Gazze, ümmetin onurunu, izzetini, namusunu kurtardı
GÜNDEMDEKİ Gazze katliamı, tüm vicdan sahibi insanlar ve Müslümanlar için “ötekiler” ve “ötekileşenler” üzerinde durmayı gerekli kılıyor.
Gazze’de yaşanan soykırımı görmek istemeyen, gören fakat bu cürmün suçunu işgalcilere değil de işgale uğrayanlara yıkan, Filistin meselesiyle ilgilense bile Mescid-i Aksa’nın özgürleştirilmesi hedefine ve Filistin direnişinde -cihadında- Müslümanların özneleşmesi konusuna hasetle ve hatta düşmanlıkla bakan içimizdeki “garpzedeler” bir karşı eylemlilik ortaya koyamasalar da sosyal ve konvansiyonel medyada saptırıcı birçok beyanda ve tezviratta bulunuyorlar.
Dünyadaki müstekbirler ve zulme sessiz kalan sözde medeni dünya kadar bu “garpzedelerin” tiyniyeti, insanlık ve adalet anlayışı ciddi olarak sorgulanmayı gerektiriyor.
Bu konu, bölgesel değil küresel bir meseledir
Ahzab sûresinde, dünyanın tek sorumlu varlığının “insan” olduğuna işaret edilir. Ama Yaratıcımız tarafından verili olan fıtrî ve vahyî ölçüleri gözetmeyen insan “cahilleşir” ve “zalimleşir” (Ahzab, 72). İnsanın özü fıtrî ve vahyî kurallara uyduğunda insan güçlenir; bu temel hasletlerden uzaklaştığında öz yıkıma, çözülmeye uğrar ve şeytanlaşır.
Bugün fıtrattan ve adaletten yana olan bütün insanlar için gündem, Gazze’de Siyonizm’in yaşattığı katliam konusu ve 100 yıldan bu yana Filistin toprakları ve Mescid-i Aksa çevresinde yaşatılagelen vahşetin nasıl durdurulacağı ve Mescid-i Aksa’nın nasıl özgürleştirileceği meselesidir. Çünkü bu konu bölgesel değil küresel bir meseledir.
M.Ö. veya sonra dünya tarihi içinde doğuda da batıda da insan özünün çözülüp şeytanlaşmasıyla yaşanan katliam veya soykırımlar, nefsinin ve kavminin çıkarlarını veya üstünlüğünü mutlaklaştırıp, ötekini ikincil, yabancı, köle veya kendi ölçülerine göre “medenileştirilecek canlılar” kategorisi olarak tasniflemekten kaynaklanmıştır.
Nefsi tutum ve müstağnilikle oluşan benlik ve kibir veya özünü kaybetmiş benliklerden oluşan “biz” ile “öteki” arasında tarihte gündem olan en önemli uygulama veya soykırım, Afrikalıların köleleştirilmesi ve Yeni Dünya’da Kızılderililerin medeni insan sayılmayarak soykırıma tabi tutulmasıyla yaşatılmıştır. Oysa Rabbimiz Nisâ sûresinde şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a kulluk edin. Hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın. Anne ve babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yol oğluna, hâkimiyetiniz altında bulunanlara (esir kadın ve erkeklere) iyilik edin. Kuşkusuz Allah, kibirli olanları ve kendini övenleri sevmez.” (e-Nîsâ, 64)
Rabbimiz bu âyet-i kerîmede müminlerin iki temel özelliği üzerinde durur: Birincisi tevhid inancı, ikincisi ana-babadan, akrabadan ya da yakınlardan başlamak üzere diğer insanlara iyilik yapmak... Tevhidi bir karakterle insanlara iyilik yapmayı emreden bu âyet-i celile, iyilik yapılacak kişilerin mümin olmasıyla ilgili bir şart da belirtilmemiştir.
Siyonizm’e göre Batılı paradigma/ değerler dizisi dışındaki Yahudi olmayan tüm insanlar “goyim”dir
Çok kısa ve özet olarak tarihin tozlu raflarına bakalım… Filistin toprakları, yüzyıllar boyunca pek çok medeniyete ve kültüre ev sahipliği yapmış kadim bir coğrafyadır. Bu bakımdan içerisinde birçok dini ve kültürel eser barındırır. Filistin topraklarında Yahudi bir İsrail devleti kurma fikri, ilk kez II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıktı. İsrail devletinin kurulma aşamasındaki fikir babası Theodor Herzl, ilk defa İsviçre’de düzenlenen Siyonizm kongresinde bu fikri dile getirdi. Böylece Filistin topraklarında yaklaşık bir asırdır süren Filistinlilere yönelik soykırım başlamış oldu.
Filistin’in tarihte kaderini değiştiren “Balfour Deklarasyonu” ile Filistin topraklarında Yahudi bir İsrail devleti kurulması kararlaştırılmıştır. Sonrası!?.. İsrail, Aydınlanmacı Teodor Herzl ile başlayan Siyonist çetecilik ile birlikte emperyalist Batılı güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda kurduğu, Filistin’in tabii ve yerli nüfusunun haklarını ve özgürlüğünü yok sayan yapay bir işgal devletidir. Siyonizm’e göre Batılı paradigma/ değerler dizisi dışındaki Yahudi olmayan tüm insanlar “goyim”dir. Din adamlarının Resullerden ve kendi sözlerinden oluşan ve muharref Tevrat’ın en önemli tefsiri olarak kabul edilen Talmut’ta geçen “goyim”, Yahudi olmayanlara veya Yahudilere hizmet için doğan ötekilere verilen sıfattır -ABD’yi kuran ve tutuculuğuyla bilinen Protestan mezhebi Puritenler’in devamıdır-. Goyimler, Batı’nın Kızılderililere, zencilere yaklaştıkları gibi medenileşmemiş canlılar olarak görülür. Seküler Yahudiliğin “goyim” algısı aslında Batı Medeniyetinin Batı-dışı toplumlara ve insanlara bakış açısını yansıtır. Suriye’de 21. yüzyılın ikinci 10 yılında özgürlük ve adalet istedikleri için katledilen yüzbinlerce Müslüman gibi, 21. yüzyılın üçüncü 10 yılının başında Gazze’de Filistin halkına ve Müslümanlara karşı işlenen cinayetler de Batılı insan haklarının konusu olmamaktadır. Zira Batı, solcusuyla sağcısıyla nasıl ki Avrupa endüstri devriminin gelişimi için medenileşme süreci adına 18. yüzyılda binlerce Hintli ipek kumaş dokuma ustasının bileklerinin kesilmesini suç olarak görmediyse, kendi benlikleri dışındaki ötekilere karşı işlenen katliamları da dün Cezayir’de, Libya’da, Çin’de de görmedi; görmeyen, duymayan, işitmeyen üç maymunu oynadı. Bugün de Afganistan’da, Mısır’da, Suriye’de, Gazze’de aynı vurdumduymazlığı oynamıştır, oynamaktadır.
Siyonizm, Batı emperyalizminin bir türüdür. Dünyayı, Batı’nın sömürgeci hedeflerinden, kimlikleri asimile ederek dönüştüren çıkar ve emellerinden farklı bir karakter taşımayan Siyonistler mi yönetiyor, kapitalizmin patronu ABD mi yönetiyor, sorusu, saptırıcıdır. Siyonist Theodor Herzl’den sonra Siyonist Kongre’nin 2. Başkanı Rothchild’dir. Ama kapitalist sermayenin ilk beş büyük ailesinden biri olan Rothchild Ailesi asla İsrail’de oturmadı. Onlar diğer kapitalizmin büyük sermayedarlarıyla kapitalizmin kumanda mekânları olan Büyük Britanya ve ABD’de oturup çıkarları doğrultusunda dünya emekçilerini kullandıkları, dünyayı sömürdükleri gibi, İsrail’i de kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışmışlardır. Bugün kapitalizmin amiral gemisi ABD’dir ve tüm Batılı güçler ve “garpzedeler” iç tartışmalarına rağmen, Batı-dışı toplumlara ve Müslümanlara karşı en başta ABD, sonra Avrupa, Rusya ve Çin de kapitalizmin vahşi yasaları ile saldırmakta ve yıkımlar yaşatmaktadırlar. Akıl sahipleri bilirler, bugün olan/ yapılan katliam ve “soykırım” yeni değildir.
1948, hem Orta Doğu hem Müslüman Filistinliler için eziyetlerin başladığı tarihtir
İsrail kurulduğu günden beri Filistin’i işgal etmeye, masum sivilleri öldürmeye, savaş suçları işlemeye devam etti. Gazze’deki yıkım, işgalci İsrail’in saldırılarının ne denli büyük olduğunu gözler önüne serdiği gibi Batı’da da büyük değişimlere yol açtı. Gazze yalnızca Batı’ya değil tüm dünyaya, İsrail’in ne denli bir zalim olduğunu gösterdi. Gazzelilerin direnişi dünyayı İslâm’a davet etti. Gazze’de yaşanan soykırım, dünyayı ve özellikle Batı’yı nasıl harekete geçirdi, hepimiz birlikte şahit olduk. Milyonlarca insan, Batı’da Müslüman oldu.
İsrail devleti -aslında “terör mihrakı” demek daha doğru bir ifade olacak- nasıl kuruldu? 1948, Filistin topraklarında kurulan İsrail devletinin kuruluşu olduğu gibi hem Orta Doğu hem de Müslüman Filistinliler için eziyetlerinin başladığı tarihtir. Dönemin Britanya Başbakanlığı’nda Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Arthur Balfour’un adıyla anılan bu deklarasyonla (bildirme, duyurma, SP) İsrail devletinin(!) kurulmasına yönelik ilk kayıtlı belgedir. Yahudilerin Avrupa devletleri üzerindeki gücünün en temel sebebi, Yahudilerin zengin olmalarıdır. Dünyanın sayılı zenginlerinden olan ve pek çok belgesele de konu olan Rothschild ailesi Yahudi’dir ve İngiltere devlet politikasında da nüfuz sahibidir. İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Jamed Balfour’un kendisine müjdelediği İsrail devletinin kuruluşu dair mektupta şunlar yazar:
“Saygıdeğer Lord Rothschild, Majestelerinin Hükûmeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudî Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım. Majestelerinin Hükûmeti, Filistin’de Yahudiler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin’deki mevcut Yahudi olmayan toplumların sivil ve dinî haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Yahudilerin sahip oldukları haklara ve siyâsî statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır. Bu deklarasyonu (bildirme, duyurma, SP), Siyonist Federasyonu’nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım.” Buna karşı bizim diyeceğimiz: “Sahibinin sesi…” Atalarımız: “Merdî kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler…” demişler.
Asla yeise düşmemeli, asla karamsarlığa kapılmamalıyız!
Şimdi Allah’u Teâlâ’ya inanmanın ve teslimiyetin sırrına erenlerin mu’cizeseine bakalım…
Hamas, Gazze’nin onuru, ümmetin iftiharıdır! Gazze âdeta bir mucizeye ev sahipliği yaptı. Küçücük Gazze, toplam alanı İstanbul’un bir ilçesi kadar olmayan bir belde, tüm dünyanın merkezine oturdu. Küresel güçlerin engelleme, baskılama çabalarına rağmen halkların vicdanına dokundu ve milyonları harekete geçirdi. Dünyayı sarstı, küresel çapta bir vicdan intifadasına yol açtı. Sadece Gazze’nin, Filistin’in kurtuluşu için değil, dünyanın da daha adil bir geleceğe kavuşması için önemli ve ufuk açıcı bir süreçtir bu. Yüreğimize bir kor gibi düşen Gazzeli yavruların şehadetinin egemen zalimlerin barbarlık düzenini yakıp küle çevirecek küresel bir intifada ateşinin fitili olmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz. Asla yeise düşmemeli, asla karamsarlığa kapılmamalıyız! Evet, Gazze’de savunmasız sivillere yönelik aralıksız devam eden katliamlar karşısında üzülüyoruz, acı duyuyoruz, öfkeliyiz ama asla ümitsizliğe kapılmıyoruz. Siyonist katil sürüsünün zilletini hep birlikte izliyoruz, zevaline de bizleri şahit eylemesi için Rabbimize yalvarıyoruz.
Bu niyaz, bu temenni, bu dua bugünkü şartlarda çok zor, çok uzak gözüküyor, değil mi? Ama biz Rabbimizin kâdir-i mutlak olduğuna iman ediyoruz. Müminleri en zor şartlarda dahi yardımıyla galip kıldığını biliyoruz. Nitekim biz çok eskilerde, geçmiş dönemlerde değil daha yaşarken, yakın bir zaman önce işgalcilerin güçlülük ve kudret iddialarının, böbürlenmelerinin ne kadar boş olduğunu ayne’l-yakîn Afganistan’da görmedik mi? Yaktılar, yıktılar, bombaladılar ama sonunda Afgan halkının İslâmî direnişi karşısında zelil biçimde defolup gittiler. Allah Teâlâ’nın izniyle Filistin’de de aynı neticenin tahakkuk edeceğine inanmalıyız. Bunun için gayret etmeliyiz. Bu neticeyi biz göremesek de bizden sonrakilerin görmesi için çabalarımızı artırmalıyız. Gönlümüzün ve gözyaşlarımızın kalpgâhı Gazze’yi yazmaya devam ediyoruz. Şehadet, direniş, adalet, merhamet, erdem, ahlâk, insanlık, iyilik namına ne varsa Gazze mektebinde görebilirsiniz. Bu çağda Müslüman’ca nasıl yaşanıp nasıl ölüneceğini bize Gazze öğretti. Bu açıdan yaşadığımız hayatı yeniden analiz ediyoruz. Gazze bizi bize getirdi.
Gazze, ümmetin onurunu, izzetini, namusunu kurtardı
Uhud Savaşı’nda 70 sahabesini kaybeden Allah Resulü hüzün ve hicran içerisinde kıvranırken göklerden gelen mesaj, “Üzülmeyin, gevşemeyin! İnanıyorsanız üstün olan sizsiniz” diyor. İşte bu ayetten ilham alarak Gazze, ümmetin onurunu, izzetini, namusunu kurtardı. Kayıpları, şehitleri var ama üzerimizdeki ölü topraktan bizi kurtaran Gazze’dir. Sözün bittiği yerdeyiz ama sözümüz bitmedi bitmeyecek. Sözün sahibine söz veriyoruz. Son nefesimize kadar Kudüs mücadelesinden, Mescidi Aksa dâvâsından vazgeçmeyeceğiz.Belirleyici olan, zaferi görmek değil, ona inanmaktır! Bizler bu mücadelenin zafere ulaşacağına iman ediyoruz. Belirleyici olan, bu kavgada kimin nerede yer aldığıdır. Bizler, Türkiyeli Müslümanlar olarak ümmet bilinci ve sorumluluğuyla kardeşlerimizin yanında, adaletin safında duruyoruz Elhamdülillâh. Birileri meraktan ya da hasetten “Bu eylemlerle ne elde edeceksiniz?” diye soruyor. Bunun küresel bir vicdan saflaşması olduğunun altını çiziyoruz ve herkesi safını netleştirmeye çağırıyoruz. Zulüm ve tuğyana sessiz kalmak, zalime ortak olmaktır. Bizler âmel ve fiiliyatımızla Hakk’ın yanında yer aldığımızı ve dilsiz şeytanlardan olmadığımızı ilan ediyoruz. Bu, Rabbimize karşı kulluğumuzdur, ibadetimizdir; kardeşlerimize karşı vazifemizdir. Ümmete, insanlığa ve tarihe borcumuzdur.Elimizden geleni yaparak iman, insaf ve vicdan yoksunlarından ayrışmamız bile başlı başına bir hayırdır. İsrail’i desteklediği için boykot çağrısı yapılan kahve dükkânına gidip kahve zıkkımlananlardan, para kazanacağım diye aşağılık Siyonistlerle ticaret yapanlardan, “Ama Hamas da…” diye başlayan cümleler kurarak işgalcileri dolaylı biçimde destekleyenlerden ve bunca vahşete karşın hiçbir şey olmamış gibi oturanlardan ayrışmak elzem değil midir? “O topluluğu (düşmanı) izlemekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız sizin acı çektiğiniz gibi onlar da acı çekiyorlar. Üstelik siz Allah’tan onların ummadığını umuyorsunuz. Allah ilim sahibidir, hâkimdir.” (Nisa, 104) Bu âyet-i celilenin tüm zamanlar için İslâm ve Müslümanların düşmanlarıyla girilen savaş hâllerini kapsadığı ifade edilmektedir. Müminler her zaman teyakkuzda olmalılar; İslâm düşmanlarının kendilerine saldıracakları konusunda rehavete kapılmamalılar. Acılar karşılıklıdır. Düşmanların umutları dünya ile ve dostlarının tasavvuru ile sınırlıdır.
Gazze, nasıl “izzetli” Müslüman olunacağını öğretiyor ümmete
Mü’minler ise Allah’ın rızasını kazanmak, İslâm’ın tüm nimetlerine sahip olmak ve ahirette gerçek saadeti ümit eder. Bu hâl, Rabbimizin nezdinde de çok değerli bir beklenti olarak övülmektedir. İnsanlığın hayrına sonuçlanan büyük değişimler, cesur ve isabetli kararlar verebilen insanlar eliyle gerçekleşiyor. Gazze’de işte böyle bir değişim ve kıyama tanıklık ediyoruz. XII. asırda Kudüs’ü esaretten kurtaran iki kahramanın, Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi’nin çabalarına benzer bir hareketlilik söz konusu. Gazze’de büyük acılar yaşanıyor. Bir yandan ölümler içimizi kanatıyor, üzülüyoruz ama bir taraftan da el-Kassam’ın, Siyonist çetelere diz çöktüren yiğitleriyle iftihar ediyoruz. Gazze, nasıl “izzetli” Müslüman olunacağını öğretiyor ümmete. Salih öncülerin izinden giden kahramanlar, yepyeni bir dönem inşâ ediyorlar. Muttaki, muhlis, merhametli, civanmert yiğitler yüzyılın tarihine damga vuran hamleler gerçekleştiriyorlar. Bu hamleler sadece Müslümanlar arasında değil, fıtrattan kopmamış, vicdanlı ve hikmetli düşünebilen akıl sahipleri nezdinde de karşılık buluyor.
Bugün modern seküler zamanların aktörleri örgütlü kötülüğün temsilcileri konumundalar. Kötülüğün iktidarını kurmuş, dünyayı işgalcinin eline teslim etmişler. İnsanlığın fıtrî değerleri olan ahlâk, adalet, merhamet ve vicdan yerine adaletsizlik dünya sistemine yön veriyor. Sömürge ve işgallerin semirttiği şımarık, narsist Batı hâkim bir dil ve kültür inşâ etti. Bilimi, parayı, nefsî azgınlıkları ve silah gücünü iktidarının merkezine koydu. “O hükmettiyse doğrudur, onun kararlarına boyun eğilir!” dedirtti. Batı 1900’lerde İslâm coğrafyasının parçalanmasını istedi, işgallerle beldelerimizi fesat yuvalarına çevirdi, direnen halkları, yüz binlerce Müslüman’ı katletti, huzuru, düzeni, geleneği her şeyi alt üst etti. Bu topraklara ırkçılık ektiler, kardeş halkları sınırlarla ayırdılar, dağılmış ümmetin evlatlarının zihinlerinde “ötekini” inşâ ettiler. Batı dokunduğu her şeye zulüm bulaştırdı, inşâ ettiği işbirlikçi yönetimlerle tüm İslâm coğrafyasının kontrolünü elinde tutuyor. Osmanlı toprakları olan Bilad-ı Şam, İngiltere tarafından işgal edildi. Bu toprakların kalbi olan Filistin toprakları ve Kudüs şehri Siyonist çetelere peşkeş çekildi. İngilizler Siyonist çetelere 1917 Balfour Deklarasyonu ile devlet kurma yolunun önünü açtılar. O günden bu yana bu topraklarda acı hiç dinmedi. Bugün yaşananlar yeni değil sadece daha görünür hâle geldi. Teknolojinin imkânlarıyla İsrail’in Gazze ve Filistin’de yaptığı katliamlar tüm vicdan sahibi insanları ve Müslüman halkları Gazze halkının yanında bir araya getirdi. Hamas’ın askerî birliklerinin başlattığı Aksa Tufanı son derece hikmetli, isabetli ve başarılı bir hamle oldu, hamdolsun. Aksa Tufanı sayesinde hile, işgal ve katliamın müsebbibi, ahlâksız ve acımasız Siyonist İsrail’in ve destekçisi ABD’nin yenilmezlik algıları, sahte yalanları, ikiyüzlülükleri alaşağı oluverdi.
İsrail, Batı adına İslâmî oluşum ve hareketlerin kontrol altında tutulduğu “kolluk gücü”dür
İslâm dini mübarek bir dindir. Din tüm hayatı kapsayan bir olgudur. İslâm, hayatın en ince detaylarına kadar rengini verir. İslâm rahmet, vicdan, letafet, zarafet, fedakârlık kaynağı canlı bir dindir. Bu dinin temel saiki inanmak ve yaşamaktır. Müslümanlar bir değişim istiyorlarsa mutlaka bunun karşılığında bedeller ödenecektir. Bunu resullerin hayatında gözlemleyebiliyoruz. Yüce Rabbimiz onların hayatından örnekler vererek yeryüzünde ıslahın, tevhidî değişimin ancak bu şekilde mümkün olduğunu ve bütün bunların İlâhî yasalara bağlı bir işleyişle gerçekleştiğini bildirmektedir. İslâm düşmanları da değişim istemektedirler. Tarihte kâfirlerin Müslümanların elindeki imkânları ele geçirmek için çok sayıda askerle, Haçlı ordularıyla, Müslümanların topraklarına müdahalede bulunduklarını biliyoruz. Binlerce asker, İslâm topraklarına saldırdı ve ağır bedeller ödediler, yine de vazgeçmediler. Ne zaman ki Müslümanlar ellerindeki İslâm nimetini, takvayı, kardeşliği, Kur’ân ve Sünnet örnekliğini, günlük hayatta fıkhı ve İslâm’ı gözeten pratik açılımları kaybettiler, o zaman düşmanlar hamlelerinde başarılı oldu. Bu vakıayı dikkatlerden kaçırmamak gerekiyor.
Değişim, çalışanın karşılığını aldığı bir olgudur. Allah-u Teâlâ kendi yolunda ortaya konulan emekleri zayi etmeyeceği sözünü veriyor. Kullarına yardım edeceğini, onlara imkânlar vereceğini, onları nimet sahibi kılacağını söylüyor ama tüm bunların bir hak ediş üzerinden olması gerekiyor. Bu toprakları işgal altında tutmak ve istedikleri gibi şekillendirmek isteyen küresel şeytanî güçler, Kudüs’ü, kutsal emanetleri ellerinde tutmak istiyor. İsrail, Batı adına İslâmî oluşum ve hareketlerin kontrol altında tutulduğu “kolluk gücü” rolünü de üstlenmiş durumdadır. Bu rol kimi şartlarda vesayet ekseninde kalanları yönlendirme ve iktidarlarını denetim altına alma, kimi zaman da fiilen müdahale ile oynanmaktadır. İsrail ve arkasındaki Batı, Müslümanlara ait olan bu toprakları denetim altında tutmak, halklarını köleleştirmek istemektedir. Aslında tüm mücadelenin özünde bu amaçlar yatmaktadır.
Direniş, Müslümanların uyanışına vesilesi oldu
Gazze direnişine kadar İslâmî çevreler özellikle gençler kapitalist sistemin çarkları içerisinde sıkışmış, oradan oraya sürüklenip durmaktaydılar. Nitekim inanç problemlerini konuşuyorduk, çözülmeyi tartışıyorduk. Gündemimizde muazzam bir modernleşme, sekülerleşme vardı. Aksa Tufanı Müslümanları bu ataletten kurtardı. Bu sayede, İslâm’ın değerlerini, meselelere dönük kavramsal adlandırmaları takva, ihlâs, cihad, mücadele, davet, cemaat olmak gibi kavramlarımızı yeniden konuşur olduk. Müslümanlar gündemle alakalı birçok oturumlar, programlar, etkinlikler, yardım kampanyaları düzenliyorlar. Müslüman ailelerin çocuklarını gündem konusu yaptığımızda can sıkıcı bir bozulmanın ve yabancılaşmanın getirdiği moral bozukluğu artarak devam ediyordu. Ama şimdi Kudüs’ün esareti, Kassam direnişi, Gazze halkının izzetli duruşu gündemimizi belirler oldu. Hemen hemen her hanede Gazze konuşuluyor. İslâm’ın ilke ve yaklaşımları, müminlerin metaneti ve hikmetli duruşları öne çıkıyor. Âdil ve vicdanlı insanlarla şeytanla iş tutan vicdansız kimseler aşikâr oldu. Sahte birlikteliklerin ve ortamların foyası döküldü. Siyasetçiden bürokrata, ilim adamından gazeteciye Müslümanca bir dille konuşulmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Hamas, ülkesini savunan ve kurtuluş mücadelesi veren mücahid bir kuruluştur” dedi. Batı’nın ve uzantılarının İslâm dünyasından etiketlediği bazı amorf yapıların eylemler yüzünden Müslümanlar İslâmî literatüre/ edebiyata ait bazı kavramları aslına uygun ifade edemez duruma gelmişlerdi. Şimdi “Kudüs dâvâsı, Hamas, Kassam, cihad, davet, cemaat olmak, ümmet, mukatele, cahili ve ırkçı vesayetten kurtulmak” gibi kavram ve ifadeler rahatlıkla dile getirilebiliyor. İslâmî geçmişe sahip bazı kimseler için kapitalist sistem; yaşam biçimi, kültürü, dünyevî nimetleri nedeniyle kuşatıcı olabiliyor. Bu etki sebebiyle bazı Müslümanlar şahitlik gerektiren konularda pasif, edilgen ve sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Hatta kapitalizmin içerisinde zulüm mekanizmalarının bir parçası hâline gelmekten rahatsızlık duymuyorlar. Yani kendilerine zulmedenler diye Rabbimizin adlandırdığı sınıfa dahil olabiliyorlar. Bu süreçte bir Müslüman’ın meseleleri ayırt edebilecek ve kendi konumunu netleştirebilecek bir pozisyon yakalaması elbette çok önemlidir. Müslüman iz’ân ve feraset sahibi olmalıdır.
Zahmetsiz ödül ve nimet olmuyor
Gazze’de Siyonizm’e ve küfür güçleri koalisyonuna karşı son derece sınırlı imkânlarıyla direnen el-Kassam birlikleri, Calud’a karşı Talut’un askerleri gibi mücadele şartlarını yerine getirerek “Nice küçük topluluk, Allah’ın izniyle, büyük topluluklara üstün gelmiştir. Çünkü Allah, dirençli olanlarla/ sabredenlerle beraberdir” (El-Bakara, 249) âyetinin hükmünce davranırken bizlere örneklik oluşturdular, hüzünler içinde sevincimiz oldular. Dost saflarla şeytanlaşan safların belirginleşmesine imkân sağladılar. Rabbimiz Gazze’nin salih yürekli mücahidlerini gaybi yardımıyla mükâfatlandırsın. Rabbimiz Batı medeniyetinin çöp adamları olan içimizdeki Binyamin Netanyahu’lara, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde destek veren, oy veren ve oy attıran alnı secdeli politikacıları ıslah etsin, basiret ve dirayet lütfetsin. ABD’li temsilci, savaş stoklarını sınırsız olarak katil İsrail devletine açtıklarını, meskûn mahal savaşları için oluşturdukları birliklerini Gazze’ye göndereceklerini açıklıyor. Rabbimiz direnişçi Gazzeli kardeşlerimize/ mücahidlere yardım etsin, düşmanın tertip ve planlarını başlarına geçirsin, bizlerin de dayanışma ruhumuzu artırsın ve değişik biçimlerde gerçekleştireceğimiz dayanışma yollarımızın açılmasına yardımda bulunsun.
Yeniden bilinçlenmek, idrak etmek çok önemlidir: İman etmek, tazelenmek, arınmak, şahitlik bilincine/ ruhuna kavuşmak ve “sabikûn” niteliğini kavramak, işte bütün bunlar imtihanın zorluk durumlarında sabretmeyle, yaşananlardan ders çıkararak basiret sahibi olmakla mümkün olan şeylerdir. Bu bağlamda yaşananlar “nefis değişimi” olarak görülmelidir. İlâhî yasalar gereği değişimde irade ve eylem çok değerli ilkelerdir. Zahmetsiz ödül ve nimet olmuyor.
Zulüm böyle devam etmeyecek, Kur’ân’ın yasaları buna müsaade edilmeyeceğini söylüyor
Gazze halkı -istisnalar dışında- ucunda ölüm de olsa topraklarını terk etmiyor. Yüz binlerce insan, Gazze’de kalmaya ve yaşamaya devam ediyor. Bu direnişin ve kıyamın mutlaka İlâhî bir karşılığı, bir lütfu olacaktır. Unutmayalım, Allah imhâl (bir müddet sonraya bırakmak, mühlet vermek) eder, ihmal etmez.
Ey Gazze halkı! Sebat üzere olun, sabırlı olun, nöbete devam edin! Resulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda bir saat nöbet beklemek, Hacerü’l-Esved’in yanında kadir gecesi kıyamda durmaktan daha hayırlıdır.”
Dua ve niyazımız: Kavi ve cebbar olan, zalimleri helak eden, mazlumları destekleyen Allah (cc)’ın adıyla... Her an yaratmakta olan, müminlerin ayaklarını sabit kılan, tağutların kalplerine korku salan Allah Teâlâ her türlü noksanlıktan münezzehtir.
Söz Kur’ân’ın: İsrail’in, mutlak muktedir olan ve her an yaratmakta olan Yüce Rabbimiz tarafından cezalandırılmasının vakti geldi. Zulüm böyle devam etmeyecek. Kur’ân’ın yasaları buna müsaade edilmeyeceğini söylüyor: “İşte o anda içinizden iki birlik gevşeklik gösterip geri çekilmeye yeltenmişlerdi. Hâlbuki Allah, onların yardımcısı ve destekçisiydi. Artık müminler, sadece Allah’a güvenip dayansınlar. Düşmana göre sayı ve silahça çok zayıf durumda iken şüphesiz Allah size Bedir Savaşı’nda yardım etmiş, sizi muzaffer kılmıştı. Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.” (Âl-i İmran, 122-123) Vesselâm…
































