem boş duracağına bir hayra vesile olursun.”
Genç adam bir süre sustu. Çorbasından bir kaşık alıp düşündü.
“Aslında olur… nasıl bir kız peki?”
Selin hafifçe gülümsedi. “Sessiz, terbiyeli bir kız. Çalışkan da. Ablasının yanında kalıyor. İstersen yarın beraber uğrarız, tanışırsınız.”
Genç adam başını salladı.
“Peki, tamam,” dedi alçak bir sesle. “Yarın uğrarız. Belki birkaç derste yardımcı olurum.”
Selin içinden “Oh, sonunda hallettim.” diye geçirdi. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı. O sırada dışarıda sonbahar rüzgârı esiyor, pencereden içeri serin bir hava doluyordu. Hiç kimse farkında değildi ama bu küçük konuşma, ileride bambaşka bir hikâyenin ilk satırlarını yazıyordu.
Sabah güneşinin yumuşak ışığı pencereden içeri süzülürken Yücel işe gitmek üzere evden çıktı. Selin de kaynı Erhan’la kahvaltılarını yapıp kısa bir hazırlığın ardından, “Hadi, şu karşı komşuya uğrayalım,” dedi.
Birazdan Yeliz’in kapısını çaldılar.
Kapı açılınca Selin gülümseyerek,
“Sabah kahvesine geldik,” dedi.
Yeliz de neşeyle,
“Aman ne güzel, buyurun geçin,” diyerek onları içeri davet etti.
O sırada mutfakta bulaşıkları yıkayan Ayfer, misafir seslerini duyunca ellerini kurulayıp salona geçti.
“Hoş geldiniz,” dedi utangaç bir tebessümle.
Selin daha önce Yeliz’le Erhan’ı tanıştırmıştı; bu kez Yeliz de kardeşi Ayfer’i misafirlere tanıttı.
“Akşam sana bahsettiğim karşı komşumuz Selin Hanım ve kaynı Erhan Bey,” dedi.
Ardından Ayfer, nazikçe, “Kahveleri ben yapayım,” diyerek mutfağa geçti.
Bir süre sonra kahveler geldi. Küçük fincanlardan yükselen mis gibi koku salona yayıldı. Sohbet kısa sürede ısındı; önce havadan sudan konuşuldu, sonra konu yavaş yavaş Ayfer’in derslerine geldi.
Selin, bir an duraksayıp Erhan’a baktı.
“Erhan, elinden geldiğince Ayfer’e derslerinde yardımcı olmaya çalışacak,” dedi.
Yeliz’in yüzüne sıcak bir gülümseme yerleşti.
“Çok memnun oluruz,” dedi içtenlikle.
Ayfer de hafifçe başını eğerek,
“Gerçekten çok teşekkür ederim,” diye fısıldadı.
Kısa bir sessizlik oldu; ardından Erhan yumuşak bir sesle,
“Öğleden sonra uygun olursanız başlayabiliriz,” dedi.
Yeliz onayladı, Ayfer de çekingen bir tebessümle başını salladı.
Böylece o sabah, bir fincan kahve eşliğinde başlayan küçük bir tanışma, Ayfer’in hayatında yeni bir dönemin ilk adımı olmuştu.
Öğleden sonra Erhan, elinde birkaç kitap ve defterle kapının önünde bir an durdu. İçinde belli belirsiz bir çekingenlik vardı. Derin bir nefes alıp zile bastı.
Kapıyı Yeliz açtı.
“Hoş geldin Erhan,” dedi gülümseyerek. “Ayfer içeride, ders çalışıyordu. Gel, seni odaya alayım.”
Erhan salona adım attığı anda içeriden Ayfer çıktı. Saçlarını alelacele toplamış, üzerinde sade bir ev kıyafeti vardı.
“Hoş geldiniz Erhan Bey,” dedi, ardından utangaç bir tebessümle ekledi: “Yoksa öğretmenim mi deseydim?”
Erhan hafifçe gülümsedi.
“Sadece Erhan derseniz memnun olurum,” dedi nazik bir sesle.
Kısa bir sessizlik oldu; sonra Yeliz, ikisine de başarılar dileyerek mutfağa geçti. Ayfer önden buyur etti, Erhan da çekinerek odaya girdi.
Ders çalışacakları oda sade ama tertemizdi. Masanın üzerinde birkaç açık kitap, not defterleri ve bir bardak taze çay duruyordu.
Erhan sandalyeye otururken, “İstersen önce nerede zorlandığını anlayalım,” dedi.
Ayfer başını sallayıp defterini açtı. “Aslında şu formüller kafamı karıştırıyor,” dedi.
Ve böylece ilk dersleri başlamış oldu. Sözcükler başta biraz tutuktu ama zaman ilerledikçe gerginlik yerini tatlı bir uyuma bıraktı. Ayfer sorular sordukça Erhan sabırla anlattı; o anlattıkça Ayfer’in gözlerinde anlayışın ve minnetin ışığı belirdi.
O an, ikisi de farkında değildi ama o odada sadece formüller çözülmüyor, iki genç kalp de yavaş yavaş birbirine ısınıyordu.
Günler birbirini kovaladı; dersler, tekrarlar, notlar arasında zamanın nasıl geçtiğini kimse anlamadı. Ayfer, her geçen gün biraz daha kendine güveniyor, Erhan’ın sabırlı anlatımlarıyla eksiklerini tamamlıyordu. Yeliz her sabah onları izlerken içten içe gururlanıyor, bu iki gencin kurduğu sessiz dostluğa gülümsüyordu.
Ve nihayet, o beklenen sabah geldi. Sınav günü…
Evde erken bir telaş vardı. Yeliz, kardeşinin heyecanını bastırmak için sakin görünmeye çalışıyordu. Ayfer ise defterini son bir kez karıştırıp derin bir nefes aldı.
Kapıya çıktıklarında, karşı komşunun kapısı da aralandı.
Selin gülümseyerek,
“Başarılar Ayfer, inşallah gönlünce olur,” dedi.
Ayfer mahcup bir tebessümle teşekkür etti.
O sırada Erhan da içeriden çıktı. Üzerinde sade bir gömlek, elinde bir kahve fincanı vardı. Ayfer’i görünce bir an durdu, sonra samimi bir ses tonuyla,
“Kolay gelsin, eminim iyi geçecek,” dedi.
Ayfer başını hafifçe eğdi, yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi.
“Teşekkür ederim, sizin sayenizde çoğunu anladım zaten,” diye karşılık verdi.
Yeliz asansöre yönelirken Selin el salladı, Erhan da kısa bir süre kapının önünde kaldı. Gözleri Ayfer’in ardından giderken, içinden sessizce,
“Umarım her şey istediği gibi olur,” diye geçirdi.
O sabah, sokakta rüzgâr hafifçe esiyor, sarı yapraklar kaldırıma düşüyordu. Her şey sıradan görünse de Ayfer ve Erhan için o gün, hayatlarının yönünü değiştirecek günlerden biriydi.
Sınavdan döndüklerinde hava akşamüstüne dönmüştü. Gün boyu yağan ince yağmur durmuş, sokak taşları nemli bir parlaklıkla ışıldıyordu. Ayfer’in yüzünde hem yorgunluk hem de huzur dolu bir tebessüm vardı.
Bir süre sonra kapı hafifçe çaldı. Yeliz mutfaktaydı; kapıyı Ayfer açtı. Karşısında Selin gülümseyerek duruyordu.
“Hoş geldiniz Selin abla,” dedi Ayfer, şaşkın ama sevinçli bir ses tonuyla.
Selin, içeri adım atmadan sordu:
“Hadi bakalım, nasıl geçti sınav?”
Ayfer’in gözleri bir anda parladı.
“Çok iyi geçti Selin abla! Sorular tam çalıştığımız yerlerden çıktı. Kesin kazanacağım gibi hissediyorum.”
Selin’in yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti.
“Aferin sana, emeklerinin karşılığını alacaksın inşallah,” dedi, elini Ayfer’in omzuna koyarak.
Ayfer içten bir minnettarlıkla gülümsedi.
“Sizin ve Erhan Bey’in sayesinde oldu, gerçekten. Yardımınız olmasaydı bu kadar emin konuşamazdım.”
Selin, bu sözleri duyunca duygulandı.
“Erhan da çok sevinecek, oda merak ediyordu,” dedi. “Ona da söylerim, birlikte sevinirsiniz artık.”
Ayfer başını eğip utangaçça gülümsedi.
“Selamımı iletin lütfen,” dedi yumuşak bir sesle. “Ben de çok teşekkür ederim.”
Selin, Ayfer’in gözlerindeki samimiyeti görünce içinden bir sıcaklık geçti. O an, sadece bir sınavın değil, iki kalbin de yavaş yavaş birbirine yaklaşmaya başladığını hissetti.
Ertesi sabah, sınavın ardından evde tatlı bir rahatlama vardı. Ayfer mutfakta sessizce bir şeyler hazırlarken ablası merakla sordu:
“Ne yapıyorsun bakalım?”
Ayfer utangaç bir gülümsemeyle,
“Erhan Bey’e teşekkür etmek istiyorum,” dedi. “Bir pasta yapıp götüreceğim. Onun emeği çok büyük.”
Yeliz bir an düşündü, sonra yumuşak bir sesle,
“Bu küçük bir hediye sayılmaz mı sence?” dedi.
Ayfer başını salladı.
“Ben eve gidince babama söylerim, uygun bir hediye alırız. Bu sadece bir teşekkür…”
Pasta piştiğinde evin içine vanilya ve çikolata kokusu yayılmıştı. Ayfer pastayı özenle tabağa yerleştirdi, yanına da küçük bir not iliştirdi: “Emekleriniz için teşekkür ederim.”
Sonra hafif bir heyecanla karşı komşunun kapısına gitti ve zile bastı.
Kapı kısa süre sonra açıldı. Erhan karşısında Ayfer’i görünce şaşırdı, ardından yüzüne sıcak bir tebessüm yayıldı.
“Hoş geldin Ayfer, bu ne güzel bir sürpriz,” dedi.
Ayfer mahcup bir şekilde pastayı uzattı.
“Sadece teşekkür etmek istedim,” dedi kısık bir sesle.
Erhan pastayı aldı, gözleri bir an Ayfer’in gözlerine takıldı.
“Gerçekten çok naziksin, teşekkür ederim,” dedi.
Bir an sessiz kaldı, sonra biraz çekinerek ekledi:
“Aslında senden küçük bir ricam olacak…”
Ayfer şaşkınlıkla baktı.
“Buyurun?”
Erhan derin bir nefes aldı.
“Sizinle bundan sonra da görüşmek isterim. Belki arada konuşur, askere gitmeden bir kahve içeriz… Bana telefon numaranı verebilir misin?”
Ayfer’in yüzü hafifçe kızardı.
“Elbette,” dedi utangaç bir sesle. “Ama sadece mesai günlerinde ve mesai saatlerinde arayabilirsiniz. Diğer zamanlarda babam evde olur.”
Erhan gülümsedi, bu ince çekingenliği hoşuna gitmişti.
“Söz,” dedi. “Sadece uygun olduğunda ararım.”
Ertesi gün, Ayfer sabah erkenden eşyalarını topladı. Yeliz, kardeşini uğurlarken gözleri doldu.
“Dikkat et kendine,” dedi sarılarak.
Ayfer sessizce başını salladı. Kapıdan çıkarken dönüp bir kez daha komşunun penceresine baktı. Perdelerin arkasında bir gölge vardı; belki de Erhan, gidişini sessizce izliyordu.
O an, ikisi de farkında değildi ama o küçük pasta, bir teşekkürden çok daha fazlasıydı içlerinde filizlenen duyguların sessiz bir vedasıydı.
Aradan birkaç gün geçmişti. Evde babasının ve annesinin sevinci yaşanıyordu. Babası Erhan’a hediye bir gömlek alması için Ayfer’e para verdi.
Ertesi gün öğlene doğru Ayfer odasında müzik dinliyor, bir taraftan da eşyalarını düzenliyordu. Salondan telefonun çalma sesi duyuldu. Annesi Ayfer’e seslenerek telefona bak benim elim bulaşıkta dedi ve telefonu Ayfer açtı.
“Alo, buyurun? ben Ayfer” dedi merakla.
Karşıdan tanıdık bir ses geldi:
“Merhaba Ayfer, ben Erhan.”
O an, Ayfer’in sesi bir an kesildi. Kalbi hızla çarpmaya başladı. O ismi duymayı bekliyordu. Bir yandan şaşkınlık, bir yandan da içini saran bir sevinçle, “Erhan… sen misin, efendim?” diyebildi.
“Evet,” dedi Erhan, gülümseyen bir ses tonuyla. “Sen gittikten sonra hep seni aramak istiyordum. Nasılsın?”
Kısa bir sessizlik oldu. Ayfer derin bir nefes aldı, sesini toparladı.
“İyiyim… sen?”
“Ben de iyiyim,” dedi Erhan. “Yarın müsaitsen buluşalım mı? Konuşacak çok şey var.”
Ayfer’in yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi.
“Olur,” dedi alçak bir sesle. “Yarın görüşürüz o zaman.”
Telefon kapandığında bir süre yerinde öylece kaldı. Parmakları hâlâ hafifçe titriyordu. Kalbinde eski günlerin yankısı vardı; tanıdığı o ses, daha bir hafta geçmeden yine hayatına dokunmuştu.
Ertesi günkü buluşmanın düşüncesi, o gece Ayfer’in uykuya dalmasını zorlaştırdı. Hem heyecanlıydı hem tedirgin.
Kafasında tek bir soru dönüp duruyordu: Annesine ne söyleyip dışarı çıkacaktı, sonradan aklına geldi babasının verdiği para ile Erhan’a hediye bir gömlek alıp verecekti, böylelikle yalan da söylememiş olacaktı.
Erhan ve Ayfer, ilk buluşmalarının ardından birkaç kez daha bir araya geldiler. Her görüşmede aralarındaki bağ biraz daha güçleniyordu. Birlikte içtikleri kahveler, yaptıkları kısa yürüyüşler ve paylaştıkları anılar, ikisinin de kalbinde mutluluk filizleri yeşertmişti.
Erhan, askere gitmeden önce kararını çoktan vermişti. Ayfer onun için sadece bir öğrenci ya da tatlı bir hatıra değildi artık; hayatının geri kalanında yanında olmasını istediği kadındı.
Bir akşam, gün batımının turuncu ışıkları şehri sarmışken, Erhan ailesiyle birlikte Ayfer’in evinin kapısını çaldı. Kapıyı Ayfer’in babası açtı. “Hoş geldiniz,” dedi saygılı bir ses tonuyla.
Erhan’ın annesi öne çıktı, yüzünde sıcak bir gülümseme vardı. “Allah’ın emri, Peygamberin kavliyle oğlumuz Erhan’a kızınız Ayfer’i istemeye geldik,” dedi.
Kapıda bir sessizlik oldu. Ayfer’in kalbi hızla çarpıyordu; yan odada, elini dizine koymuş, sessizce bekliyordu. Babası derin bir nefes alıp gülümsedi ve misafirleri içeri buyur etti.
“Birden kapı ağzında kız istemeyi yeni gördük, ama kızımıza değer veren bir aile görmekten memnun oluruz,” dedi. “İçeride konuşuruz, hayırlısı ne ise o olur.”
O an, Ayfer’in gözleri doldu. Hem şaşkın hem mutlu hem de biraz ürkekti. Kapı aralığından Erhan’a kısa bir an baktı; Erhan’ın gözlerinde kararlılık, huzur ve derin bir sevgi vardı.
O gece, her şey Erhan’ın ve Ayfer’in istediği gibi oldu, tatlılar dağıtıldı. Erhan’ın asker yolu yaklaşıyordu, ama giderken ardında bekleyen biri daha olacaktı. Ayfer içinse o gece, umutla korkunun, sevinçle hasretin birbirine karıştığı unutulmaz bir başlangıçtı.
Erhan askerlik görevini kısa dönem olarak tamamlayıp döndüğünde, onu bekleyen sadece ailesi değil, Ayfer’in sessiz ama derin sevgisiydi. Aylar geçmiş, her ikisi de kendi hayat yolculuklarında önemli adımlar atmışlardı.
Ayfer, sınavını kazanmış ve devlet hastanesinde göreve başlamıştı. Beyaz önlüğünü ilk kez giydiğinde, içinde hem gurur hem Erhan’ın katkısı hem de yılların emeğinin huzuru vardı. Artık başkalarına şifa dağıtan bir sağlık emekçisiydi.
Erhan da boş durmamış, üniversitede okutman olarak göreve başlamıştı. Ders anlattığı amfide, öğrencilerinin gözlerindeki merakı gördükçe, doğru bir yol seçtiğini hissediyordu.
Her ikisi de farklı evlerde olsalar da kalpleri aynı ritimle atıyordu. Aralarındaki bağ, artık sadece duygusal bir yakınlık değil, ortak bir yaşam hayaline dönüşmüştü. Yapılan düğün sonrası akşamları eve gelip konuştuklarında birbirlerinin sesinde huzur buluyor, geleceğe dair umutlarını paylaşıyorlardı.
Artık hem hayat hem kader, onların yanında gibiydi. Zorluklarla başlayan hikâyeleri, şimdi yavaş yavaş huzura ve mutluluğa doğru ilerliyordu.
Bir süre sonra Erhan, başka bir şehirdeki üniversiteye tayin edildi. Ayfer ise hiç düşünmeden tayinini aynı şehre aldırdı. Birlikte yeni bir hayata başlamanın heyecanı içindeydiler.
Artık evlerini, umutlarını ve hayallerini paylaşan bir çift olmuşlardı. Mutluluklarına mutluluk katmak, yuvalarını çocuk sesleriyle doldurmak istiyorlardı. Ancak zaman geçtikçe, bekledikleri müjde bir türlü gelmiyordu.
Tüm tedavilere rağmen sonuç alamayınca, son çare olarak tüp bebek tedavisine başvurdular.
Ve bu kez kader onlara gülümsedi… Sadece bir bebek değil, iki mucize birden verdi onlara.
İkiz erkek bebekleri dünyaya geldiğinde, Erhan’ın gözlerinden sevinç yaşları süzülüyordu.
Ayfer, bebekleri kucağına aldığında kalbi tarifsiz bir huzurla doldu. Yıllar boyu emekle örülmüş bir sevdanın sonunda, hayat onlara en güzel armağanını vermişti.
Yıllar birbirini kovaladı… Zaman, sessizce akıp giderken Erhan ile Ayfer de yaşlandılar.
Bir zamanlar kucaklarına mucize gibi düşen o iki küçük oğulları, artık üniversite sıralarındaydı.
Bazen akşamüstleri balkonda oturup geçmişi anıyorlardı. Erhan, elinde kahve fincanıyla uzaklara dalar; Ayfer, göz ucuyla ona bakar, yüzündeki çizgilere sinmiş yılların izlerini okurdu.
“Ne çabuk geçti yıllar. Seninle ilk karşılaşmamız bir fincan kahve ile başlamıştı, Daha sonrada sana ders çalıştırırken ilişkimiz ilerledi ve seninle evlendim, iyi ki de evlenmişim…” derdi Erhan hüzünle. Gerçekten de öyleydi. Bir zamanlar evlenmeyi, yuva kurmayı, çocuk sahibi olmayı hayal eden iki gençtiler. Şimdi ise, çocuklarının mezun olmasını, kendi emeklilik günlerini, oğullarının mürüvvetini ve torun sevmeyi düşlüyordu ikisi de.
Hayat, tıpkı bir nehir gibi akıp geçmişti; onlar da o nehrin kıyısında, el ele tutuşmuş, her şeye rağmen gülümsemeyi başarabilmiş iki yürek olarak kalmışlardı. Bir müddet sonra odalarına çekilerek uykuya daldılar.
Bir yaz akşamıydı… Güneş yavaş yavaş batarken, Erhan ve Ayfer yayla evlerinin bahçesindeki küçük masada oturmuş, demli çaylarını yudumluyorlardı. Evlerinin önündeki ardıç ağacı gölgesini uzatmış, havada çocuk kahkahalarının yankısı vardı.
Oğulları evlenmiş, her biri kendi yuvasını kurmuştu. Şimdi bahçede koşuşturan o minik ayak sesleri, onların torunlarınındı. Ayfer, torunlarının oyununu izlerken gözleri doldu; gülümseyerek, “Bak Erhan,” dedi, “biz de bir zamanlar böyle koşuşturuyorduk hayatın peşinde.”
Erhan, yanındaki kadına sevgi dolu bir bakışla döndü. “Evet,” dedi, “ama iyi ki hep yanımdaydın… Yoksa bu kadar güzel yaşanmazdı hiçbir şey.”
Ayfer başını Erhan’ın omzuna yasladı. Gökyüzü kızıl bir hüzünle boyanırken, içlerinden derin bir huzur geçti. Yıllar onları yaşlandırmıştı belki ama sevgilerini daha da olgunlaştırmıştı.
Artık hayatın en güzel dönemindeydiler: Geçmişe minnetle, bugüne şükürle, yarına umutla bakan iki kalp…
O akşam, torunlarının kahkahaları arasında birbirlerine sessizce baktılar. Sözsüz ama anlam dolu bir bakıştı bu… Çünkü her şey tamamdı artık. Hayat, onlara bütün eksiklerini en doğru zamanda vermişti.
Ve o günün sabahı Ayfer mutlu bir şekilde uyandı çünkü tüm dileklerinin gerçekleştiği bir rüya görmüştü ama bu rüyanın gerçekleşmesi için birkaç yıl daha sabretmeleri gerekiyordu.

































