SON DAKİKA
Reklam

MUKAYESE

MUKAYESE
A- A+
Reklam

Bankanın öğleye yaklaşan saatlerindeki kalabalığına alışkın olan İsmet, büyük müşteri temsilcisi masasında her zamanki gibi sakin bir güvenle çalışıyordu. O sırada kapıdan içeri Hilmi girdi. Hilmi, bankanın gedikli müşterilerindendi; üstelik koca bir makarna fabrikasının sahibiydi. Ama İsmet’in gözünde Hilmi, her gelişinde aynı mütevazılıkla selam veren, kahvesini birlikte içtiği bir dost gibiydi.

Her ziyaretinde olduğu gibi Hilmi bu kez de işlemlerini İsmet aracılığıyla yürütmek için doğrudan onun masasına geldi. İsmet hemen kahve söyletti; kahveler masaya gelirken ikisi de günlük koşturmacayı bir kenara bırakıp lafa daldılar.

Hilmi, son günlerdeki yoğunluğundan söz ederken yüzündeki yorgunluk ifadesi saklanamıyordu. Fabrikasındaki hummalı çalışmayı, yeni siparişleri ve artan sorumlulukları anlattı. Yine de, bu yoğunluk içinde muhasebecisini göndermek yerine kendisi bankaya gelmeyi bir “kaçamak” gibi görüyordu. “Biraz nefes almak, insan içine karışmak iyi geliyor,” dedi gülümseyerek. İsmet ise onu anlayışla dinliyor, her defasında bu küçük molanın Hilmi’ye iyi geldiğini hissediyordu.

Hilmi, zamanla İsmet’le olan arkadaşlığını iyice ilerletmişti. Onu yalnızca bir banka çalışanı olarak değil, güvenilir ve işine sadık bir dost olarak görmeye başlamıştı. Her görüşmelerinde aralarındaki bağ biraz daha kuvvetleniyor, sohbetleri yalnızca işten ibaret olmaktan çıkıp hayatın küçük ayrıntılarına kadar uzanıyordu.

Bu güvenin bir sonucu olarak Hilmi, artık her zaman bankaya gelmek zorunda hissetmiyordu. Bazı günler işlerinin yoğunluğundan bankaya uğrayamıyor, işlemlerini telefonla İsmet’e bildirerek hallediyordu. İsmet de onun işlerini titizlikle yürütüyor, Hilmi’nin yokluğunu aratmıyordu. Bu düzen, aralarındaki dostluğu daha da sağlamlaştırıyor, Hilmi’ye iş yükünün ortasında küçük bir rahatlık alanı sağlıyordu.

Hilmi o gün yine bankanın ağır cam kapısından içeri girerken kendini garip bir heyecan içinde buldu. Son zamanlarda İsmet’le aralarındaki bağ, sıradan bir banka–müşteri ilişkisinin çok ötesine geçmişti. İsmet’in masası, onun için yalnızca para işleri halledilen bir yer değil; biraz nefes alabildiği, içten bir sohbet bulabildiği bir köşe olmuştu.

Kahveler geldi, işlemler yapılırken Hilmi bir an duraksadı. Sanki uzun süredir merak ettiği bir şeyi sormak için fırsat kolluyormuş gibi, “İsmet, sen evli misin? Kaç çocuğun var?” dedi.

İsmet, önündeki evrakları düzenlerken hafifçe gülümsedi. Gözleri, utangaç bir samimiyetle Hilmi’ye döndü.
“Evli değilim,” dedi yavaşça. “Temiz, düzgün bir aile kızı bulursam evlenmeyi düşünüyorum. Şimdilik annemle babamla birlikte yaşıyorum. Fazla masrafım yok. Ev eşyalarını da taksitle alarak neredeyse hepsini tamamladım. Böylece evlenince ayrı bir eve çıktığımda eşya derdim olmayacak.”

Hilmi bu sözleri dinlerken, İsmet’in özenli ve planlı yaşamına hayran kaldı. İçinde bir yerde, bu düzenin ardında saklı kalan yalnızlığı sezdi. Bu yalnızlık, belki de onun da uzun zamandır hissettiği bir şeydi; birbirlerini anlayışla dinleyen iki insan, aynı anda hem iş konuşuyor hem de belki de kaderlerinin kesiştiği bir yerin eşiğinde duruyorlardı. 

Hilmi, işlemlerini bitirip bankadan ayrılmadan önce gülümseyerek,
“İsmet, bu akşam bir yerde buluşalım, şöyle uzun uzun sohbet edelim,” dedi.

İsmet bu daveti memnuniyetle kabul etti. Mesai bitiminde buluştular; sakin ve şık bir restoranda yerlerini aldılar. Önce yemekler geldi, ardından kadehler doldu. İsmet, geç geleceğini annesine ve babasına önceden haber vermişti. Gecenin ilerleyen saatlerinde sohbet koyulaştı; işten hayata, hayattan hayallere konudan konuya geçtiler.

Bir ara Hilmi, kadehini masaya bırakıp İsmet’e döndü:
“Madem bekârsın,” dedi gülerek, “benim bir baldızım var. Senin yaşlarında, akıllı, temiz bir kız. İstersen sizi tanıştırabilirim. Ne dersin?”

İsmet önce şaşırdı; hem teklifin ani oluşu hem de içkinin etkisiyle yüzü kızardı. Utangaç gülümsemesinin ardında, içten içe bir heyecan vardı. Kadehini yudumladıktan sonra cesaret bulup,
“Olur… Tanışmak isterim,” dedi yavaşça.

Hilmi sevinçle omzuna dokundu:
“Ben baldızımla da görüşeyim, sana haber veririm. İnşallah yakında bacanak oluruz,” dedi ve kahkahalar masanın üstünde yankılandı.

Bu sözlerle sohbet daha da samimi bir havaya büründü. Saatler ilerledi, restoranın ışıkları yavaş yavaş solmaya başlamıştı. İki dost geç vakitte mekândan ayrıldılar, her biri kendi yoluna giderken akıllarında yeni bir ihtimalin kıvılcımı vardı.

Gece yarısına doğru İsmet, ağır adımlarla evinin yolunu tuttu. Şehrin sokak lambaları hafif sarı bir ışıkla kaldırımları aydınlatıyor, rüzgâr ise o akşamın yaşattığı şaşkınlığı ve heyecanı kulağına fısıldar gibiydi. Eve girdiğinde annesi kanepede uzanmış onun gelmesini beklemişti, babası ise televizyon karşısında uyuklamıştı. İsmet, annesine usulca “Geldim,” dedi. Yorgun görünse de yüzündeki gülümsemeyi saklayamıyordu.

İsmet odasına çekildiğinde o akşamın her bir detayı zihninde yeniden canlandı: Hilmi’nin söylediği sözler, baldız teklifi, restorandaki kahkahalar… İçinde yıllardır hissetmediği bir umut kıpırdanıyordu. “Belki de bu defa,” diye düşündü, “hayat başka bir sayfa açıyordur.”

O sırada, şehrin başka bir köşesinde Hilmi de evine dönmüş, arabadan inmiş yavaş yavaş evin merdivenlerini çıkıyordu. Kendi kendine gülümsüyordu; İsmet’e verdiği söz aklında yankılanıyordu. Eve girer girmez baldızının numarasını defterinden buldu. Yarın arayıp onu bu konudan haberdar etmeyi düşündü. İsmet’e duyduğu güven, baldızına uygun bir damat adayı bulmanın sevincine karışıyordu. Doğruca yatak odasına geçti.

Eşi çoktan yatağa uzanmış, kitap okuyordu. Hilmi kısık bir sesle, “Biliyor musun, bugün bankada İsmet’le uzun uzun konuştuk…” diye söze girdi. Sonra bütün olanı biteni, İsmet’in kim olduğunu, onun evlilik planlarını ve kendi teklifini bir bir anlattı.

Kadın kitabını kapatıp başını kaldırdı, tebessüm ederek dinledi. Sonra sakin bir sesle,
“Sen uygun bulduysan gerisini kardeşim düşünür,” dedi. “Ama İsmet dediğin gibi güvenilir, akıllı biriyse kardeşim de mutlaka düşünür. Önemli olan onların birbirini tanıyıp anlaması.”

Hilmi, eşinin bu anlayışlı tavrına içten içe minnet duydu. Odada hafif bir sessizlik oldu; lambanın sarı ışığı, ikisinin yüzüne dingin bir sıcaklık bırakıyordu. Hilmi o an fark etti: Koca bir planın ilk tohumları atılmış, şimdi top artık gençlerin elindeydi.

İki adam da o gece yatağa girerken farklı duygularla doluydu: biri bir ihtimalin heyecanıyla, diğeri bir planın sorumluluğuyla… Ama her ikisinin de zihninde aynı sahne vardı: belki de yakında hayatlarını değiştirecek bir tanışma.

Hilmi ertesi sabah kahvaltıdan sonra telefonun başına geçti. Baldızını arayarak önceki akşamki konuşmayı, İsmet’in kim olduğunu ve kendisi hakkındaki düşüncelerini tek tek anlattı. Sözünü bitirdiğinde telefondaki ses biraz yumuşamıştı; tam o sırada ablası Ayten de telefonu alıp Gülten’le konuşmaya başladı. Ayten, kocasının İsmet hakkında hissettiklerini, onun güvenilirliğini ve işine sadakatini bir bir anlattı. Böylece üçü birden konuyu olgunlaştırdı ve ortak bir karara vardılar.

Kısa süre içinde bir buluşma tarihi ve yeri belirlendi. Akşam olduğunda Hilmi, eşi Ayten ve baldızı Gülten ile birlikte seçtikleri restorana geldi. Masa önceden ayırtılmıştı; loş ışıklar ve hafif müzik, ortamı daha da sıcak kılıyordu. Az sonra İsmet de geldi. Hilmi ayağa kalkıp onu karşılayarak eşi ve baldızıyla tanıştırdı.

Başlangıçta hafif bir çekingenlik olsa da sohbet ilerledikçe masa neşeyle doldu. Yemekler, gülüşmeler, küçük şakalar… Gülten’in utangaç ama meraklı bakışları ile İsmet’in ölçülü tavırları arasındaki ince bir bağ, masanın üzerinde sessizce kuruluyordu.

Gece sona erdiğinde Hilmi, bu kez farklı bir heyecanla İsmet’i arabasına aldı. Yol boyunca kısa kısa konuştular; Hilmi, “İyi bir akşamdı,” dedi. İsmet gülümseyerek başını salladı. İçinde uzun zamandır hissetmediği bir umut filizleniyordu. Eve vardıklarında Hilmi onu kapının önünde bırakırken, dördünün de aklında aynı soru dolaşıyordu: Bu tanışma belki de yeni bir hikâyenin başlangıcı mıydı?

Birkaç gün sonra Hilmi, İsmet’i arayarak düşüncelerini sordu. İsmet, içten bir umutla olumlu yanıt verdi. Ardından Gülten’in de görüşmeye devam etmek istediğini söylemesi, içinde kelebekler uçuran bir sevinç yarattı. Hilmi’den Gülten’in telefonunu alan İsmet, hafta sonunun gelmesini sabırsızlıkla beklemeye başladı. Her geçen gün aklında canlanan sessiz, sakin ve nezih yerde, Gülten’le karşı karşıya oturup rahatça konuşacakları anın hayalini kuruyordu. Kalbi hem heyecan hem de mutlulukla hızlı hızlı çarpıyordu; sanki uzun süredir beklediği bir an nihayet gerçek olacaktı.

İsmet hafta sonu buluşmaları için Gülten’i arayarak kendisinden randevu talep edecekti ve aradı, Gülten de telefonu eline aldığında benzer bir heyecan içindeydi. İsmet’le geçireceği zamanın sessiz huzurunu ve samimi sohbetlerini düşünmek, yüzüne hafif bir gülümseme getiriyordu. Onun da kalbi, İsmet’le buluşacakları an için bir yandan umutla, bir yandan da tatlı bir heyecanla çarpıyordu.

Hafta sonu nihayet gelmişti. İsmet, kalbi heyecanla çarparak sessiz, nezih kafeye adımını attı. Gözleri bir an için etrafı taradı; tam o sırada Gülten kapıdan içeri girdi. İkisi de birbirini görür görmez hafifçe gülümsedi. O gülümseme, bin kelimenin anlatamayacağı kadar sıcak ve içtendi.

Gülten yanına oturduğunda ikisi de bir an sessiz kaldı; bu sessizlik, yılların bekleyişinden sonra konuşmaya başlamadan önce duyulan tatlı heyecanın kendisiydi. İsmet derin bir nefes aldı, kalbinin atışını bastırmaya çalışarak konuştu; Gülten’in gözlerinde merak ve samimi bir sıcaklık parlıyordu. Her kelime, her bakış, birbirlerinin iç dünyasına açılan bir kapı gibiydi.

Konuştukça, geçen günlerin özlemi ve bekleyişin gerilimi yavaş yavaş kayboldu. Yerini, içten bir huzur ve tatlı bir neşe aldı. Zaman adeta durmuş gibiydi; sadece ikisinin kalp atışları ve hafif gülüşleri duyuluyordu. İsmet, Gülten’in yanında olmanın verdiği mutluluğu derinden hissediyor, her anı hafızasına kazıyordu. Gülten de benzer bir duyguyla, İsmet’in yanında olmanın güvenini ve sıcaklığını yudumluyordu.

O an, sessizliğin ve kelimelerin birlikte dans ettiği, kalplerin birbirine en derinden dokunduğu bir an olmuştu.

İsmet ile Gülten genellikle hafta sonları buluşuyorlardı; bazen İsmet erken çıkabilirse hafta içi de bir araya gelip sohbet ediyorlardı. Geleceklerinden, nişanlarından ve düğünlerinden söz ediyor, hayallerini paylaşıyorlardı. İsmet, ev eşyalarının hazır olduğunu ve bu nedenle sıkıntı yaşamayacaklarını söylerken, Gülten de “Hiç önemli değil, olmasa bile yavaş yavaş alırız” diyerek onun rahatlamasını sağlıyordu.

Birkaç hafta sonra, İsmet annesi ve babasını da alarak Gülten’in evine gitti. Giderken yanlarına, gelenek olduğu üzere çiçek ve çikolata da yaptırmışlardı. Kapıyı Gülten açtı ve misafirlerini güler yüzle içeri buyur etti. O sırada Hilmi ile Ayten de evdeydi. Hilmi, gelenleri adetten olduğu üzere kayınbabası ve kaynanasıyla tek tek tanıştırdı.

Kısa bir sohbetten sonra konu açıldı ve asıl meseleye girildi. Artık İsmet ile Gülten’in sözleri kesilmiş, söz yüzükleri takılmıştı. Çok zaman geçmeden nişan yapılmasına karar verildi. Aile dostlarının da katıldığı sade ama anlamlı bir merasimde nişan yüzükleri de takıldı ve düğün hazırlıklarına resmen başlanmış oldu.

Gülten ile İsmet, birlikte beğendikleri bir evi kiralayarak hazırda bulunan eşyaları yerleştirmeye başladılar. Kız tarafının alacağı eşyalar da kısa sürede temin edilince ev oturulacak hâle geldi.

Düğün günü geldiğinde, kalabalık bir davetli topluluğu salondaki yerini aldı. Nikâhta, İsmet’in şahidi banka müdürü olurken; Gülten’in şahidi ise Hilmi olmuştu. Böylece çift, sevdiklerinin şahitliğinde hayatlarını birleştirdi.

Düğünden hemen sonra balayına giden çift, birkaç gün sonra dönerek yeni hayatlarına adım attı. İsmet, vakit kaybetmeden işine başlamıştı. Gülten ise yeni evine, daha doğrusu kendi kurduğu yuvaya alışmaya çalışıyor; günlük ev işleriyle uğraşıyor ve her geçen gün biraz daha mutlu oluyordu.

Onun mutluluğu, İsmet işten eve döndüğünde katlanıyor; birlikte yemeklerini yiyor, gün boyunca yaşadıklarını birbirlerine anlatıyorlardı. Sofradan kalktıktan sonra Gülten mutfağa geçip bulaşıkları makineye yerleştiriyor, ardından iki fincan kahve hazırlayarak salona dönüyordu. Akşamların en keyifli anı, kahvelerini yudumlarken birlikte televizyon seyretmek ve evin huzurlu sessizliğini paylaşmaktı.

Günler birbirini kovalarken, evin içindeki düzen Gülten’e önce huzurlu sonra da biraz tekdüze gelmeye başlamıştı. Sabah kalkıyor, evi toparlıyor, yemek hazırlıyor, akşam İsmet’in gelişini bekliyordu. Her şey yolundaydı ama kalbinin bir köşesinde, “Bu mudur hayat?” diye soran bir ses vardı. Bazen annesine, bazen de ablasına giderek bu duygudan uzaklaşmak istiyordu.

Ablasının evine her gittiğinde, buranın ışıltısı onu hem etkiliyor hem de içten içe yaralıyordu. Ablası geniş salonlu bir villada oturuyor, yeni model arabasına biniyor, mutfağındaki eşyalar sanki vitrinlerden çıkmış gibi yepyeniydi. Gülten, içinden sık sık şöyle geçiriyordu:
“Tabii eniştem fabrika sahibi… Elbette villada oturacak, arabası olacak, eşyalarının hepsi son model olacak.”

Ama bu düşünceler onda kıskançlıktan çok, bir tür iç burukluğu ve eksiklik hissi yaratıyordu. Kendi evine dönerken, bu kıyaslamaların yükünü omuzlarında taşıyor; bazen hayatının eksik yönlerini sorguluyor, bazen de “Benim yuvam sevgiyle kurulmuş, belki de asıl zenginlik budur,” diye kendini teselli ediyordu. Fakat bu teselli, içindeki sessiz sızıyı tamamen susturamıyordu.

Bir akşam, İsmet işten gelip üstünü değiştirdikten sonra mutfaktan gelen yemek kokuları evin her yanına yayılmıştı. Yemekten sonra Gülten, her zamanki gibi mutfağa geçip bulaşıkları makineye yerleştirdi. Sonra derin bir nefes alıp iki kahve hazırladı. Televizyonun karşısına geçtiklerinde, içindeki sıkıntı artık dayanılmaz bir hâle gelmişti.

Kahvesinden bir yudum alırken bakışlarını İsmet’in üzerinde gezdirdi. İsmet’in yüzündeki yorgunluk çizgilerini fark etti. O an, “Acaba söylemesem mi?” diye tereddüt etti ama içinde biriken duygular artık dışarı çıkmak istiyordu.

– İsmet… dedi sessiz bir tonla.
– Efendim Gülten? diye döndü İsmet, gülümseyerek.

Gülten dudaklarını ısırdı, sonra birden dökülüverdi kelimeler:
– Bazen… Bazen kendimi sıkışmış gibi hissediyorum. Ablama gidiyorum, onların evi çok büyük, her şeyleri yeni… Bizim evimiz de güzel ama… bilmiyorum… sanki bir eksiklik var gibi geliyor bana.

İsmet şaşırdı ama eşinin gözlerindeki masumiyeti görünce kızamadı. Kahvesini sehpanın üzerine bırakarak Gülten’in ellerini tuttu.
– Gülten, dedi yumuşak bir sesle, bizim yolumuz farklı. Benim işim, kazancım belli. Belki her şeyimiz son model değil bu ev kira, bu yuva sevgiyle kurulmuş. Elbet zamanla her şey olur.

Bu sözler Gülten’in içinde bir ferahlama yarattı. İsmet’in elleri onun için bir güven limanı gibiydi. İçindeki burukluk tamamen silinmese de, İsmet’in kararlılığı ve sevgisi ona güç veriyor, yuvanın asıl temeli olan şeyin para değil sevgi olduğunu yeniden hatırlatıyordu.

İsmet, Gülten’in içini döktüğü o akşamdan sonra daha da azimlenmişti. Eşinin ufak tefek hayal kırıklıklarını hissediyor, bu yüzden işine her zamankinden daha sıkı sarılıyordu. Sabahları erkenden kalkıyor, en küçük ayrıntılara bile özen gösteriyor, her görevi titizlikle yerine getiriyordu.

Onun bu çalışkanlığını, dürüstlüğünü ve tertipli oluşunu çoktan fark eden müdürü ise İsmet’i her yönüyle takdir ediyordu. Bir gün, odasına çağırarak masanın önündeki koltuğu işaret etti.
– İsmet, dedi gülümseyerek, seni uzun süredir izliyorum. Çalışkanlığın ve düzeninle örnek bir personelsin. Seni daha iyi makamlarda görmek isterim.

İsmet önce şaşırdı, sonra yüzüne yavaş yavaş bir tebessüm yayıldı.
– Çok teşekkür ederim efendim, dedi; sesi hem minnet hem de gurur doluydu.

İsmet, işten eve yürürken müdürünün söylediği sözler kulaklarında çınlıyordu. “Seni daha iyi makamlarda görmek isterim…” Bu sözler onun için ne anlam taşıyordu acaba? Bir terfi ihtimali mi, yoksa daha büyük bir fırsatın habercisi mi? Kendi kendine sordu: “Bu acaba sadece bir terfi mi?”

Ama içten içe biliyordu ki bu sözler yalnızca bir makam ya da maaş artışı demek değildi; evine, eşine ve geleceğine dair yepyeni bir umut ışığıydı. Çalışkanlığının fark edildiğini bilmek, onun için uzun zamandır beklediği bir takdir ve güven duygusunu da beraberinde getiriyordu.

O akşam eve dönerken adımlarında fark edilir bir hafiflik vardı; sanki gökyüzü bile daha açık, sokaklar daha ferah görünüyordu. Gözlerinde ise yeni bir inanç ve içten bir sevinç parlıyordu, sanki geleceğin kapısı biraz daha aralanmıştı.

Kapının önüne geldiğinde İsmet derin bir nefes aldı. İçindeki umut ve heyecanı nasıl anlatacağını bilemiyordu ama en azından paylaşmak istiyordu. Kapıyı Gülten açtı; elinde mutfak havlusu, yüzünde yorgun ama sıcak bir gülümseme vardı.

— Hoş geldin İsmet, dedi.
— Hoş bulduk Gülten, dedi İsmet hafif bir tebessümle.
Ceketini ve ayakkabılarını çıkartıp Gülten’in elinden tutarak doğrudan salona geçtiler.

Gülten sofrayı hazırlayacağını söylese İsmet bir an sustu, sonra “Bugün işte bir şey oldu, onu anlatayım sonra hazırlarsın…” diye söze başladı. Gülten merakla dönüp baktı.
— Ne oldu, hayırdır?

İsmet bir anlık tereddütten sonra müdürünün sözlerini olduğu gibi aktardı. Gülten dinlerken gözleri parladı; hem gurur hem şaşkınlık dolu bir ifadeyle eşinin yüzüne baktı.
— İsmet… Bu çok güzel bir haber! Sen zaten her zaman çalışkandın, dürüsttün. Müdürün de bunu görmüş işte, dedi.

İsmet derin bir nefes aldı, sözleri biriken bu duyguyu hafifletmişti.
— Evet Gülten… Ama biliyor musun, bu sadece bir terfi değil. Sanki bizim için yeni bir yol açılıyor gibi hissediyorum. Daha çok çalışacağım hem senin için hem yuvamız için.

Gülten elini onun elinin üstüne koydu.
— Ben zaten seninle gurur duyuyorum, dedi yumuşak bir sesle. Makamın değişmese bile, sen benim gözümde hep en iyi, en dürüst insansın.

O an evin içinde sıcak bir huzur yayıldı. İsmet’in içindeki umut Gülten’in gözlerinde yankı bulmuştu; sanki yeni bir başlangıcın sessiz ama güçlü adımı atılmıştı.

Hafta sonu geldiğinde İsmet, Gülten’i de alarak dışarı çıktı. İkisi birlikte uzun uzun dolaştılar; caddelerde gezdiler, mağazalara baktılar, ara sıra bir kafeye girip bir şeyler içtiler. Sonra bir lokantada oturup yemek söylediler.

Fakat Gülten’in iştahsızlığı İsmet’in dikkatinden kaçmadı. Kaşığını yavaş yavaş çeviren eşine baktı.
— Hayırdır Gülten, neden doğru düzgün yemiyorsun? dedi endişeyle.

Gülten, önündeki tabağa bakarak hafifçe gülümsedi.
— Bilmiyorum… midem bulanıyor. Sanırım çok dolaştık ondan, dedi.

Ama aslında içten içe başka bir ihtimal de vardı aklında. Kendi kendine, “Yoksa…” diye fısıldadı iç sesi. Henüz emin değildi, ama içinde beliren o küçük şüphe kalbini hem heyecanlandırıyor hem de hafifçe korkutuyordu.

Gülten, evlerine döndükten sonra da içindeki tuhaf hissi bastırmaya çalıştı ama gün geçtikçe artıyordu. Sabahları hafif bir bulantı, yemek yerken iştahsızlık, ara sıra baş dönmeleri… Hepsi birbirini takip ediyor, Gülten’in içinde sessiz bir şüphe büyütüyordu.

Bir akşam, İsmet işten gelmiş, mutfakta yemek hazırlamaya başlamıştı. Gülten bir köşeye çekildi, derin bir nefes aldı ve kalbindeki heyecan ve korkuyu birlikte taşımaya karar verdi.

— İsmet… dedi, sesi biraz titrek ama kararlı.
İsmet başını kaldırıp ona baktı.
— Ne oldu Gülten?
Gülten ellerini ovuşturdu, gözlerini kaçırmadan devam etti:
— Sanırım… sanırım hamileyim.

İsmet bir an donup kaldı. Gözleri Gülten’in gözlerine kilitlendi, yüzünde önce şaşkınlık, sonra tarifsiz bir sevinç belirdi.
— Gerçekten mi? dedi, sesi heyecan ve mutlulukla dolu.

Gülten başını salladı, gözlerinden hem sevinç hem de hafif bir korku parlıyordu.
— Evet… ama bilmiyorum nasıl olacak, dedi yumuşak bir sesle.

İsmet hemen yanına geldi, ellerini Gülten’in ellerine koydu ve gözlerinin içine bakarak:
— Merak etme Gülten. Ne olursa olsun, birlikte aşacağız. Bu bizim için yeni bir başlangıç, dedi.

O an Gülten’in içinde taşıdığı tüm şüpheler eriyip gitti; yerini tarifsiz bir mutluluk ve güven duygusu aldı. Yeni bir hayatın başlangıcıydı bu; hem ikisi hem de kuracakları aile için.

Ertesi sabah, İsmet iş için bankaya giderken bacanağıyla da bu güzel haberi paylaştı. Bacanağı, haberi biraz buruk da olsa sevinçle karşıladı ve İsmet’i içtenlikle kutladı. Arkadaşları da durumu öğrenince tebriklerini ilettiler; bu samimi kutlamalar İsmet’in yüzünü gülümsetti.

Bu sırada müdür de olan biteni fark etti ve merakla sordu:
— Ne oluyor burada?

İsmet durumu olduğu gibi anlattı. Müdür bir an duraksadı, sonra yüzünde gururlu bir ifade belirdi:
— Tebrik ederim İsmet! dedi. Ardından gülümseyerek ekledi: — Ve işte sana bir güzel haber de benden olsun; yeni açılan Büyük Müşteriler Şubemize Müdür olarak atandın.

İsmet’in şaşkınlığı ve sevinci gözlerinden okunuyordu. Bu terfi, sadece kariyerinde bir adım değil; aynı zamanda Gülten ve kendi gelecekleri için bir güvence, bir umut ışığı olmuştu.

Gülten, bu güzel haberi eşine söylemiş olmanın mutluluğunu bir adım öteye taşıdı; heyecanla ablasına ve annesine de anlattı. Onların sevinçle tepkilerini görmek, mutluluğunu katladı.

İsmet de fırsatı değerlendirdi ve annesini arayarak haberi paylaştı. Gülümseyerek, “Yakında nine oluyorsun,” dedi. Annesi gözleri dolu dolu, hem şaşkın hem de gururlu bir ifadeyle İsmet’i kutladı. Evlerinde, ailelerinin bu ortak mutluluğu her köşeyi sarmıştı; her biri yeni bir hayatın, yeni bir dönemin başlangıcını kutluyordu.

İsmet, müdüründen aldığı haberi düşündükçe heyecanlanıyordu; bu haberi eşine hemen verip vermemekte tereddüt etti. Gülten’in heyecanlanmasını istemiyordu çünkü o hamileydi. “Akşam eve gidince, alıştıra alıştıra söylerim,” diye kendi kendine düşündü.

Bu sırada yaptığı işleri bir mesai arkadaşına devrederken bir yandan da çantasını ve gerekli eşyalarını topluyordu; yarın sabah yeni görevine başlayacaktı. İçinde hem bir sevinç hem de hafif bir tedirginlik vardı hem kendi geleceği hem de Gülten ve bebeğin geleceği için büyük bir adım atıyordu.

Akşam eve gittiğinde Gülten onun müdürle konuştuğu günkü gibi heyecanlı yerinde duramaz olduğunu görünce hadi anlat ne oldu dedi. İsmette büyük bir sevinç ve heyecanla olanları anlattı ve yarın sabah yeni yerimde göreve başlıyorum dedi. Gülten iki günde üst üste iki güzel haber diyerek İsmetin boynuna sarılarak onu kutladı. 

İkisi de mutluluktan adeta uçuyordu. Sabah İsmet yeni şubesinde göreve başladıktan sonra Gülten, evin işlerini toparladı ve ablasının yanına gitmeye karar verdi.

Ablası kapıyı açtığında Gülten, onun keyifsiz görünümünü hemen fark etti; gözleri kanlanmış ve şişmişti. İçeri geçtiklerinde Gülten, endişeyle sordu:
— Ne oldu, abla?

Ablası derin bir nefes aldı ve anlattı:
— Senin hamile olduğun haberini Hilmi de öğrenince akşam kendi aramızda konuştuk. Ben de çocuğumuz olmuyor diye sinirlenip onunla tartıştım.

Gülten şaşkınlıkla:
— Abla, siz şimdilik çocuk istemiyorsunuz sanıyordum…
dedi.

— Başlarda öyleydi, dedi ablası. Ama istediğimizde de olmadı. O kadar doktora gittik, ama sonuç olumsuzdu. Bazen de kendimi seninle, hayatınla mukayese eder oldum. Ama baktım ki senin kendine göre döşediğin güzel bir evin, seni seven bir kocan ve mutlu bir yuvan var… 

Gülten, ablasının gözlerindeki hüzün ve kabullenişi görünce hem üzülmüş hem de kendi mutluluğuna şükretmişti. O an, aylar önce kendisinin de kendi yaşamını ablasıyla mukayese ettiğini hatırladı; o zamanlar bir eksiklik, bir kıskançlık duygusu taşımış, kendi hayatını yetersiz görmüştü. Şimdi ise gözlerinin önünde hem kendi yuvası hem de eşinin sevgisi duruyordu; Buraya ablasına ikinci güzel haberi vermek için gelmişti ama şimdi hayatın değerini ve mutluluğun ne demek olduğunu bambaşka bir şekilde anlamıştı. 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

İrfan BAŞARANOĞLU yazıları

Çok okunanlar