SON DAKİKA
Sertif PARLAK

Kur'ân Işığında Yalan Haber ve Toplumsal Bekâ

A- A+

MİLLETÇE bize derin bir teessüre gark eden ve yirmi Mehmetçik’in şehâdetleri münasebetiyle ve buna bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 14 Kasım 2025 günlü Cuma hutbesinin bazı pasajlarını arz etmek hem bir icra-i vazife hem de şühedaya vefa borcumdur. İlave kelam etmek haddim değildir. Bu fakirin diyecekleri ise bu elim meselede bile ihaneti-yalanı vazife bilen “sosyal-medya” kalpazanlarının ahvalini bir âlimin işaretiyle arz etmek olacaktır. Evvela bütün camilerimizde okunan cuma hutbesinden birkaç satır arz edeyim:

 

“ …Vatan deyince her şeyi unutup ileri atılan kahraman ordumuz ve Mehmetçiğimizi hayırla yâd etmek hepimiz için bir borçtur. Adını Fahr-i Kâinat Efendimizin adıyla anıp ‘Mehmetçik’ dediğimiz kahramandır o… ‘Peygamber Ocağı’ yuvasıdır onun! Güçlü, atılgan, zeki, becerikli ve gözü pektir! Daima ön safta olmak ister; asla durmaz, durmak nedir bilmez. Cepheden cepheye koşarken her türlü zorluğa göğüs gerer, vatan sevgisini daima ileride, en önde tutar ve ‘Vatan sağ olsun!’ der, ‘Yeter ki vatan sağ olsun!’… Şairin dediği gibi: ‘Şehitler tepesi boş değil,/ Toprağını kahramanlar bekliyor!/ Ve bir bayrak dalgalanmak için;/ Rüzgâr bekliyor!/ Destanı öksüz, sükûtu derin meçhul askerin;/ Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye/ Yattığı toprak belli,/ Tuttuğu bayrak belli,/ Kim demiş meçhul asker diye?’ Mazlûm çığlığının yankılandığı her köşede insanlık onuru, iffet ve namusu ayakaltında kalmaktan kurtuluyor.

 

Şair bu hususu ne kadar da güzel ifade ediyor: ‘Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi!/ Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi!/ Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,/ Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın! …”

 

Hutbe devam ediyor:

 

“Kıymetli Müslümanlar! Kur’ân-ı Kerîm, bu iman ve aşkla toprağa düşen canları, şehitler tepesini boş bırakmayan kahramanları şöyle anlatmaktadır: ‘Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyin. Bilâkis onlar diridirler; Rableri katında rızıklara mazhar olmaktadırlar.’ Âl-i İmrân, 169) Cenâb-ı Hakk’ın bu müjdesine nail olmak isteyen kahraman ordumuz, geceleri gündüze, gündüzleri geceye sığdırmak için zamanı ve mekânı unutmuş, koşmaktadır. Mehmetçiğimiz, bugün; kanıyla, canıyla, her şeyiyle büyük bir mücadele içindedir. Sadece ülkemiz sınırlarında değil, ayak bastığı her yerde; sınır ötelerinde, gönül coğrafyamızda, garip sesinin, mazlum çığlığının yankılandığı her köşede insanlık onuru, iffet ve namusu ayakaltında kalmaktan kurtuluyor. Bu öyle bir insanlık mücadelesi ki, ‘Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer iman etmişseniz üstün olan sizlersiniz’ (Âl-i İmrân, 139) buyuran Yüce Kitabımız, barış yolunda bu kutlu askere, İslâm’ın son ordusuna, kahraman neferlerimize umut oluyor. Onları yeryüzü mazlumlarının duasına mazhar kılıyor……” (*)

 

Din-‘u devlet mülkü millet uğruna fedai can olan Bedir’den Malazgirt’e, İstanbul’un Fethi’nden Çanakkale’ye, İstiklâl Harbi’nden 15 Temmuz’a, kelime-i tevhidin nurunun aziz milletimizin ve kutlu devletimizin üzerine düştüğü ilk günden bugüne kadar Î’lây-i Kelimetullah aşkıyla üzerinde özgürce yaşayabileceğimiz bir vatan için canlarını feda eden, ayrıca geçtiğimiz Salı günü elem verici uçak kazasında şehadet şerbeti içen aziz şehitlerimizi, ahirete irtihal eden kahraman gazilerimizi ve devlet büyüklerimizi rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyorum. Milletimiz var olsun, Devletimiz ilelebet payidar olsun.

 

Yazının başında arz etmiş idim, yazacağım konu “sosyal-medya” hezeyanlarına Kur’ân ışığında bakalım.

 

Toplumları içten içe çürüten ve aileleri tarûmâr eden her millî ve İslâmî meselede karşımıza çıkan ve yirmi şehidimizin olduğu meselede sosyal-medya kalemşörlerinin maharetleri(!) ve yerli mankurtların ahvalini, sosyal-medya cereyanını yazmayı düşünürken bir ilâhiyatçı âlimin yazısı bize ışık tuttu.

 

Yalan haber üretmek ve bunu yaymak haramdır

 

“Sosyal medya alanında yapılacak birtakım düzenlemeler adına çalışmaların yapıldığı şu günlerde mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in bize telkin ettiği hususları ele almak ve bu önemli mevzuda Allah Teâlâ’nın insanlardan ve müminlerden neler beklediği konusuna değinmek istiyoruz. Önce bir âyet-i kerîmeden ve bu ayetin indiriliş sebebi olarak zikredilen bir olaydan söz ederek konuya başlamanın münasip olacağını düşünüyoruz. Evet, böyle bir davranışta bulunmak, Allah’ın (cc) özellikle müminlere haram kılarak yasakladığı çirkin bir iştir, sonu pişmanlıkla neticelenen bir günahtır! Önce bu konuyla ilgili açık ve net ayetin mealini verelim: ‘Ey iman edenler. Şayet fâsık biri size bir haber (bilgi) getirecek olursa, onu iyice araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa zarar verir ve sonunda pişmanlık duyarsınız.’ (Hucurât, 6).

 

Şimdi de ayetin indiriliş sebebini aktaralım. Asr-ı Saadette Peygamberimiz (sav) tarafından görevlendirilen Velîd b. Ukbe, Benî Mustalik kabilesinin zekât vergilerini toplamak üzere gönderilmişti. Velîd, bu amaçla yola çıkıp menziline doğru giderken adamın biri kendisine gelerek, adı geçen kabileden silahlı bir grubun yola çıktığı haberini vermişti. Bunun üzerine Velîd, onların savaşmak maksadıyla çıktıklarını düşünerek hemen geri dönüp durumu Peygamberimize anlatmıştı. Peygamberimiz de bunun üzerine, haberin doğru olup olmadığını araştırmak ve gereğini yapmak üzere Hâlid b. Velîd’i göndermişti. Hâlid b. Velîd, bahsi edilen kabileye yakın bir yerde konaklayarak durumu araştırdığında onların ezan okuyarak namaz kıldıklarını, İslâm’a bağlılıklarının devam ettiğini tesbit ederek Medine’ye dönmüştü. Ardından, aslında onların, zekâtı toplamakla görevli kişinin gecikmesi sebebiyle durumu öğrenmek ve bizzat zekâtlarını getirip teslim etmek için yola çıktıkları anlaşılmıştı. Asr-ı saadette yaşanan hadise bu şekilde cereyan etmiş iken ilgili ayette bilgi nitelikli haber anlamına gelen ‘nebe’ kelimesi ve fâsık kişi üzerinde birtakım tahliller yapmak bize günümüzde yaşanan hadiseleri yorumlamak adına son derece ufuk açıcı bilgiler verecektir kanaatindeyiz.

 

Öncelikle bu iki kelimenin yapısı ve anlamları üzerinde duralım. Nebe kelimesine sözlükler önemli haber karşılığını vermektedir. Kur’ân-ı Kerîm’deki Nebe suresinde ise bu kelime kıyamet hadisesine dair bilgiler ihtiva ettiği için büyük haber olarak zikredilmektedir. Aslında Allah Teâlâ’nın tüm insanlık için önemli bilgileri ihtiva eden haber anlamında nebe kelimesinden tekil ve çoğul ya da fiil ve isim olarak Kur’ân-ı Kerîm’de 64 yerde bahsediyor olması da başlı başına üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Burada sadece şunu vurgulamakla yetinmek durumundayız. Diyebiliriz ki, öncelikle bu tür haberlerin kaynağının da, onları getiren, söyleyen kişilerin de iyice araştırılması gerekmektedir vesselam...”

 

Üstad devam ediyor:

 

“Gelelim ayette geçen meçhul kişinin taşıdığı vasfa… Ayette fâsık biri olarak zikredilen bu kişinin haber taşıyan biri olduğu anlaşılmaktadır. Ama fısk ve fâsıklık da yine ayetlerde çokça geçen kelime/ kavramlardan biri olarak göze çarpmaktadır. Öyle ki Kur’ân’a baktığımızda bu kelimenin de muhtelif şekillerde 54 ayette geçtiğini görmekteyiz. Sözlüklerdeki anlamlarından biri de belirli bir sınırı aşmak anlamına gelen bu kelime, İslâmî terminolojide hak yoldan ayrılma, Allah’ın (cc) emirlerine itaatsizlik etme şeklinde özel bir anlam kazanmıştır. Böylece bu kelimenin, putperest, ehl-i kitab, münafık ya da Müslüman, her insanı kapsayıcı bir niteliğe sahip olduğu görülmektedir. Fısk bazen inkâr anlamına gelirken, bazen isyan anlamına gelmekte, hidayet ve dalâlet kelimeleriyle yakın bir etkileşim içinde olduğu görülmektedir. Müslümanların muhatap alındığı ayetlerde ise fısk ölmüş hayvanın etinin, kan, domuz eti ve Allah’tan (cc) başkası adına kesilen hayvanların etinin yenilmesi; fal oklarıyla kısmet aranması (bir çeşit piyango), borçlu olunan kişiye zarar verilmesi, Hz. Peygamber’e (sav) itaatsizlikte bulunulması, müminlerle alay edilmesi ve kötü lakaplar takılması, büyük günahların işlenmesi şeklinde karşılık bulmuş ve böyle davrananlar fâsık olarak nitelendirilmiştir. Biraz önce mealini aktardığımız Hucurât suresinin 6’ncı ayetinde, meallerde yoldan çıkmış diye dilimize çevrilen fâsık kelimesi, yukarıdaki bilgiler çerçevesinde dinin emirlerine uymayan demektir; yalan haber taşıyan kimse de bu kavrama dahildir. Bu bağlamda şunları ifade edebiliriz: Ashab-ı Kiram’ın dürüst ve takvâ sahibi insanlar olduğu bilinen bir hakikattir. Dolayısıyla ayette geçen fâsık kelimesi, Velîd b. Ukbe isimli sahabeyi değil, ona yalan haberi getiren kişiyi ifade etmektedir. Ayetten anlaşılan hüküm ise, hem durumu hakkında net bilgilere sahip olunamayan veya yalancı olduğu önceden bilinen kimselerin hem de günah işlemekten çekinmeyen ve bu şekilde tanınan, bilinen kimselerin verdikleri haberlere ve bilgilere güvenilmemesi, bunlara göre hüküm ve karar verilmemesi gerekmektedir…” (**)

 

“Maalesef Devletimiz hep öteliyor”

 

“Dünyanın gündemi kendi güzergâhında sağa sola yalpalayarak giderken, maalesef Türkiye’deki gündemi, en çok ekranlarda horoz dövüşü ve yalan haberleri ile bilinen 2 televizyon kanalı, ekşi sözlük ve sosyal medyadaki bir takım iftiracı güruhları belirliyor. Yalan haberlerinden vazgeçmiyorlar, aynen 1930’ların Hitler Almanya’sının propaganda taktiklerini uyguluyorlar, yalanları ortaya çıkınca hemen bir başkasını uyduruyorlar, çünkü dertleri sürekli topluma bir huzursuzluk, gerilim dalgası pompalamak. Virüslerden Suriye rejimine, darbecilerden depremzedelere kadar her türlü önlemi başarı ile alan Devlet maalesef ‘halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek üzere sosyal medya üzerinden kasten yalan haber yaymayı’ cezasız bırakıyor. Hem ceza vermeli, hem de çok ciddi önleyici tedbirler almalılar oysaki. Tıpkı gezi olayları ve 15 Temmuz öncesi gibi, sosyal medyada binlerce “bot” hesap açılıyor şu günlerde. Bunu CHP’nin liderinin, ortada fol yok, yumurta yok, erken seçim yok, ‘Yakında iktidar olacağız’ demesi ile birlikte okumak lazım. İHA, SİHA, millî hava savunma sistemleri üretmek mükemmel ama televizyon kanalı satın almak ve gazete çıkarmak ile bu muazzam örgütlü propaganda silahları ile mücadele etmeyi maalesef Devletimiz hep öteliyor. Sosyal vak’a gibi görünen ‘trendler’ aslında toplumlarda kökten yaralar açılsın diye gönderilen birer ‘denizaltı torpili’nden farksız. Dert hiçbir zaman kuru kuruya çevre duyarlılığı, kadın cinayetleri, LGBT hakları değil; bu konular üzerinden toplumu bir arada tutan ne kadar “harç” var, bunları etkili bir şekilde sulandırıp, gücünü azaltmak… Özellikle bu aralar sosyal medyada çok tık alan ‘Eskiden tesettürlüydüm, artık değilim’ diye fotoğraf atan genç kızların çoğunun sahte hesaplar oluşuna dikkat çekmek gerek. Zira ‘şahsî tercihmiş’ gibi gözüken bu tarz ‘ergen eğlenceleri’ bile hesaplı, planlı. Bu tarz fotoğrafların haberine de BBC’nin hemen atlaması zaten başlı başına bir ‘espiyonaj’ konusu olmalı…” (***)

 

Mesele, topyekûn Müslüman milletimizin bekâsıyla alakalıdır

 

Kur’ân-ı Kerîm’in çağları aşan tazelikteki bu hakikatleri bugün de bize yol göstermektedir. Büyük günahları bile umursamadan işleyen kimseye biçilen vasıf fâsıklık ve bu gibi kimselerin bir özelliğinin de yalan haber uydurmak, taşımak ve yaymak ise onu bu tür kötülüklerden alıkoymak adına mutlaka birtakım cezai müeyyidelerin tespit edilmesi, hüküm/yasa olarak ortaya konulması ve gerektiği zaman hiçbir esneklik göstermeden uygulanması gerekmektedir. Bugün uygulana müeyyidelerin yeterli olup olmadığı tartışılabilir. (****) Bu ise toplumsal huzur ve sükûnun, olmazsa olmazları arasında kabul edilebilecek bir öneme haizdir diyebiliriz. Yalan söylemeyi, iftira etmeyi, insanları zan altında bırakmayı büyük günah olarak kabul eden dinimizin, bu fiilleri işleyenleri, söz konusu kötülüklerinden alıkoyma adına kimseye ayrıcalık tanımadığını da eklemeliyiz. Yapılacak düzenlemede, yalan ve iftira niteliğindeki haberleri uydurmak ve paylaşmak suretiyle yaymak konusunda da hiç kimseye ayrıcalık tanınmaması ve hiç kimsenin bu konuda dokunulmazlığının bulunmaması, bu illetin toplumdan kökünün kazınması hususunda başarılı olunmasında önemli bir rol oynayacaktır düşüncesindeyiz. “Devlet Aklı”nın basiretli tutumu, müminlerin feraseti, bu mücadelede en büyük temennimiz ve duamızdır. Mesele, topyekûn Müslüman milletimizin bekâsıyla alakalıdır. Vesselâm… --------------------

 

Kaynaklar

 

(*)-14 Kasım 2025, Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan Cuma Hutbesi

 

(**)-Prof. Dr. Mehmet Emin Ay, Fikriyat Dergisi, Yalan Haber Üretmek Bunu Yaymak Haramdır

 

(***)-Barış Tarımcıoğlu, Gerçek Hayat, Sosyal Medya başlıklı yazı

 

(****)-31 Temmuz 2020 Cuma, Resmî Gazete, Sayı: 31202, Kanun, İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Kanun No: 7253, Kabul Tarihi: 29.07.2020"

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Sertif PARLAK yazıları

Çok okunanlar