KIRMIZI ELMA


Tülin, oturduğu sandalyeden lojmanın penceresinden dışarı bakıyordu. Okul bahçesinde oynayan çocukları izlerken onlara imreniyor, hayalinde onlarla birlikte teneffüse çıkıyor, derse giriyor, sanki onların arasında yaşıyordu.
Ders zili çalınca çocuklar koşar adım sınıfa giriyor, bahçe bir anda sessizliğe bürünüyordu. Tülin ise tek başına kalıyor, hüzünle uzaklara dalıyordu. Karşıdaki dağların mor siluetine, gökyüzünde ağır ağır süzülen bulutlara, güneşin solgun ışığına bakarken tek dileği vardı: Zil yeniden çalsın, bahçe yine şenlensin. O zaman, hiç olmazsa düşlerinde, onların arasına karışacak; birlikte koşacak, oyunlar oynayacak, kahkahalarına ortak olacaktı.
Mutfaktan annesinin sesi duyuldu: “Sana süt ısıttım, yanında bisküvi de getireceğim. Dışarıyı seyrederken iç, bisküvilerini de ye.” Biraz sonra elinde küçük bir tepsiyle çıkageldi. Tülin’in önünde, oturduğu pencereyi araladı. İçeriye, serin ve çiçek kokulu bir hava doldu. Süt, incecik buharıyla buram buram kokuyordu; yanında da birkaç bisküvi vardı. Tepsiyi sevgiyle kızının dizlerine yerleştirirken gülümseyip başını okşadı.
Teneffüs zili yeniden çaldığında bahçe bir anda canlandı. Çocuklar koşup oynamaya başlamıştı; kimi sek sek çizgilerinde zıplıyor, kimi uzun eşek oynuyor, kimisi de topun peşinde kahkahalar atıyordu. Tülin, derin bir iç çekerek “Şimdi onların yanında olmalıydım” diye geçirdi içinden. Tam o sırada, bir çocuk pencerenin önüne gelip merakla baktı. “Sen niçin okula gelmiyorsun, neden bizimle oynamıyorsun?” diye sordu. Tülin, bakışlarını kaçırarak sessizce, “İstemiyorum dışarı çıkmak,” dedi.
“Evde sıkılmıyor musun?” diye sordu çocuk.
Tülin, konuyu değiştirmek istercesine gülümsedi. “Evde oynuyorum, kitap okuyorum, televizyon izliyorum. Babamın verdiği ödevleri yapıyorum,” dedi. Sonra, elindeki bisküvilerden birini çocuğa uzattı. Çocuk, teşekkür ederek aldı.
Teneffüs boyunca sohbet ettiler. Çocuğun adı Zafer’di. Daha şimdiden iyi iki arkadaş olmuşlardı.
Zil çalınca Zafer, “Öbür teneffüste görüşürüz,” diyerek sınıfına koştu.
Ancak bu kez çalan zil teneffüs zili değil, öğle arası ziliydi. Çocukların çoğu, öğleden sonra gelmek üzere evlerine dağılmıştı. Evi uzak olanlar ise yanlarında getirdikleri yiyecekleri bahçede yiyerek vakit geçiriyordu.
Zafer, eve gitmesi gerektiğini ama erkenden döneceğini söyleyerek uzaklaştı. Tülin, onun arkasından baktı. Tam o sırada babası da okuldan çıkıp eve geliyordu. Kızını her zamanki gibi pencere önünde gördü ama bu kez, kızının yüzünde diğer günlerden farklı, hafif bir gülümseme vardı.
Pencere önünde kızıyla bir süre sohbet eden öğretmen Kazım, Tülin’in yanaklarını okşayarak yemeğini yemek üzere içeri geçti. Mutfakta öğle yemeği hazırdı. Masaya otururken annesi Serap da Tülin’i mutfağa getirdi.
Tülin, bugün tanıştığı Zafer’den babasına bahsetti; onunla arkadaş olduklarını söyledi. Kazım öğretmen, Zafer’in çalışkan, akıllı ve terbiyeli bir çocuk olduğunu belirterek bu arkadaşlıktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Tülin yemeğini çabucak bitirdi, babası da sofradan kalktı. Kazım, kızını yeniden pencerenin önüne götürürken Serap masayı topluyor, bulaşıkları yıkıyordu. Öğretmen, kanepede uzanarak öğle arasında biraz dinlenmeye çekildi; Tülin ise okulun bahçe kapısını gözlüyordu. Zafer, erken geleceğini söylemişti, o da sabırsızlıkla onu bekliyordu.
Bir süre sonra Zafer kapıda göründü. Koşarak Tülin’in yanına geldi, elinde parlak kırmızı bir elma vardı. Bahçelerinden kopardığını ve tadının çok güzel olduğunu söyleyerek Tülin’e uzattı. Tülin teşekkür edip elmayı aldı. İkisi yine sohbete daldı, ta ki ders zili çalana kadar.
Zafer, her teneffüste Tülin’in yanına geliyor, uzun uzun sohbet ediyordu. Her defasında Zafer, ona neden okula gelmediğini, neden dışarı çıkıp birlikte oynayamadıklarını soruyordu. Tülin ise bu sorulara hep kaçamak cevaplar veriyordu. Oysa içten içe o da okula gitmeyi, dışarıda Zafer’le ve diğer çocuklarla oynamayı çok istiyordu.
Bu isteği gün geçtikçe daha da büyüdü. Bir gün dayanamayarak babasına açıldı:
— Baba, ben de okula gitmek istiyorum, dedi.
Kazım öğretmen, kızının gözlerindeki ışıltıya ve umut dolu bakışına takıldı. Sonra yavaşça başını çevirip onun oturduğu sandalyeye baktı. İçinde derin, kelimelere dökülemeyen bir acı kıpırdadı; keşke her şey başka türlü olsaydı, keşke kızını diğer çocuklar gibi sırtında çantasıyla okula gönderebilseydi…
— Kızım… Sen nasıl okula geleceksin, nasıl oynayacaksın? diye sordu kısık bir sesle. Gözleri uzaklara dalmıştı. Ardından, gülümsemeye çalışarak, “Ben okulda öğreneceklerini sana öğretiyorum ya,” dedi. Ama bu sözleri, kendi kalbindeki yarayı gizlemeye yetmiyordu.
Tülin, babasının gözlerindeki hüzne tanık olmuş, bir an için sessiz kaldı. İçinde karışık duygular belirdi; hem babasını üzmek istemiyor, hem de dışarıda oynama arzusunu bastıramıyordu. Kalbi hızla çarpıyor, Zafer’le okula gitmeyi, diğer çocuklarla oyunlar oynamayı hayal ediyordu. Ama babasının söylediklerinde bir güven, bir sevgi vardı; bu sevgiyi kırmak istemedi.
Zafer, her öğlen evden gelirken Tülin’e bahçeden kopardığı kırmızı elmalardan birini getirir olmuştu. Bir hafta sonu ise elma sepetiyle öğretmeninin evine geldi. Serap sepeti alıp mutfağa koyarken, Kazım da Zafer’i içeri davet etti.
Zafer, çekinerek de olsa içeri girdi ve Tülin’i masanın başında ders çalışırken gördü. Tülin, Zafer’i görünce şaşırdı ne söyleyeceğini ne yapacağını bilemedi. Ancak ağzından istemsizce:
— Hoş geldin, Zafer! kelimesi döküldü. Zafer de gülümseyerek karşılık verdi:
— Hoş bulduk, size elma getirdim.
Öğretmeni, Zafer’e Tülin’in yanına çektiği sandalyeye oturmasını söyledi ve Zafer, Tülin’in yanına oturdu.
Bir süre Tülin ve ailesiyle sohbet eden Zafer, öğretmenine Tülin’in neden okula gelmediğini sordu. İçeride bir anda soğuk bir hava esti. Kazım, kızının durumunu çocukları rencide etmeden ve fazla üzmeden anlatmaya karar verdi.
— Tülin yürüme engelli, bu yüzden okula gidip gelmesi zor oluyor, dedi. Ama ben, kızımın bu konuda her türlü desteğini ve yardımını sağlıyorum.
Zafer bu sözleri duyunca bir an sessiz kaldı, Tülin’in durumuna içten içe üzüldü. Ama çocuk kalbi çabuk toparlandı; gözlerinde umut ışığı belirdi:
— O zaman olsun, yine de okula gelebilir, dedi.
Tülin sessiz kaldı, ne diyeceğini bilemedi. Zafer devam etti:
— Öğretmenine bir tekerlekli sandalye olsa Tülin rahatça okula gidip gelebilir, dedi.
Tülin de gülümseyerek Zafer’i destekledi. Çocukların bu umut dolu sözlerine kayıtsız kalmayan Kazım, kararlı bir ifadeyle:
— Bakalım, bir şeyler yapmaya çalışacağım, dedi.
Ay başında maaşını almak için ilçeye giden Kazım, Milli Eğitim Müdürlüğü’ne de uğrayarak yetkililerle görüştü. Kızının engelinden ve eğitim durumundan bahsederek okula kaydının yapılıp yapılamayacağını sordu. Yetkililer, gerekli desteği vererek Tülin’in kaydını yaptılar. Kazım, onlara teşekkür edip oradan ayrıldı.
Hemen ardından medikal ve ortopedi ürünleri satan bir mağazaya giderek kızına bir tekerlekli sandalye aldı. Akşam eve döndüğünde, kızına okula başlayacağı müjdesini verdi. Ardından dışarıda sakladığı tekerlekli sandalyeyi içeri getirerek gösterdi.
O sırada Zafer’le ders çalışan Tülin, hem habere hem de sandalyeye öylesine sevindi ki mutluluktan gözleri doldu. Zafer de en az Tülin kadar mutluydu; artık Tülin okula gelecek, okulun bahçesinde birlikte dolaşabileceklerdi.
Tam bu sırada Zafer’in aklına okulun ve lojmanın merdivenleri geldi. Hemen öğretmenine sordu. Kazım, “Merdivenlere rampa yaparsak rahatlıkla inilip çıkılabilir,” dedi ve nasıl yapılacağını anlattı: Merdivenin bir kısmı taşla doldurulacak, üzerine beton dökülecekti.
Zafer, heyecanla oradan ayrıldı ve köyün içinden birkaç arkadaşını toplayarak okulun bahçesine geldi. Hep birlikte, biraz aşağıda akan derenin kenarından taşlar toplayıp okulun ve lojmanın merdivenlerine taşımaya başladılar.
Çocukların bu hevesli çalışmasını gören Kazım, okul deposunda bulunan tahtalardan bir rampa yaparak taşları içine yerleştirdi. Muhtardan aldığı çimentoyla, dereden getirdiği kumu karıştırarak rampanın içine beton döktü.
Hava kararmadan rampalar bitmiş, kurumaya bırakılmıştı. Hafta sonu olduğundan beton iki gün içinde tamamen sertleşecekti. Zafer, bu iki gün boyunca sabah akşam gelip okulun bahçesindeki çeşmeden doldurduğu kovalarla betonu suladı.
Pazartesi sabahı, Tülin evlerinin önündeki rampadan, babasının yardımıyla tekerlekli sandalyesi üzerinde inerek okula doğru yola çıktı. Kazım öğretmen, kızının yanındaydı; birlikte ağır ağır ilerlerken, Zafer ve diğer çocuklar onları uzaktan izliyordu.
Okul bahçesinde İstiklal Marşı ve Andımız okunduktan sonra öğrenciler sınıflara girmeye başladı. Kızını sınıfa götürmek üzere hazırlanan Kazım’a, Zafer yaklaşıp, “Öğretmenim, Tülin’i ben götürmek istiyorum,” dedi. Kazım bu isteğe gülümseyerek karşılık verdi ve kenara çekilip ikisini izledi. Zafer, tekerlekli sandalyeyi dikkatle iterek rampadan sınıfa çıkardı.
Artık teneffüslerde Tülin de bahçeye çıkabiliyor, arkadaşlarıyla vakit geçirebiliyordu. Tekerlekli sandalyesine kısa sürede alışmış, kendi başına rahatça kullanmaya başlamıştı. Bazen Zafer’in yardımına izin veriyor, ama çoğu zaman tek başına hareket etmeyi tercih ediyordu. Zafer ise eski alışkanlığını hiç bırakmamış, her öğlen Tülin’e bahçelerinden kopardığı bir kırmızı elma getirmeye devam ediyordu.
Yıllar böylece akıp gitti. İkisi de ilkokulu bitirdi. Zafer, ortaokul için ilçedeki okula kaydoldu; babası da orada bir ev kiralayarak hem ortaokulu hem de liseyi tamamlamasını sağladı. Tülin ise ilçeye gidip gelmesi zor olacağından, ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirme sınavlarına girerek tamamladı.
Zafer, tatil günlerinde köye geldiğinde mutlaka Tülin’in yanına uğruyordu. Bazen onu alıp elma bahçelerinde gezdiriyor, bazen de bir piknik sepeti hazırlayıp dere kenarına götürüyordu. Yanlarına çoğu zaman çocukluk arkadaşları da katılıyor, birlikte gülüp eğleniyorlardı.
Zafer, üniversite sınavına girmiş ancak istediği başarıyı elde edememişti. Bunun üzerine köyde kalarak babasının bağ, bahçe ve diğer işleriyle ilgilenmeye karar verdi. Zaten babasının durumu oldukça iyiydi, maddi olarak fazlaca ihtiyaçları yoktu.
Tülin ise okuma azmini hiç kaybetmemiş, üniversite sınavlarında özellikle açık öğretim bölümlerini tercih etmişti. Babası, işlerini Zafer’e devrettiğinden beri rahatlamış ve daha çok istirahate çekilmişti.
Çok geçmeden, bir gün Zafer’in askere çağrı kâğıdı geldi. Hazırlıklarını tamamlayan Zafer, ailesi, arkadaşları, öğretmeni Kazım ve özellikle Tülin’le vedalaşarak askere gitti.
Aylar sonra acemi birliğini bitirip iznini kullanmak için köye döndüğünde, Tülin’e karşı hislerinde farklı bir değişim olduğunu daha net hissetmeye başladı. Onu gördüğünde kalbinin hızla çarpması, konuşurken farkında olmadan gülümsemesi artık saklanamaz bir hâl almıştı. İzin süresince fırsat buldukça Tülin’i görmeye, onunla birlikte daha çok vakit geçirmeye çalışıyordu.
Zafer, bir gün annesi ve babasına Tülin hakkındaki düşüncelerini açıkladı. Onu sevdiğini ve ileride onunla evlenmek istediğini söyledi. Ancak annesi ve babası bu fikre kesin bir dille karşı çıktı; böyle bir evliliğin mümkün olmadığını açıkça belirttiler. Zafer, o an fazla üstelemedi, bu konuyu asker dönüşünde yeniden gündeme getirmeye karar verdi.
Askerde olduğu günlerde fırsat buldukça Tülin’e mektup yazıyor, ondan gelecek cevapları sabırsızlıkla bekliyordu. Bir mektubunda, duygularını ilk kez açıkça dile getirdi; onu sevdiğini ve kendisiyle evlenmek istediğini yazdı.
Tülin, bu satırları okuduğunda hem şaşırmış hem de mutlu olmuştu. Cevabında, böyle bir isteğin kendisini çok mutlu edeceğini, kendisinin de ondan hoşlandığını söyledi. Ancak bir yandan da tereddütlerini dile getirdi: “Peki, bunu anne ve baban nasıl karşılar? Benim durumumu biliyorsun… Yürüme engelli bir kızım.”
Zafer, mektubunda tüm bunların sevgisine ve evlenme isteğine engel olamayacağını yazdı. Anne ve babasına buraya gelmeden önce bu düşüncesini açıkladığını, onların kabul etmediğini ama asker dönüşünde mutlaka ikna edeceğini belirtti. “Birlikte mutlu bir hayat yaşayacağız,” diye ekledi.
Aradan haftalar geçti. Bir gece, Zafer’in timi gece görevi için araziye çıktı. Görev sırasında teröristlerle sıcak temas yaşandı. Çatışma sona erip bölge kontrol altına alındığında arama-tarama faaliyetleri başladı. O sırada Zafer, bir mayına bastı. Şiddetli patlama sonucu bir ayağını diz kapağının altından kaybetti.
Hemen helikopterle hastaneye kaldırıldı, ardından Ankara’ya sevk edildi. Haberi alan anne ve babası, apar topar Ankara’ya gittiler.
Tülin, bu acı haberi duyduğunda adeta yıkıldı. Günlerce ağladı, uykusuz geceler geçirdi. Zafer’in durumunu köydeki kardeşlerinden öğrenebiliyordu.
Zafer’in yanında kalan anne ve babasına doktorlar, tedavinin uzun süreceğini, orada kalmalarına gerek olmadığını, oğullarına hastane ekibinin iyi bakacağını söyleyince köylerine dönmeye karar verdiler.
Köye döndüklerinde, Tülin ve ailesi geçmiş olsun dileklerini iletmek ve Zafer’in durumu hakkında bilgi almak için onları ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında, zamanında “engelli olduğu için oğlumu onunla evlendirmem” diyen Zafer’in annesi, Tülin’e bakıp bakıp ağlıyor, içinden “Şimdi benim oğlum da onun gibi engelli oldu. Büyük söz söylemişim…” diyerek kahroluyordu.
Haftalar sonra Zafer’in tedavisi tamamlandı. Protez bacağı takıldıktan sonra taburcu edildi. Köy yoluna giren Gazi Zafer’i, ailesi ve köylüler köyün girişinde coşkuyla karşıladı. Herkes sırayla elini sıktı, “Geçmiş olsun” dileklerini iletti. Kimisi onun sırtını sıvazladı, kimisi gözleri dolu dolu sessizce baktı.
Zafer’in gelişini haber alan Tülin, sabahın ilk ışıklarında uyanmış, güneşin doğmasını bile zor beklemişti. Ailesiyle birlikte erkenden Zafer’in evine gittiler.
O sırada orada bulunan Kazım Öğretmen ve eşi, Zafer’e moral veren sözler söyledi:
— Artık sen bir gazisin, memleketin için bir bacağını verdin. Devlet sana, yerini tutmasa da, yeni bir bacak verdi. Biz seninle gurur duyuyoruz.
Zafer hafifçe gülümsedi. Tülin ve Zafer ise birbirlerinin gözlerinin içine bakıyor, kelimeler boğazlarında düğümlense de gözleriyle her şeyi söylüyorlardı. O bakışlarda hem hasretin hem sevdanın hem de sessiz bir anlaşmanın derin izleri vardı.
Bir akşamüstü, güneşin son ışıkları köyün damlarını kızıl bir örtüyle boyarken, Zafer elinde sapasağlam bir sepet dolusu kırmızı elma ile Kazım Öğretmen’in kapısını çaldı. Merdivenlerin yerine Tülin için yaptıkları rampadan yavaşça çıkmıştı. Adımlarını atarken o eski günler, rampayı inşa ettikleri anlar, Tülin’in yüzündeki gülümseme gözlerinin önüne geldi. Derin bir nefes aldı, içini çekti. Bu kez ders çalışmak veya Tülin’i görmek için gelmemişti.
Kapıyı Kazım Öğretmen açtı. Zafer’i elinde koca bir sepet elma ile görünce bir an durdu; gözleri parladı, hafifçe buğulandı. Geçmiş, bir film gibi zihninden aktı. Yaş artık onu daha kolay duygulandırıyordu.
İçeriden Serap Hanım, “Kim geldi?” diye seslendi.
— Zafer, dedi Kazım Öğretmen, sesi yumuşak ama içinde hafif bir heyecanla.
Bunu duyan Tülin, annesi Serap ile birlikte hızla kapıya geldi. Zafer’i görünce yüzünde sıcak bir tebessüm belirdi. Onu hemen içeri davet ettiler. Fakat Zafer yalnız değildi; hemen arkasında annesi ve babası da vardı. Onların gözlerinde farklı bir ifade farklı bir ışıltı vardı.
İçeri geçip hal hatır soruldu, geçmiş günlerden konuşuldu. Çaylar yudumlanırken, Zafer’in babası hafifçe öksürüp söze girdi:
— Biz bugün buraya hayırlı bir iş için geldik, dedi. Sesi ciddiydi ama gözlerinde sıcak bir parıltı vardı.
Kısa bir duraksamadan sonra devam etti:
— Eğer sizler de uygun görürseniz, Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle, Tülin kızımızı oğlumuz Zafer’e istemek amacıyla sizleri ziyarete geldik.
Sözler odada yankılandı. Tülin’le Zafer, aynı anda birbirlerine baktılar. Gözlerinde kelimelerden daha gürültülü bir sevinç vardı; dudaklarına yayılan hafif tebessüm, kalplerinin atışını ele veriyordu.
Kazım Öğretmen ve Serap Hanım, birbirlerine anlamlı bir bakış attılar. O bakışta hem geçmişte yaşananların hüznü hem de bu anın mutluluğu saklıydı. Ardından Kazım Öğretmen, yumuşak bir sesle Tülin’e döndü:
— Kızım, sen ne dersin?
Tülin başını hafifçe eğdi, gözleri hâlâ Zafer’in gözlerinde takılıydı.
— Siz uygun görüyorsanız, benim diyeceğim bir şey yok, dedi. Ama sesinin sakinliğine rağmen, içi kıpır kıpır atıyordu. Kalbi sanki birazdan yerinden fırlayacaktı.
O akşam, sohbetin ilerleyen dakikalarında Zafer’in babası gülümseyerek söze girdi:
— Bugün sadece görüşlerinizi almak için geldik. Uygun görürseniz, bir gün belirleyelim. O gün aile büyüklerimizle birlikte gelir, kahvelerinizi içeriz, dedi.
Sözler sıcak bir samimiyetle karşılandı. İki aile, tarih konusunda kısa sürede anlaştılar. Karar verilince, herkesin yüzüne tatlı bir huzur yayıldı.
— Hayırlı, uğurlu olsun, diye tebrik ettiler birbirlerini.
Aradan günler geçti. Köy meydanında yapılan söz kesme töreni, ardından da nişan, herkesin hafızasına kazındı. Davullar, zurnalar, şen kahkahalar köyün taş sokaklarında yankılandı.
Ve sonunda, Zafer’e ve Tülin’e yakışır, unutulmaz bir düğün yapıldı. Gazi Zafer, protez bacağına rağmen gururla yürürken eşinin tekerlekli sandalyesini itiyordu. Tülin ise gelinliğinin içinde adeta bir beyaz güvercin gibiydi. Köy halkı, iki gencin mutluluğuna ortak olurken, davul sesleri göğe, dualar ise kalplere yükseldi.