SON DAKİKA
İrfan BAŞARANOĞLU

ZABİT LEVENT

ZABİT LEVENT
A- A+

Levent’in annesinin ölümünün üzerinden bir yıl geçmişti. Bu süre boyunca o, annesizliğe alışmaya çalışırken ortaokulun ikinci sınıfına geçmiş, derslerine sarılarak ortaokulu bitirmek için elinden gelen çabayı gösteriyordu. Babası Ekrem Bey ise eşinin yokluğuyla birlikte evin düzeninin bozulduğunu, bir kadının şefkatine ve eline duyulan ihtiyacı her geçen gün daha derinden hissediyordu. Levent artık büyümüş, ortaokulun son sınıfına gelmişti; fakat küçük kız kardeşi Leyla henüz ilkokul ikinci sınıfa gidiyordu. Ekrem Bey hem işine devam ediyor hem de ev işleriyle çocukların sorumluluğunu tek başına üstlenmenin ağırlığını omuzlarında taşıyordu.

Bu yüzden, eşi öldükten sonra evine bir hanımın girmesi gerektiğini düşünüyor ve uygun bir eş bularak yeniden evlenme fikrine giderek daha sıcak bakıyordu. Bu arada Levent de okuldan ve derslerinden arta kalan zamanlarda küçük kız kardeşiyle ilgileniyor, annesinin yokluğunda ona hem abilik hem de koruyuculuk yapıyordu. Tüm bu durumları göz önünde bulunduran Ekrem Bey, sonunda evlilik kararını hayata geçirmek için kesin kararını verdi. Durumunu, ölen eşinin abisine ve anne-babasına da açtı. Onlar da Ekrem Bey’e hak vererek bu kararında onu destekleyeceklerini söylediler.

Ekrem Bey, bu durumdan iş yerindeki arkadaşlarına da söz etmişti. Arkadaşlarından biri, akşam eve gittiğinde konuyu eşine açtı. Kadın, Ekrem Bey’le evlenebilecek, ağırbaşlı ve nazik bir hanım arkadaşının bulunduğunu söyledi. Bu hanımın eşinin vefatının üzerinden iki yıl geçtiğini, bir kızıyla tek başına yaşadığını ve eşinden kalan maaşla geçindiğini ve bu durumun da çeşitli sorunlara yol açtığını bildiğini ekledi. 

Arkadaşının eşi, konuyu ortak bir şekilde ilerletmek gerektiğini düşünerek, “Eğer siz de uygun görürseniz, bir yerde buluşup konuşmalarını ayarlayabiliriz” dedi. Böylece hem Ekrem Bey’e hem de o hanıma konuyu açtılar. İki tarafta, bir yerde oturup konuşmayı kabul etti. Bu süreçte belirlenen bir mekânda randevulaşıp görüştüler. Birkaç buluşma sonunda, hayatlarına dair pek çok konuda ortak noktada buluştular ve bir süre sonra evlenme konusunda anlaşmaya vardılar. 

Ekrem Bey ve Şule Hanım, evlilik kararlarını çocuklarına, dayılarına, anneanne ve dedelerine de bildirdiler. Birkaç ay süren hazırlıkların ardından sade bir törenle evlendiler. Bu sırada okullar da tatil olmuştu. Levent, evde yabancı bir kadının bulunmasını kabullenmekte zorlanıyordu. Oysa küçük kız kardeşi Leyla, Şule Hanım’ın kızıyla yaşıt olmalarının da etkisiyle hemen kaynaşmış, birlikte oynayıp eğlenmeye başlamışlardı.

Levent ise içten içe bir kaçış ve yeni bir hayat arayışı içindeydi. Askerî okullar hakkında araştırmalar yapıyor, orada hem rahatça okuyabileceğini hem de vatana hizmet ederek ulvî bir görev üstlenebileceğini düşünüyordu. Bu sayede hem geleceğini kuracak hem de evdeki bu yeni düzenden uzaklaşabilecekti.

Levent bu fikrinden babasına söz ettiğinde, Ekrem Bey oğlunun neden böyle bir tercihte bulunduğunu açıkça sormasa da yüreğinde cevabını biliyordu. Onun bu evden, bu yeni düzenden uzaklaşmak istediğini, aynı zamanda geleceğini şekillendirme arzusunu hissediyordu. Yine de oğlunun kararına saygı gösterdi ve sakin bir ses tonuyla:
“Sen daha iyi bilirsin oğlum… Eğer senin için böyle uygun olacaksa biz senin kararına saygı duyarız” dedi.

Levent, Askerî Lise sınavlarına girmek için başvurusunu yapmış ve şimdi heyecanla sınav gününü bekliyordu. Ekrem Bey, bir gün telefonla konuşurken bu durumu dayısına da anlattı. Dayısı, Levent’in kararını onaylayarak:
“Eğer İstanbul’da bir okulu kazanırsa biz onunla yakından ilgileniriz, kendi evladımız gibi bakarız. O, kız kardeşimin bize emanetidir” dedi. Bu sözler, Ekrem Bey’in yüreğine serin bir su serpmiş, oğlunu güvenle emanet edebileceğini hissettirmişti.

Gün geldi, Levent sınava girdi. Şimdi ise bambaşka bir heyecanla sınav sonuçlarını bekliyordu. İçinde büyük bir güven vardı; kazanacağına inanıyordu. Bu bekleyiş sırasında kendisini tamamen spora vererek bol bol antrenman yapıyor, mülakat ve beden eğitimi sınavlarına hazırlık için disiplinli bir şekilde çalışıyordu. Her gün koşuyor, nefesini güçlendiriyor, bedenini ve zihnini askeri okulun gerektirdiği hayata hazırlıyordu.

Bir gün, Levent yine spor antrenmanındayken postacı kapıya geldi ve sınav sonuç belgesini getirdi. Şule Hanım zarfı alıp salona bıraktı. Levent eve döndüğünde Şule Hanım gülümseyerek:
— Müjdemi isterim, sınav sonuç belgen geldi, salonda masanın üzerinde, dedi.

Levent, bir an için Şule Hanım’ın bu haberle onun evden gideceğine sevindiğini düşündü. Hızla salona geçti, masanın üzerinde duran zarfı aldı ve titreyen elleriyle açtı. Bu sırada Leyla ve Buse de salona girerek merakla ona bakıyorlardı.

Zarfı açıp sonucu okuduktan sonra, sevinçle kardeşine sarıldı:
— Kazanmışım! dedi.

Leyla da heyecanla Buse’ye sarıldı ve “Abimiz sınavı kazanmış!” diye seslendi. Ancak Levent, bu sevinç anında Buse’ye sarılmamıştı. Leyla’nın asık yüzle kendisine baktığını görünce, o da Buse’ye sarıldı.

Bu manzarayı izleyen Şule Hanım ise hem duygulandı hem de içten içe sevindi; çünkü Levent’in hayatında yeni bir kapı aralanmış, evdeki herkesin paylaştığı bu an büyük bir dönüm noktasına dönüşmüştü.

Akşam Ekrem Bey eve geldiğinde Leyla ve Buse, herkesin önüne geçerek kapıya koştu. Kapıyı açar açmaz bir ağızdan sevinçle:
— Baba, abimiz sınavı kazandı! diye müjdeyi verdiler.

Ekrem Bey bu haberi alınca yüreği sevinçle doldu ama bir yandan da “Şimdi bundan sonra ne olacak?” diye düşünmeden edemedi. Üzerini çıkardı, elini yüzünü yıkadı. Ardından Levent’in odasına giderek onu tebrik etti, sırtını sıvazladı:
— Aferin oğlum, seninle gurur duydum, dedi.

Sonra hep birlikte salona geçerek sofraya oturdular. Evde o akşam hem bir gurur hem de bir hüzün vardı; herkes Levent’in yeni yolculuğunun başlangıcını farklı duygularla karşılasa da sofrayı ortak bir mutluluk duygusu doldurmuştu.

Yemekten sonra Ekrem Bey, sınav sonuç belgesini isteyerek inceledi. Mülakat ve Beden Eğitimi sınavı, İstanbul’da Deniz Harp Okulu’nda yapılacaktı. Levent ile babası, bir süre bu konu üzerinde konuşarak nasıl hareket edecekleri konusunda fikir alışverişinde bulundular. Babası, birkaç gün izin alıp Levent’i İstanbul’a götürmeyi önerdi; ancak Levent, kendisinin gidebileceğini, dayısının orada olduğunu ve kendisine yardımcı olabileceğini söyledi. Ayrıca ortaokula başladığı yıl annesiyle İstanbul’a dayısının yanına gittiklerini de hatırlattı.

Bu konuda anlaşmaları üzerine, babası ve Levent dayısını arayarak durumu anlattılar. Dayısı, habere çok sevindi ve Levent’i kutladı. Sınav gününden önce İstanbul’a geldiğinde, onu otogarda karşılayacağını, sınav yerine götüreceğini ve her türlü yardımı yapacağını söyledi. Bu işi de hallettikten sonra Levent dedelerine haber vermeyi düşündü; herkesin sevinmesini istedi. Ancak babası, “Henüz erken, önce bu sınavları başarıyla geç, kesinlik kazanınca haber veririz,” dedi.

Sınavın iki gün öncesinde otobüs İstanbul’a doğru ilerlerken, Levent pencereden dışarı bakıyor, şehrin yaklaşan kalabalığını hayal ediyordu. Her köşe başında yeni bir macera, her sokakta bir fırsat gizli gibiydi. İçinde hem heyecan hem de hafif bir tedirginlik vardı; sınav onun için çok önemliydi ve başarılı olmayı çok istiyordu.

Dayısı ile buluşup eve doğru giderken, yol boyunca ona sınavla ilgili pratik tavsiyeler verdi, gerginliğini azaltmak için küçük şakalar yaptı ve İstanbul’u gösteren manzaraları işaret ederek konuşmayı renklendirdi. Levent, dayısının yanında olmasının kendisine güven verdiğini fark etti; yalnız olmadığını bilmek, heyecanını bir nebze olsun yatıştırıyordu. İstanbul ve önünde yeni bir sınav, yeni bir deneyim onu bekliyordu. Ama yanında dayısının desteği vardı; bu düşünce, ona cesaret veriyordu.

Sınav sabahı, Levent erkenden uyandı. Güneş henüz doğmamış, İstanbul’un sokakları hafif bir sessizlik içindeydi. Kalbi hem heyecan hem de biraz da endişe ile çarpıyordu. Dayısı ile birlikte yengesinin hazırladığı kahvaltılarını hızlıca yaptılar, dayısının kahvaltı boyunca yaptığı cesaret verici sözleri aklından geçirdi ve derin bir nefes aldı.

Kahvaltıdan sonra bindikleri otobüs, şehrin kalabalık caddelerinde ilerlerken Levent pencereye yaslanıp dışarıya bakıyordu; İstanbul’un büyüklüğü ve hareketliliği onu hem hayrete düşürmüş hem de biraz korkutmuştu.

Sınav salonuna vardıklarında Levent, içeri girerken kalbindeki heyecan daha da arttı. İnsanların telaşla sınav belgelerini kontrol ettiğini, sıralarını beklediğini gördü. Dayısı, onu motive edici birkaç söz söyledikten sonra, “Şimdi kendi gücüne güven ve elinden gelenin en iyisini yap,” diyerek yanından ayrıldı.

Levent sırası geldiğinde derin bir nefes alıp salona adım attı. Burada koşmuş, çeşitli hareketler yapmış ve sağlık kontrolünden geçmişti; tüm bu aşamaları başarıyla tamamlayarak mülakata girmeye hak kazanmıştı. Mülakat öğleden sonra yapılacaktı. Levent, hemen dışarıda bekleyen dayısının yanına koşarak bu haberi verdi. Önünde hayallerini gerçekleştirmek için yalnızca bir engel kalmıştı; onu da başarırsa artık Harbiyeli olacaktı.

Dayısı ile birlikte okulun bahçesinde, diğer adaylar gibi oturup mülakata girmek için sırasını bekledi. Mülakatını tamamladıktan sonra dayısına, “Sonuçlar yarın açıklanacakmış, bir şey söylemediler ama ben kazanacağıma inanıyorum,” dedi.

Eve döndüklerinde Levent heyecanla saatleri sayıyor, bir an önce sabah olmasını, okula gidip adının kazananlar listesinde olmasını diliyordu. Sofrada, yengesinin hazırladığı o nefis yemekleri iştahla yiyememiş, heyecandan yerinde duramaz olmuştu. Dayısı ve yengesi onu teskin edici sözlerle sakinleştirmeye çalıştılar, ancak Levent heyecanını bir türlü yenemedi. Gece geç saatlere kadar yatağında dönüp dursa da bir süre sonra hem günün yorgunluğundan hem de heyecandan uykuya yenik düştü.

Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra okula kendi başına gidebileceğini söyledi; fakat dayısı, “Bugün de beraber gidelim, nasılsa bundan sonra kendi başına gidersin,” diyerek dün sabahki yolculuklarını tekrarladılar.

Okula geldiklerinde listeler henüz asılmamıştı. Bir süre sonra listeler getirildi ve asıldı; fakat komutan, adayların sıraya girerek teker teker listeleri kontrol etmelerini istedi. Levent, “Askeri disiplin şimdi başlıyor,” diye düşündü. Adaylar tek sıra olmuş, listeye bakmak için sıralarını bekliyor; bir yandan da kendi aralarında konuşuyorlardı. Komutan arada bir gelip, sırayı bozmamalarını ve gürültü yapmamalarını söylüyordu. Listeye bakan adaylardan kimisi sevinçli, kimisi ise üzgün olarak listenin başından ayrılıyordu.

Sıra Levent’e geldiğinde kalbi neredeyse duracak gibiydi. Hemen listeyi kontrol etti ve kazandığını görünce heyecandan neredeyse bağıracak gibi oldu. Dayısının yanına koşarken yüzündeki sevinç ve gurur okunuyordu. Dayısı onu kucakladı, “İşte bu! Biliyorum, sen bunu başaracaksın,” dedi. Levent gözleri dolu dolu, mutluluktan konuşmakta güçlük çekiyordu.

Okuldaki diğer adayların da sevincini görmek, ona ayrı bir mutluluk verdi. Bir yandan kendi başarısını kutlarken, bir yandan da bu zorlu yolculukta yanında olan dayısına minnettardı. Eve döndüklerinde, babasına ve dedesine haber vermeyi iple çekiyordu; artık haber verdiklerinde, onların gurur ve sevinçle dolu gözlerini tahmin edebiliyordu. Öncelikle müracaat masasına giderek yapması gerekenleri, hazırlaması gereken evrakları ve prosedürü öğrendiler. Oradan verdikleri dosya ile okuldan ayrılarak eve gittiler.

Levent, o günü ömür boyu unutamayacağını biliyordu. Hayallerine bir adım daha yaklaşmış, azim ve çalışmasının karşılığını almıştı. İçinde hem heyecan hem de huzur vardı; artık önünde sadece Harp Okulu’ndaki yeni hayatı ve maceraları kalmıştı.

Eve vardıklarında yengesi, Levent’in sevinçle dolu yüzünü görünce hemen onu kutladı. Dayısı ise hemen babasını arayarak güzel haberi verdi. Ekrem Bey hem gurur duymuş hem de duygulanmıştı; haberi aldıktan sonra ağlamamak için kendini zor tutmuş, yutkunarak oğlu ile konuşmuş ve onu tebrik etmişti. Babası, dedesine de haber verilmesini tembih ederek, dönüşünü beklediklerini söylemişti.

Telefonu kapattıktan sonra dayısı, dedesini kendisinin arayarak bu güzel haberi vermesini istedi. Levent telefonu aldı ve dedesinin numarasını çevirdi. Hâl hatır sorduktan sonra dedesi sınavını sordu. Levent, sevinçle kazandığını söylediğinde dedesi gururla, “Demek adın gibi Levent, bir zabit olacaksın,” dedi.

Levent gülümseyerek cevapladı: “Hayır dedeciğim, adım gibi bir deniz subayı olacağım.” Telefonda birlikte gülüştüler; aralarındaki mutluluk ve gurur, mesafeye rağmen birbirlerine geçti.

Dayısı gülümseyerek, “Babam eskinin deyimiyle ‘Levent Zabit’ derken zaten ‘Deniz Subayı’ demek istedi. Ama adının hakkını verdin,” dedi. Ardından biraz hüzünle ekledi: “Keşke kız kardeşim de bu günleri görebilseydi.”

Ertesi gün, Levent hazırlıklarını yapmak ve okula başlamak üzere otobüsle memlekete doğru yola çıkacaktı. İçinde hem heyecan hem de gurur vardı; önünde yepyeni bir hayat ve gerçekleştirmeyi hayal ettiği maceralar bekliyordu.

Levent otobüse bindiğinde, dayısının desteğini ve dedesinin gurur dolu sözlerini düşünüyordu. İçinde hem hafif bir hüzün hem de büyük bir heyecan vardı; sevdikleriyle birlikte yeni bir hayata, yeni maceralara doğru yola çıkacaktı.

Otobüs, memlekete doğru ilerlerken, Levent’in yüreğinde artık sadece bir hedef vardı: hayallerine ulaşmak ve adını gururla taşımak. O gün, sadece bir başlangıçtı; Deniz Subayı olarak hayatının en heyecan verici serüveni birkaç gün sonra başlamak üzereydi.

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

İrfan BAŞARANOĞLU yazıları

Çok okunanlar